Eugène Guillevic - Işıltı
Kasım 30, 2024 by admin
Filed under Edebiyat, Sanat, Siir, Ustalara Saygı
Elbette yalan
Aşk faslının kapandığı
Bizi mutsuz kıldığı
Elbette yalan
Elbette yalan
Bizi ağlamaklı ettiği
Yarınların eşiğinde
İkimiz göz gözeyken
Elbette yalan
Tümünün baştan çıktığı
Yokuşa tırmananları
Tam iteleyeceğimiz kez de
Bütün aşkların çürüdüğü
Elbette yalan
Gücümüzü takınıp
Şöyle bir davrandığımızda
Elbette yalan
Aşkların kısırlaştığı
Ulu bir savaşta
Zaferi adımlarken
Çoğu yalan çoğu yalan
Aşk için denmişlerin
Karasevdalıların
Damarına basıldı mıydı
Paylarına düşen günü donatmaları
Cümbür cemaat yaşadıklarından
Eugène Guillevic
Işıltı
Çeviren: Güzin Eloğlu
Gotik Makyajlı Peygamber
Prolog
Tanrı aşkı yarattı, peygamber ise nasıl aşık olabileceğini gösterdi.
(İnançlılar İçin Atasözleri sf: 42)
Uzaktan nasıl baktığını size anlatamam, yüzündeki nefret mi yoksa kaybettiği metanın yani “ben’in” bir başkasına ait olma düşüncesi mi bilmem, bu tahrik onu nasıl etkiliyordu, irrite olmak onun birkaç sigara ardı arkasına yakmasına sebep oluyordu. Kıskandığı ya da şu anda onunla yattığımı düşündüğü - ki gecede iki kere boşalmasını istiyorum- insan ise ona göre daha duygusal. Bir kadına nasıl dokunacağını bilmesi beni etkiledi, içimdeki lezbiyen kadınları doyuruyordu en azından. Onunla olmak ise basgitarına tapan bir erkeğin dokunuşları gibiydi, parmakları nasırlı ve hiçbir zaman da krem kullanamayacak kadar maço ve bu ileride beni dövme eylemine gireceğinin en iyi anekdotuydu, ben bunu göremeyecek kadar bakireydim.
Yeni aldığım dizüstünün kafamda kırılmasından dört gün sonra bileklerimi kestim. İnsan böyledir işte, kafasında kırarlar ama o hala kırılmış başının ağrısı geçmeden başka bir ağrı buluverir kendine, biz buna ilgi çekme diyoruz fakat sırtını dönmüş bir erkek kadar inatçısı da yoktur, eğer bir başkasına ait olma düşüncesini onun aklına sokmamışsan. Bileklerimi kestim, telefon da açtım, pek de gelen olmadı, Silvia Plath gibi insanların ruhlarına kurabiyeler yerleştirdim ama kimse uyanmadı. Ben sonrasında ambulansı arama gafletinde bulundum ve ailemi arayarak beni hastaneye yatırmalarına kadar süren bir izlekte kendimi buldum.
Bir de baktım, bipolar temalı bir hayatta kendimi buldum. Bileklerimin acısı geçti, çabuk da geçiyor ama insan bir kere kesmeli bileğini, intihara makyajla gitme eylemi de tamamen Teoman’dan dolayı, evet, güzel bir şekilde ölümü karşılamak değil amaç, eğer, bu aciz durumdan etkilenecek bir erkeğin gözünü boyamaktan başka bir şey değil kadınların boyanması yalnız kalmalarında. Kozmetik erkekler içindir, sevgili hemcinslerim.
Yeni yapılan hastanenin yolu, bulmacalardaki sarmal kareler gibiydi, dön dön aynı ses, bir zaman sonra onunla konuşuveriyor insan, sağlık görevlileri ise seni deli zannediyor fakat saatlerdir bir hastaya ölecekmiş ya da herhangi bir krizde, iğnelerini kuşanacak olmaları herhangi bir sorun teşkil etmez iken benim açımdan, onların bu tutumu beni iki renk arasındaki ses ile konuşmama sebep oluyordu, bu arada yeni aldım tunikle kestim bileklerimi, bu yüzden daha sevimliydim ama pek de umursanmadım. Annemin çöpte bulduğu prezervatifleri ve yatağımın altında bulunan bir şişesi kapaklarını bulması bile tunik kapatmıştı, bir insana sevimli görünmek istiyorsanız, tunik ikinci göz boyamalardan biri, bu bir genç kız iseniz işe yarar yoksa inanın hoş siyah bir elbise bile sizi yargılanmaktan kurtaramaz. Yüzümdeki sivilceleri de patlattım ve izleri kaldı ama ben bir şekilde hastane yolunda siyah kareden sonra “Radyum’un simgesini” bilemeyen bir kadındım. İşte kadın olma duygusunun ilk can yaktığı anlardan biri, nasıl da beynime zerk edilmiş bir durum eğer cinsel münasebette bulunmuşsan ve kızlık zarının ruhuna el Fatiha demişsen, artık kadınsındır, bu genlerden, genelevlerden, genel düşünceden kaynaklı bir şekilde kodlanmış ve ben evrim teorimdeki bu duruma tepki gösteremeyen bir dönme dolabın içinde hastaneye götürülüyorum.
Sabah ezanı okunduğundan kızken korkardım, artık namaz kılacak kadar Tanrı’ya inanmıyor oluşumu hastaneye vardıktan sonra fark ettim, bu arada ikindi okunuyordu ve herkes beyaz giymişti, o anda onları seyre dalarken sakinleştiriciyi vücudunda sakinleştirerek, bir anda doktorun öksürmesiyle “Allah” kelimesini söyleyiverdim, uzun zamandır konuşmadığımı duymaya başladım doktorlardan, ne kadar uzun zaman konuşmaz ki insan, ne kadar genel kanı, herkes konuşur yoksa nasıl sinir sistemiyle uyum içerisinde var olabilir ki insan, ah materyalizm demek istiyor insan ama o kelimeyi bile hatırlamayacak hale geleceğimden dolayı fazla sorgulamaya gidemiyorum. Hem “Allah” demek de kodlanmış bir şey, kelimelerin evrimi ile dünyamızı var ediyoruz, bir bardak suya “Tanrı” ismini koyan bir kunduz tanıyorum. Bazıları için polendir belki de, herkesin tapınması ve oksijen solunumu değişiyor, stratosfer miydi önce yoksa Cern’deki Tanrı parçacığı mı tetiklemişti beni, paralel evrenlerdeki, Dr. Evren bey yazıyor tabelada ve kapı açılır açılmaz tüm koyu pembe kelebekler dışarı doğru uçuyor, demek ki burada sadece insanlar tedavi görmüyorlar, bunu anlamış olmam beni biraz daha rahatlattı nedeni ise asosyal olmayı insan kendine yakıştırmadan, direk söylemeli, aynaya bile bakamadan bunu söyleyebilen biri asosyaldir, diğerleri ise sıkıntıdan kendilerine bir psikolojik rahatsızlığı kimlik edinmeye teşebbüs eden kimseler olarak lanse olmaya meyilli olanlardır. Çok köşeli ve şu beyaz sedye belimi ağrıtıyor, sarmaldan bir anda normal bulmacaya geçti her şey. Müzik değişti, kapı azıcık aralandı,35 tane hasta saydım, benimle birlikte 37 oldular, sakın aptal bir matematik özürlüsü olduğumu sanmayın, bu anlatacaklarımın arasında buna takılıp kalan birileri olacağını düşünmek, doktorların saçlarının çabuk dökülüyor olmasından daha da tiksindirici çünkü. Makyajımı da silmedim, annem nefret eder, özellikle saçlarımı maviye boyayacağımı söylediğimde, tırnaklarımı sinirden çekebilirdi, ayaklarımda pek güzel değil, yüzüm ise enfestir akşamüstleri, güneşi sevmem, tam bir koala sempatikliği içinde, bir köşe daha döndük ve karşımıza bir kapı çıktı, insanın yüzüne kapatılan kapılar ardından, birkaç adamın kollarında bu odaya girmek egomu okşadı ve bir anda uyuyakaldı. Bilinçaltımın ortaya çıkmasına son dört saniye.
Yazan: Yazabilen Yaratık
Alenen Sizi Askerlikten Soğutmak İstiyorum
Alenen askerlikten soğutmak istiyorum sizleri, hepinizi, yani tüm dünya halklarının yoksul çocuklarını. Ölmeyin, öldürmeyin istiyorum, silah şirketlerinin kâr hırsı ve birilerinin erk mücadelesi yüzünden. Savaşıp insanlıktan çıkmayın istiyorum hiçbiriniz. Ölmek ve öldürmek üzere emre amade birer robot olmayın istiyorum. Siyasal erklerin başına çöreklenenler, size birer istatistiksel rakam gibi bakmasınlar istiyorum, cenazeleriniz sıra sıra geçerken yoksul halkların kalplerinin önünden. Mezarlarınızın başında ağlayan karınız, etinden et kopan ananız, yetim kalacak çocuklarınız olmasın istiyorum.
“Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir yaratıktır. Kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde, her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz ve bilinçli şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nefret ediyorum. Ben savaşı ve o soğuk silahları öylesine tiksindirici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi yok ederim daha iyi.”
diyen Albert Einstein’ın sözlerinin altına kalbimin en çocuk harfleriyle imzamı atıyorum.
Yılmaz Odabaşı’nın;
“Cehennem Bileti” adlı şiirindeki “bayrakları bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır. toprak eğer uğrunda ölen varsa utanmalıdır!”
dizesinin de altına, bütün bilincim, kalbim, insan olma onurum ve cesaretimle alenen imzamı atıyorum. Zerre kadar da korkmuyorum, çekinmiyorum, bu yüzden Yılmaz Odabaşı gibi yargılanıp hapis yatmaktan.
Çok şey istiyorum biliyorum. Ah, ne yazık ki “Dünyanın En Tuhaf Mahlûkusunuz” benim güzel insanlarım, “âdeta mağrur, salhaneye koşan”, ama kalbimin sıkletince denemeden de duramıyorum, sizi alenen askerlikten, sizi militarizmden, sizi savaşlardan, sizi ölmekten ve öldürmekten soğutmayı. Çünkü insan onuruna aykırı buluyorum, bu vahşete itiraz etmemeyi, dünyanın her yanını saran.
Ne balıktan ne Hâlik’ten beklediğim bir şey yok, yoksul halkların güzel çocukları. Sizi sevmekten başka bir derdim de yok, benim güzel insanlarım.
Yazan: Serkan Engin
sekoengo@gmail.com
KASIM 2024
Kırgız Ressam Momunbek Astar Resim Sergisi
IC SANAT GALERİSİ KAPILARINI TEKRAR ANKARALI SANATSEVERLERE AÇIYOR…
Kırgız Ressam MOMUNBEK ASTAR Resim Sergisi, 10-30 Aralık 2024 tarihleri arasında, IC Sanat Galerisinde sanatseverlerle buluşuyor.
İbrahim Çeçen Vakfı tarafından 2024 yılında sanatı ve sanatçıyı desteklemek amacıyla kurulan IC Sanat Galerisi; geleneksel Türk sanatlarını korumak ve yaşatmak, çağdaş resim, heykel, seramik gibi sanat dallarında sergiler açmak, izleyici ile sanatçı arasında bir köprü kurmak, koleksiyonerlere seçkin ve özgün yapıtlar sunmak ve gelecek nesillere sanat aktarımı yaratmak için yoluna devam ediyor.
2011 yılında, ‘Dünyadan İzlenimler’ konseptiyle; ulusal ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği içinde, değişik ülkelerden seçkin sanatçıların koleksiyonlarını sergileyerek, hem Ankara’mızın kültürel ve sosyal yaşamına katkı sağlamak; hem de farklı kültürlerden sanatçılarının yapıtlarını yakından tanımak ve izlenimler sunmak arzusundayız.
‘Dünyadan İzlenimler’in ilk konuğu, ünlü Kırgız ressam Momunbek Astar. 1952 yılında Bişkek’de doğan sanatçı, sanat eğitimini Bişkek ve Moskova’da tamamladı. Bir çok ülkenin özel koleksiyonlarında eserleri bulunan sanatçının; vitray, mozaik, duvar resmi gibi farklı çalışmaları da bulunuyor.
10 Aralık Cuma günü, saat 18.00’de yapılacak açılışa, Kırgız Devlet Sanatçısı Gulmira Tokombaeva piyano dinletisi ile katılıyor.
Kırgızistan Büyükelçiliği işbirliğiyle gerçekleştireceğimiz bu sergiyi, her ay değişik ülkelerin sanatçılarından ‘izlenimler’ takip edecek.
Sergi IC Sanat Galerisi’nde 10-30 Aralık tarihlerinde 09-00 – 18.00 saatleri arasında, pazar günleri hariç gezilebilir. Kokteyl: 10 Aralık 2024, Saat: 18.00-20.00
Dr. Meral Dinçer
İbrahim Çeçen Vakfı Müdürü
IC Sanat Galerisi Yöneticisi
Kızılırmak Sok. No: 31 Kızılay-Ankara - Tel: 417 82 64, 418 79 23 - GSM: 0533-285 18 75- Fax: 417 82 96 - e-mail: meral.dincer@icvakfi.org.tr - meraldincer@hotmail.com- www.icvakfi.org.tr
SanatLog Haber
Oktay Rifat - Elleri Var Özgürlüğün
1
Köpürerek koşuyordu atlarımız
Durgun denize doğru.
2
Bu uçuş, güvercindeki,
Özgürlük sevinci mi ne!
3
Öpüşmek yasaktı, bilir misiniz,
Düşünmek yasak,
İşgücünü savunmak yasak!
4
Ürünü ayırmışlar ağacından,
Tutturabildiğine,
Satıyorlar pazarda;
Emeğin dalları kırılmış, yerde.
5
Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.
Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su.
6
Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.
7
Ben kafes, sen sarmaşık;
Dolan dolanabildiğin kadar!
8
Özgürlük sevgisi bu,
İnsan kapılmaya görsün bir kez;
Bir urba ki eskimez,
Bir düş ki gerçekten daha doğru.
9
Yiğit sürücüleri tarihsel akışın,
İşçiler, evren kovanının arıları;
Bir kara somunun çevresinde döndükçe
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler.
O somunla doğrulur uykusundan akıl,
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz;
O güneşle bağımsızlığa erer kişi.
10
Bu umut özgür olmanın kapısı;
Mutlu günlere insanca aralık.
Bu sevinç mutlu günlerin ışığı;
Vurur üstümüze usulca ürkek.
Gel yurdumun insanı görün artık,
Özgürlüğün kapısında dal gibi;
Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!
Oktay Rifat
Elleri Var Özgürlüğün