Salai’nin Kuşkuları (Rita Monaldi & Francesco Sorti)
Son zamanların modası, gerçek tarihi kişiliklerin rol aldığı dramatik ve çoğunlukla gerçekle ilişkisi olmayan öyküler… Eskiden ansiklopedi sayfalarında ruhsuz fotoğraflarından tanıdığımız kişiler; okuduğumuz romanlarda bir süper kahramana dönüverdi. Hatta bazılarının hayatı Dallas’a çevrilerek dizileştirildi. Buyrun, 8. Henry gayet yakışıklı manken gibi bir delikanlıymış da, kafalarını uçurmakta beis görmediği eşleriyle fırtınalı aşklar yaşıyormuş meğer (The Tudors). Ama bu tür yarı-tarihi öykülerin en popüler kahramanı Leonardo da Vinci sanırım. Ezoterik inanç sisteminden tutun, üstün zekasıyla tasarladığı acayip icatları, besteciliği, gizemi hala çözülemeyen resimleri sayesinde bir tür fenomene dönüştürülen sanatçı, yanlış hatırlamıyorsam, bir romanda dedektif rolüne bile soyunmuştu.
Gerçek kişilerin kurgusal olarak rol aldıkları romanlar dendiğinde ilk olarak aklıma, annemin muhtemelen genç kızken okuduğu (ama hala sakladığı) bazı romantik romanlar geliyor. Yanlış hatırlamıyorsam Anjelik ya da Stefani diye genç bir kızın yaşadığı, genelde cinsellik içeren bazı talihsiz olayları anlatan bu kitaplardan birini çocukken okumuştum. Soylu olduğu halde yatay pozisyondan daha yukarı çıkamayan bu kızımız Victor Hugo ile, pornografiye varan betimlemelerle aktarıldığı kadarıyla ateşli bir biçimde sevişiyordu. Evet, Victor Hugo! Bu kitapları yazan kişilerin ne düşündüklerini tahmin edebiliyorum. Şimdi kimse “Kardeşim, sen böyle yazmışsın ama bunlar tarihi gerçekler değil.” diyemez çünkü elde kanıt yok. Elbette Victor Hugo “Ben helaya kadar gidiyorum.” diyerek çıkmış ve komşunun karısına atlamış olabilir; bunun yazılı kaynaklarla kanıtlanamayacağı aşikar.
Daha önce, Türkçe’ye çevrilen “Imprimatur” ve “Secretum” adlı iki eşsiz romanını okuduğum karı-koca yazar Rita Monaldi ve Francesco Sorti’nin tarihi gerçekleri akademik kanıtlarla sunduğu bu seri (üçüncüsü “Veritas”) ile aynı sularda yüzen yeni romanları “Salai’nin Kuşkuları”nı bu düşüncelerle okudum. Fakat benzerlerinin aksine kendini ciddiye almayan bir tarihi-kurgu romanıyla karşılaştım. Bu olumlu bir şey çünkü yazarlar da anlattıklarının aslında kurgu olduğunu kabul ediyorlar. Romanı yazmaktaki amaçları hikaye örgüsünün gerçekliği değil zaten.
“Imprimatur”, “Secretum” ve “Veritas”daki Atto Melani’nin rolünü bu son romanda Salai devralmış. Gerçek adı Gian Giocomo Caprotti da Oreno olan Salai, Leonardo da Vinci’nin evlatlığı ve hayat arkadaşıdır (düşündüğünüz anlamda değil). Birçok metinde, 10 yaşında evlatlık olarak aldığı bu güzel delikanlıyla eşcinsel bir ilişki yaşadığı iddia edilen Leonardo da Vinci; eserlerindeki erkek kahramanlar için model olarak kullandığı Salai hakkında şöyle demiş: “Hırsız, yalancı, dikkafalı ve obur…”. Bunlar bir sevgiliye söylenecek sözler değil.
Yazarlar Salai’yi şöyle tanımlıyorlar: “Popolino scarpe grosse e cervello fino” yani kaba görünüşünün altında genellikle uyanık bir ruh ve sağlıklı bir aklın bulunduğu sıradan insanın mükemmel bir örneği. Dediklerine göre İtalya’ya çok aşina olan bu karakterin başka kültürlerce anlaşılması biraz zor. Aynı bizim “Lazlar” gibi… Roman bu edepsiz gencin, ismi zikredilmeyen bir devlet büyüğüne yazdığı gizli mektuplardan oluşuyor. Leonardo gizli bir görev nedeniyle Roma’ya gitmiştir ve ona göz kulak olan (ve mektupları yazdığı kişiye gizlice bilgi veren) kişi Salai’nin ta kendisidir. Olaylar ilerledikçe başlarına gelmedik şey kalmaz ve en sonunda şu anki tarihi bilgilerimizi yerinden oynatacak bazı gerçeklere ulaşırlar.
Romanın en güzel taraflarından birini, Leonardo da Vinci’yi tanrı katından indirerek normal insanların seviyesine çekmesi oluşturuyor. Son zamanlarda çıkan, elyazmalarından yararlanılarak oluşturulmuş bazı görsel materyaller neticesinde neredeyse peygamber gibi görülen sanatçıyı; cahil, gösterişçi, beş parasız dolaşan, çağdaşları kadar itibar görmediği için iş alamayan, kıskanç, çizdiği kadın resimlerinin karşısında mastürbasyon yapacak kadar zavallı ve korkak olarak görmek okuyucu için değişik ve heyecan verici bir deneyim. Tabii ki bu özellikler, babalığını çok sevse de pek zeki bulmayan Salai’nin ağzından aktarılıyor.
Kitabın dili öncekilere nazaran daha kolay ve akıcı. Hatta adi bile denebilir. Çünkü taşralı bir abazan delikanlının kelimelerinden oluşuyor. Yazarlar, o dönemi ve dönemin kelimelerini aktarmakta çok ustalar. Yıllar süren araştırmalarının sonucunda Salai hakkında yazılı ne varsa gözden geçirip bir karakter analizi yapmışlar adeta. Sanki Salai’yi yeni baştan yaratmışlar. Bu heyecanlı delikanlının bazı el yazmalarındaki imla hataları ve mürekkep lekelerini bile taklit etmişler; mektuplardaki Salai boyuna yanlış yapıyor, telaffuz edemediği sözcüklerin üzerini çiziyor. Bu arada Rita Monaldi dinler tarihi üzerine yüksek lisans sahibi bir klasik filolog, kocası Francesco Sorti ise 17. yy. üzerine uzmanlaşmış bir müzikolog. İkisi de yazardan öte araştırmacılar. Romanlarında aktardıkları Roma şehri o kadar gerçek ki, satırları okurken tozlu sokaklarında dolaşıyorsunuz sanki. Benzerlerinde rastlanmayan, yapaylıktan uzak bu atmosferi yaratmadaki başarıları, akademik temellerine dayanıyor haliyle. Kitabın dili, Boccaccio’nun alaycı ve edepsiz tarzına çok benziyor çünkü Salai, Decameron’un karakterlerinden biri gibi duruyor. Yemek, içmek ve doyumsuz seksüel arzularını tatmin etmek dışında hırsızlık ve ajanlık konusunda da altta kalmayan bu delikanlının ağzından çıkanlara bir kulak verelim.
Papa Borgia’yı nasıl tanırsınız? Papalık tarihinin bilinen en ahlaksız, en acımasız ve dejenere üyesi, bu mertebeye erişmek için önündeki tüm engelleri bertaraf eden bir cürete sahiptir, aşikar. Üstelik Papalık mertebesine erişip VI. Alexander adını aldığında bile durulmamış, sarayında gerçekleştirdiği her türlü sapkınlığı içeren seks partileriyle de tarihe adını yazdırmıştır. Kardinal iken, onlarca metresinden birinden edindiği oğlu Cesare Borgia (Valentino) ve Lucrezia Borgia’nın da katıldığı ensest ilişkiyi içeren toplantılardı bunlar. Valentino sözde amcasının (Borgia gayrimeşru çocuklarını yeğen olarak tanıtmıştır) silahlı kuvveti olarak tanınmış, düşmanlarının t*şaklarını kesmekten hoşlanan bir caniydi. Lucrezia ise kritik siyasal pozisyonlardaki adamlarla evlenip, amcası (babası) için gerekli politik gücü elde ettikten sonra, artık işe yaramayan kocalarını zehirleyen bir katildi. Bu zehirli karadul, hem ağabeyi hem de amcası olarak tanıtılmış babasıyla da cinsel birliktelik içindeydi. Borgia, çocuklarını piyon olarak kullanıyordu.
İşte bu rezilliğe bir dur demek isteyen Germenler/Alamanlar/Strazburglular; aslında kendi ırklarının Roma ırkından daha kadim ve üstün olduğunu kanıtlayan bir belge buldular: Tacitus’un Germania’sı. Bu tür tarihi belgelerin keşfedilmesinde o tarihte adlandırılmamış Hümanistler’in payı büyüktü. O zamanın İtalyan kentlerinin üyeleri birbirlerinden hazzetmiyordu. Bu nedenle Alamanlar çeşitli işlere, sırf çekememezlik nedeniyle diğer bir İtalyan’ın alınmadığı mertebelere kolaylıkla geldiler. Belge düzenleme, kayıt işlemleri, matbaa ve bankacılık konusunda neredeyse tüm koltuklar Alamanlar tarafından işgal edildi (bu fırsatçılık size de tanıdık geldi mi?). Papa hakkındaki dedikodular ayyuka çıkınca, Roma’da yeterince kuvvetlenen Alamanlar kilise içinde bir hizip yarattılar ve Luther ortaya çıktı.
Yukarıdaki bilgilere istediğiniz kaynaktan ulaşabilirsiniz. Wikipedia gibi internet ansiklopedileri de yararlı olacaktır. Ben kesin bir kaynak adı belirtmeyeceğim çünkü zaten yaygın olarak bilinen tarihi “gerçek”ler bunlar (?). Borgia ve dönemi hakkındaki tüm iç gıcıklayıcı olaylar birçok edebi esere ve filme konu olmuştur. Bunlardan örnek vermek gerekirse Walerian Borowczyk’in 1974 tarihli “Contes Immoraux (Ahlaksız Öyküler)” filminin adını anabiliriz. Buradaki öykülerin birinde Lucrezia, babası Borgia ve abisi Valentino ile sevişmektedir. Diğer yandan ünlü yönetmen Alejandro Jodorowsky’nin öyküleyip Milo Manara’nın resimlediği “I Borgia” adlı çizgi roman dizisini de unutmamak gerekir. Burada Borgia ailesinin iktidara gelişi ve kendi içlerindeki onaylanmaz ilişkileri daha açık bir biçimde aktarılmıştır. Yakın tarihli (2006) İspanyol yapımı Los Borgia (Yön: Antonio Hernández) gibi örnekler artırılabilir ki tüm bunlar bu ailenin popüler kültürdeki yansımasının çerçevelerini gösterecektir. Borgia; Neron, Hitler, Mussolini gibi bir kötülük timsalidir, bu genel bir görüş olarak yerleşmiştir.
Rita Monaldi ve Francesco Sorti, işte bu noktada okurun gözünü açıyor ve şaşkınlıktan dilimizi yutturacak şekilde “Tarih yalanlardan ibarettir” diye haykırıyorlar. Tüm bu olanlar nasıl bir komplodur, kimler rol oynamıştır ve neden gerçekler göz ardı edilmiştir, belge belge önümüze sunuyorlar. Okuduğumuz her satırda daha da hayrete düşüyoruz. Özellikle de çok güvenilir akademik çevrelerin, hiç de bilimsel olmayan tavırlarla gerçekleri göz ardı ettiğini öğrenince… Gerçekten yazılı tarih çok yanıltıcı; o kadar ki neye güveneceğinizi bilemiyorsunuz. Nazizm kokan “Germania” gibi bir belgeyi nereden peydahladıkları belli olmayan Hümanistler konusuna hiç gelmiyorum.
Monaldi ve Sorti araştırmacı gazeteci yönleriyle elde ettikleriyle, bu tarihi yazan, aktaran ve kabul edilmesi konusunda rol oynayanların ipliğini pazara çıkarıyorlar. Çevrelerinde pek sevilmemelerini haklı buluyorum. Hem ne demişler: “Sürüden ayrılanı sürü sevmez.”
I Dubbi di Salaí (2007) / Salai’nin Kuşkuları: Rita Monaldi & Francesco Sorti - Çeviren: Mehmet Barış Albayrak – Turkuvaz Yayınları – 480 Sayfa – Ocak 2024
Yazan: Wherearethevelvets
wherearethevelvets@sanatlog.com
Tarantella; Örümcek Dansı
13 Haziran 2024 Yazan: Editör
Kategori: Büyük Besteciler, Film Müzikleri, Klasik Müzik, Manşet, Müzik, Sanat
“Addó ti pizzicó la tarantella?
Sotto la putia de la’unnela”(Söyle örümcek nerenden ısırdı?
Eteğimin kıvrımının tam altından)
Bir varmış bir yokmuş. Çok çok eski zamanlarda bir kilisenin bahçesinde genç erkek ve kızlar hem dansedip hem şarkı söylüyorlarmış. Fakat kilisenin rahibi gürültü nedeniyle o kadar kızmış ki; Tanrı’ya yakarmış. Ceza olarak gençlerin hiç durmamacasına tüm bir yıl dansetmesini istemiş. Tanrı isteğini kabul etmiş. Zavallı gençler, soğuk sıcak demeden tüm hava şartlarında, canları yanmadan, hastalanmadan dans etmeye başlamışlar. Kendilerini o kadar kaybetmişler ki üzerlerindeki giysileri paçavraya dönmüş. Bu histerik durum (ki o zamanlar St. Vitus dansı deniyormuş) bir salgına dönüşmüş; insanlar deliler gibi orada burada dans etmeye başlamışlar. Ancak bir yılın bitiminde durabilmişler.
Bu hikaye, 1374 yılından kalma bir dini öykü. Tanımlara göre, Tarantella’nın bahsedildiği ilk metinlerden biri olarak kabul görüyor. Her folklorik öğe gibi; biri farkedip yazılı hale getirilinceye kadar var olup olmadığı bilinmeyen bu dansın kökeni belki de daha eskilere dayanmaktadır.
Tarantism (Tarantismo); tarantula ısırığına verilen cevap sonucu oluşan bir hastalık. 500 yıldır özellikle Güney Avrupa’nın tıbbi litaratür, müzik ve folklordeki güçlü yansımaları, bu fenomeni ciddiye almamız için yeterlidir. Hastalık, dans ve bu bölgede sık bulunan örümcekler isimlerini Güney İtalya’daki Taranto şehrinden almıştır. Dolayısıyla lokal halk, hastalığın Dr. Pietro Matthiole tarafından ilk defa 1370 yılında Siena’da tanımlamasından çok çok önce tarantismi bilmekteydiler.
Hastalığa neden olan ısırığın hangi örümcekten geldiği konusunda yanlış bilgiler mevcuttur. Gerçek sorumlu, Taranto bölgesinde ve Akdeniz bölgelerinde yaygın olan Kurt Örümceği, Lycosa Tarentula’dır.
Bu kıllı şirin yaratığın zehrine karşı bir bağışıklık ya da ilaç geliştirilememiştir. Hastalar, genel vücut ağrısı, şişme, paralizi (felç), kas seyirmesi, bulantı, kusma, çarpıntı, delirium (algı durum bozukluğunun görüldüğü psikotik bir süreç), priapizm (geçmeyen ereksiyon), teşhircilik ve melankolik depresyonun dahil olduğu değişik klinik tablolarda görünebilir (ref. Dr. Zvonimir Maretic, Medicinski Centar in Pula, Hırvatistan).
“Birçokları, tarantula zehrinin niteliğinin gün be gün ya da saat saat değiştiğine inanır. Bunun nedeni ısırılan kişinin hareketlerindeki değişkenliktir. Bazısı şarkı söyler, diğerleri güler, diğerleri hıçkırır, diğerleri durmamacasına tekrar ağlar; Bazıları uyur diğerleri ise hiç uyuyamaz; kimisi kusar, kimisi terler ya da titrer; diğerleri devamlı kabuslar görür veya kudurma, öfke veya şiddete kapılır.Bu zehir değişik renklere karşı düşkünlüğü de uyarır; bu nedenle bazısı kırmızıya düşkünlük gösterir, diğerleri yeşile veya sarıya. Bazı vakalarda bu hastalık 40-50 yıl sürebilir. Çok eskiden beri söylenegelen müziğin tarantula zehrini tedavi edebildiğidir; etkilenmiş kişinin ruhunu uyandırır ve onu sarsarak kendine getirir.” Antoine Furetiére, Dictionnaire Universel, 1690
Bilimsel olarak bakıldığında, tarantula zehrinin tarantizme neden olan zehirden sorumlu olamayacağı aşikardır. Çünkü ısırığı, insanda kaşıntıdan daha fazla bir his uyandırmaz (Bu kıllı dev örümceğin tehlikesi dişleridir). Genelde tarantizm vakalarının tarlalarda veya hasat dönemlerinde sıklaşması, okları bölgede sıkça bulunan başka bir zehirli örümcek üzerine odaklıyor: Latrodectus tredecim guttatus.
Yani bildiğimiz karadul! İşte bu örümceğin zehri, bahsedilen semptomlara neden olabileceği gibi ölüme bile sebebiyet verebilir. Bazı belgesellerde bu örümcek tarafından ısırılan kişilerin, yaşadığı tecrübeleri anlatışına tanık olmuşsunuzdur belki. Benim en çok hatırladığım bir kadın, ölmeyi dileyecek kadar acı çektiğini, tüm vücudunun sızım sızım sızladığını ve şuurunu kaybedecek raddeye geldiğini anlatmıştı. Ben yine de tarantizm vakalarının birkaçının (kadın hasta çoğunluğunu da göz önüne alarak) basit bir histeri krizi olduğunu düşünmekteyim. Evlenme çağına gelmiş arzulu bir kadının saçını başını dağıtarak yerlerde sürünmesi, üstünü başını yırtarak çığlıklar atması, bu tanıyı düşündürüyor. Üstelik bu krizi müzik ve dans eşliğinde atlatmış ve içinde kompleks olmuş sorunlardan deşarj olmuştur. Oh ne güzel!
Eski dönemlerde, modern reanimasyon teknikleri olmadığı için alternatif tıp yöntemlerinin benimsenmesi işten bile değildir. Nihayetinde müzikle terapi denen, günümüzde de uygulanan yöntem çok eskilerden beri uygulanmaktaydı. İşte “Tarantella” dediğimiz bu terapi yönteminin kökleri toprak kültüne kadar dayanmaktadır. Hristiyanlık öncesi tarihlerde, müziğin çeşitli eylemlerde bir araç olarak kullanılması yaygındı. Ayinlerin kökeni de buradan gelir. Çoktanrılı Roma’da, Bacchus (Yunanca karşl. Dionysus) kültüne özellikle değinmek istiyorum. Yine toprak kültüne bağlı bu şarap tanrısının yandaşları, ayinsel çılgınlık ve “ecstasy” denen durumu tanımlayacak hareketlerde bulunurlardı. Şarap veya başka uyarıcı otlar, girdikleri nörotik tabloyu kolaylaştırırdı. Bacchus rahibeleri, Bacchaeler, yılın belirli dönmelerinde, şarap festivalinde (Bacchanalia’da), yarı çıplak halde kendilerinden geçerek ayinler düzenlerlerdi (Bacchus kültünün üyelerinin çoğunlukla kadın olduğuna dikkat edin). Tüm vücutlarını şarapla yıkar, yapraklara bulanır; ellerindeki def, zil ve maşalarla müzik yaparlardı. Bu kendinden geçmişlik hali (histerik kriz?) bazen ölümcül sonuçlar doğurabilirdi (Yunan mitolojisinde bu rahibeler, yollarına çıkan yarı-tanrı ozan Orfeus’yu parçalarlar ve kafasını denize atarlar). Bazen Bacchanalia ayinlerinde kadehte kan içildiği rivayet olunurdu (şarap kana benzer; ya da gerçekten kan içiyorlardı). Vampirizmin temelleri de buralara kadar uzatılır zaten. Bazen Bacchus’un kendisi de vampir dişli ve boynuzlu olarak tasvir edilir (aslında boynuz bereket sembolüdür). Roma topraklarına Hristiyanlığın gelmesiyle (İtalyanlar koyu Katoliklerdir) bu dinin karşısında duran tüm rakip inançlar tehdit unsuru olarak algılandı. Toprak bereketine bağlı kültlerin tanrıları (Bacchus ve özellikle keçi tanrı Pan) demonlaştırıldı (Şeytan figürünün çıkışı bu tanrılardır). Bu da yetmedi, toprak kültüne bağlı kalan köylüler de etiketlendi: Villain (kötü karakter). Bu terimin kökeni “village” köy demektir. Neyse, tarantellada da bu toprak kültünün etkilerini görmekteyiz. Genellikle köylüler tarafından tarlada icra edilmesi, dansın ve müziğin Bacchanalia’dan miras unsurlar taşıması, ve özellikle toprak üzerinde yalınayak gerçekleştirilmesi (toprakla yakın temas kurulması) bu savı destekler niteliktedir. Tarantella-Scalza, yalınayak tarantella demektir. Yalınayak yapılan dansla ritm ve duygular daha iyi ifade edilir. Dansa eşlik eden müzikte genelde değişmeyen bazı enstrümanlar kullanılır. Bunlar def (tamburello, tamorra), kastanyet, ritm gitar (Chitarra battente), diyatonik harp (Organetto diatonico) veya bir çeşit gayda olan Zampogna’dır. Zampogna ve Organetto ses olarak birbirine çok benzer (ikisi de polifoniktir) ve birbirlerinin yerine kullanılabilir. Tabii ki nihayetinde vokal en önemli enstrümandır. Bazı temsillerde dansçılara, iblis maskesi takan ve Bacchus’u simgeleyen bir dansçı da eklenir.
Dansın birden çok telaffuzu vardır: Tarentule, Tarantel, Tarentelle ve Tarantelle. Belli başlı türleri ise şunlardır:
Tammuriata: Def (tamburin) eşliğinde yapılan dans demektir. Ritm oldukça enerjiktir ve eller, kollar ve vücudun üst bölümünün ritmik hareketleriyle icra edilir. Şarkı sözleri, dansın içeriği ve jestler oldukça erotik olduğu için dini çevrelerce pek iyi karşılanmamış olan dansın kökeni Napoli’dir.
Gargano Tarantella: Gargano, İtalya’nın güney doğusunda bir yarımadadır. Yüzyıllardan beri tarlalarda çalışan işçiler tarafından icra edilen bu dansa, ritm gitarla çalınan serenad benzeri bir müzik eşlik eder. Çift olarak yapılan dansta erkek eşinin etrafında dolaşır, onu tavlamaya çalışır. Bu arada sadece ellerle değil bacak hareketleri ve sıçramalarla da dansı süsler. İndirmek için (bütün müzik parçalarını, sağ tıklayıp “hedefi farklı kaydet”e basarak bilgisayarınıza indirebilirsiniz): tarantella del gargano
Pizzica: Bu kelimenin kökeni iğne (pizzicare) dir. Sözcük, dansın örümcek ısırığının terapisinde kullanıldığına işaret eder. İndirmek için: pizzica
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
İşin garip tarafı müziğin karakteri de ısırığa veya böcek sokmasına benzer. İtalya’nın Salento bölgesi çıkışlı olduğundan genel olarak Pizzica Salentina olarak tellafuz edilen dansın birkaç şekli vardır:
Pizzica Taranta: Asıl terapi dansıdır. Örümcek ısırığından hastalanan kişinin etrafında tercihan bir halka oluşturulur. Enstrümanlar değişebildiği gibi genelde icracılar renkli kıyafetler ve kurdeleler takınırlar (hastaların değişik renklere değişik tepkiler verdiğini hatırlayın). Ellerinde kılıç, su testisi, yelpaze veya ayna bulunabilir. Amaç dans edip şarkı söyleyerek hastayı tedavi etmektir. Eğer zehirin etkisi kişide melankoli uyandırdıysa, tam aksi davranışlarda bulunulur. Yani yüksek enerjili müzikte hızla dansedilir ve kişiye uyarıcı objeler ve renkler gösterilir (msl kırmızı). Eğer zehir kişide ajitasyon ve aşırılık uyandırdıysa, terapi için kullanılan müziğin temposu düşürülür; hastaya mavi gibi sakinleştirici renkler gösterilir. Bu terapi günlerce sürebilir. Bazılarına göre, ısırıktan sorumlu örümcek ölesiye kadar sürdürülmelidir. Her ne kadar din dışı görünse de, dans esnasında hastanın iyileşmesi için azizlere yakarılır.
Pizzica de Core: Kutlama dansıdır ve genelde aile toplantılarında, düğünlerde ve özel günlerde icra edilir.
Pizzica Scherma (bıçak dansı): Bizim kılıç kalkan oyunumuza benzeyen, genelde erkekler arasında yapılan bir danstır. Def çalan erkek çalgıcıların eşliğinde, ellerinde küçük bıçaklar olan köylüler veya tüccarlar, gururlarını gösterircesine dans ederler, yapılan anlaşmaları kutlarlar. Bu anlamda, panayır veya pazar kutlamalarında bereketi kutsamak için yapıldığını düşünmek zor olmayacaktır. 23 Nisan Çocuk Şenliği’nden aşina olduğumuz bir danstır.
Tarantellanın, kalıbı aynı kalmak üzere bölgelere göre değişik versiyonları vardır; En çok bilinen ve kulağa aşina geleni Napoli kaynaklı Napoliten Tarantella’dır (İndirmek için: napoletana tarantella).
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Conco d’Ora da denilen Sicilya adası çıkışlı Sicilian Tarantella (İndirmek için: sicilian tarantella
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
), Napoliten akrabasından oldukça farklıdır. Çizmenin parmak ucundaki Kalabriya bölgesi çıkışlı Tarantella Calabrese (İndirmek için: tarantella calabrese) yine değişik bir versiyondur.
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Tarantella için sayısız örnekten bazıları:
*Mendelssohn Opus 102 No.3
*Franz Liszt Symphony No. 3 in D, D 200 final bölümü
*Frédéric Chopin Tarentelle (Opus 43) (İndirmek için: tarentelle opus 43), özellikle sol el partisyonu dansın enerjisini yansıtacak şekilde, bir örümcek hareketine benzeterek yazılmıştır
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
*Rossini’den “La Danza” bir Napoliten tarantelladır
*Tchaikovsky İtalyan Kapriçyosu’nun finali
*Yine Tchaikovsky’den Fındıkkıran bale süiti: 2. Perde, Sahne III, No.14 Pas de Deux: Adagio (Şeker perisi ve kavalyesinin dansı) Variation I (erkek dansçı için) Tarantella
*Sergei Rachmaninoff 2 piyano için 2 No’lu süiti, Op 17 finali
*Claude Debussy “Danse” bir Tarantelladır
*Interview with the Vampire filminin soundtrackinde 3. parça “Lestat’ın Tarantella’sı”
*The Godfather III soundtrackindeki Sicilya Potpuri’sinde Tarantella vardır
*Harry Potter’da “Tarantallegra” büyüsü (büyü uygulanan kişinin bacaklarının kontrolsüz bir biçimde hızla hareket etmesine sebep olur -tıpkı sözü edilen dans gibi)
*Imprimatur romanı bir tarantella ekseninde kurgulanmıştır.
Özellikle en sondaki örnek üzerine eğilmek istiyorum. Araştırmacı gazeteci karı koca yazarların (özellikle 17. yy üzerinde uzmanlaşmış bir müzikolog olan Francesco Sorti ile filoloji ve din tarihi uzmanı Rita Monaldi) bu eseri; Tarantella ve etrafı hakkında eşi bulunmaz bilgiler veriyor (Imprimatur, Rita Monaldi ve Francesco Sorti. Literatür yayınları 2024). Kitabın arka kapağındaki kılıfta, romanda sözü geçen Barok müziklerin bulunduğu CD, okurların kulağına da hitap etmeyi amaçlıyor. Olayların geçtiği handa, kulaklara devamlı misafir olan bu rondo, karakterlerden biri olan gitarist Robert de Visée’nin enstrümanından çıkıyor (bu arada çok ilginçtir; de Visée hayali bir kahraman değildir. Bir barok lavtisttir. Bu romanı okuduktan sonra eserlerini edinmiştim). Sürprizi açık etmemek için şarkının ne anlama geldiğini söylemiyorum ama bu enigmatik ezgi isminin anlamını tam olarak karşılıyor: Les Baricades Mistérieuses / Gizemli Barikatlar (İndirmek için: les baricades mistérieuses).
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Romanın başkarakteri olan kastrat din adamı tarafından açıklandığı üzere bu eser, sanıldığının aksine saray organisti Francois Couperin’e ait değildir. Bu beste Kircher’indir!
Athanasius Kircher (160?-1680): Alman kökenli efsanevi bir rahip bilimadamıdır. Zamanında o kadar ünlüymüş ki gerçekleştirdiği çok çeşitli yapıtlar, verdiği eserler ve tasarımları ile Leonardo da Vinci’nin rakibi olarak görülürmüş. Günümüzde de okkült öğretilere düşkün olan bazı araştırmacıların baş tacı ettiği bir bilimadamıdır. Mısır hiyeroglifleri üzerinde yaptığı araştırmalar sonucu yayınladığı eserlerler Mısırbilimi (Egyptology) alanında yapı taşı görevi görmektedir. Ayrıca manyetizma üzerine gerçekleştirdiği yapıtları çok konuşulmuş, günümüzde de araştırmacıların göz bebeği olmuştur. Bu çok yönlü adam (sıfat bulmakta güçlük çektiğimden basitçe adam dedim), müzik ve onun etkileri üzerine de araştırmalar yapmıştır. Bakalım, tarantula zehiriyle etkilenmiş hastaların müzik dışında hiçbir şeyle tedavi edilemeyeceğini belirttiği eserinde, Tarantella hakkında neler söylemiş:
“Nasıl ki bir enstrüman bir vakaya güzel ve uygunsa ve diğeri başka vaka için hoş karşılanıyorsa; bu örümceklerin veya insanların natürü ve görünümü gibi özellikleri de göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu yüzden, bir tarantula türü veya diğeri tarafından ısırılan veya sokulan kişi için uygun müzik türünü veya şarkıyı seçmek gerekir. Nitekim Melankoli tarantulası tarafından yaralanan kişi uyuşuk, ağırkanlı ve uykulu bir hale gelir. Eğer asabi tür tarafından ısırılmışsa, bu onu kızgın, değişken, huzursuz, öfkeli ve cinayete meyilli yapar. Bu yüzden yaralı kişiye, belirli bir ton veya müziğin uygun olduğu konusunda karara varılmalıdır.
Bu suretle; melankolik olan ya da bu tür gizli bir zehiri barındıran tarantula tarafından sokulan kişi; nazik yaylılardan çok, trompet ve davul gibi yüksek sesli çalgıların gürültüsüyle uyarılır.
Nitekim, Taranto’dan gelen bir yazıda; davul, tambur, silah sesi, trompet ve buna benzer yüksek sesli enstrümanlar dışındaki çalgılarla asla dansa ikna edilemeyen, zehirlenmiş bir bakire rapor edilmiştir.
Asabi, aksi ve kudurmuş vakalar ise; onların havai ve kolay etkilenen ruhlarına cevap oluşturan; gitar, keman, lut, harpsikord ve benzeri enstrümanların cezbedici sesleriyle, hızla ve kolaylıkla tedavi edilirler.”
Athanasius Kircher
Magnes, sive De Arte Magnetica
Roma, 1641
Özellikle “Romantik Dönem”deki milliyetçiliğe dönüş modasıyla klasik müzik eserlerinde çokça yer alan Tarantella kalıbı hakkındaki yazıma son verirken, bu dansın içinin boşaltılarak önemsiz hale getirildiğini üzülerek belirtiyorum. Artık İtalyan düğünlerinde çalınan tempolu bir dans müziği olmaktan öteye gidemeyen Tarantella, barındırdığı muamma, toprak kültü ve manyetizma unsurlarıyla yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Eğer ilginizi çeker de tecrübe etmek isterseniz; halk çalgıcıları tarafından icra edilen etnik yorumları değil, antik veya barok müzik yapan grupların klasik müzik enstrümanlarıyla gerçekleştirdiği yorumları tercih etmenizi öneririm.
Yazan: Wherearethevelvets