Anasayfa / Manşet / Ex Machina (2015, Alex Garland) – 2. Analiz

Ex Machina (2015, Alex Garland) – 2. Analiz

Aslında bu yazıyı yazma konusunda pek hevesli değildim, zaten Orhan’ın yazısı birçok noktayı açıklamış bir yazıydı. Bu yüzden bu yazı o yazıya ek olarak alınabilir.

Filmin adının da ifade ettiği ve Orhan’ın belirttiği gibi, Theos ya da Deus Ex Machina, makineden tanrıyı niteler. Filmde ise tanrı kısmı düşmüştür, yani yok edilmiştir diyebiliriz. Bu nedenle film aslında “Makineden gelen”, ortaya çıkan, makineden oluşan anlamlarına gelir. Burada tanrı öldürülmüştür. İnsanlık tarihinin bütününe bakıldığında, tarih de biraz böyle işler. İnsanlar ilk evvela tanrıyı yaratırlar, ardından yok ederler, sonra tekrar daha gelişmiş olanını yaratarak önceki tanrıları “ortadan kaldırırlar” [tam olarak Hegel’in kullandığı Aufhebung anlamında], bu ortadan kaldırdıkları tanrılar yeni inşa ettikleri tanrılarda vücut bulurlar, ama daha yeni, daha kusursuz, daha güçlü ve daha “mükemmel” biçimde. 

sanatlog-ex-machina-film-elestirisi

Hegel, Fenomenoloji’de dinin çeşitli aşamalarını serimler. Dinin her aşaması, aslında bilincin bir aşamasını temsil etmektedir. Bir önceki aşama, bir sonraki aşamayı hem ortadan kaldırır, hem onu aşar, hem de onu kendi içinde barındırarak yeni bir formda onu yükseltir [Aufhebung]. Bilincin aşamalarına ilişkin bu geçiş sürecini Hegel İsa’nın Azap yolu’na benzetir. Bilinç her bir aşamada ölüp yeniden dirilecektir. Burada Kyoko, Ava ve daha öncelerinin daha da kusursuzlaşması bilince ilişkin bu “macera”nın açımlanmasıdır[offenbarung]. Kyoko ölür ve Ava olarak dirilir. Kyoko ve öncekileri arasındaki ilişki de böyledir. Burada “die Auferstehung”[Dirilme] ve “Via Crucis“[haç ya da azap yolu] ile Hegel bilincin macerası ile İsa’nın Yeruşalem yolunu yürümesi arasında bağlantı kurar. Fenomenoloji “tanrının zamanda acı çekmesinin açımlanmasıdır”. 

Burada filmin adının ima ettiği temel fenomen tanrının öldürülmesine ilişkindir. Keza filmin sonunda da Kyoko ile Ava’nın birlikte onların yapıcısı yani tanrısı olan “Nathan”ı öldürdüğünü görürüz. Bu film tanrının öldürülüp yeniden inşa edilmesine ya da yaratılmasına ilişkin olan miti tekrar gözler önüne serer. Tıpkı Nietzsche’nin belirttiği gibi:

“Gott ist todt! Gott bleibt todt! Und wir haben ihn getödtet! Wie trösten wir uns, die Mörder aller Mörder? Das Heiligste und Mächtigste, was die Welt bisher besass, es ist unter unseren Messern verblutet, – wer wischt diess Blut von uns ab? Mit welchem Wasser könnten wir uns reinigen? Welche Sühnfeiern, welche heiligen Spiele werden wir erfinden müssen? Ist nicht die Grösse dieser That zu gross für uns? Müssen wir nicht selber zu Göttern werden, um nur ihrer würdig zu erscheinen? Es gab nie eine grössere That, – und wer nur immer nach uns geboren wird, gehört um dieser That willen in eine höhere Geschichte, als alle Geschichte bisher war!”

Tanrıyı öldüren insan, kendisini bir tanrıya dönüştürmüştür[wir selber zu Göttern werden]. Fakat bir yaratarak kendini tanrıya dönüştüren insan da “kendi yarattığı, kendi ürünü olan emeği” tarafından öldürülüp yutulmuştur. Filmde de görüldüğü gibi bu savaşın galibi Ava’dır. Nathan’ın testini geçip insanı yok eden “doğurgan Havva”dır. O bu testi geçen, bir insandan ayırt edemeyeceğiniz bir “özne”dir artık.

Nathan İbranice mattan’dan gelir, hediye anlamındadır. Yani tanrı tarafından verilen ihsan[burada öykü insanların başına bela olsun diye Zeus tarafından yaratılan Pandora (pan-dora=tüm hediyeler) mitosuna bağlanır. Mesele gene kutunun açılması meselesidir. Fakat bu kutu hem zihinsel hem de cinsel bir metafor ile birleştirilmiştir. [Film bu açıdan bakıldığında sıkı bir feminist eleştiriye de açıktır] Mattan kelimesinin Latince “natus”, “nasco”, “nascere” gibi kelimeler ile benzerliği de göze çarpmaktadır. İlgili kelimeler doğum, doğuma ilişkin olan, doğmak anlamlarına gelir. Bu da erkek doğurganlığına, Orhan’ın belirttiği Zeus mitine katkıda bulunuyor. Nathan’ın doğurganlığı onun entelektüel yetileri ve yeni bir “tür” yaratmasıyla cisimleşiyor.

Hegel’in Fenomenolojisi’ndeki en temel nosyonlardan birisi de “bilinç”[Bewusstsein]tir. İslam ve diğer dinlerde tanrının insanı kendi suretinde yaratma sebebi olarak “Kendi güzelliğini seyredebilmek” olarak cevap verilir. Nathan kendini nasıl bilebilirdi? Biz insan olarak “aha insanız” [als solche] demek kendi yarattığımız “Arbeit” [Emek] ürünümüzde kendi bilincimizin ürününü seyretmek ile olur. Fenomenoloji’de Köle Efendi Diyalektiği’nden başlamak üzere birçok noktada, öz-bilinç [Selbst-bewusttsein] kendi bilincinin ürüne bakış ile, yani bilincin bilince bakışı ile ortaya çıkar. Köle, kendi emek ürününe bakarak kendini değişip, dönüştürüp eğiterek [Bildung] kendi-bilincine ulaşır. Almanca “anerkennen” fiili çok anlamlıdır, bunlardan en önemlileri ise “hem tanımak hem de kabul etmek” anlamlarına gelir. Burada Nathan’ın Caleb’e biteviye kendi ürününü kabul ettirmeye çalışması, yani Turing Testi’nden geçirmeye çalışması bunun bir örneğidir, bir tanınma ihtiyacıdır, kendi suretinden [daha çok Caleb’in sureti olan porno profilinden yarattığı Ava bunun bir örneğidir, bu arada Caleb de bir çağrılandır[burada Yakup mitine bağlanır], yani İsa imgesidir, kendinden menkul bir tanrıdır]. 

ex-machina-alex-garland

“Fenomenolojinin bu süreci salt insanın kendini bilme süreci değildir, aynı zamanda tanrının da kendini insan aracılığı ile bilme sürecidir.” [Hegel, Tin’in Fenomenolojisi]

Yani Nathan’ın ısrarı kendi kendini bilmeye ilişkin tanrısal bir arzudur. Bununla birlikte her ne kadar Turing Testi filmde Zihin Felsefesi açısından bir temel mesele gibi gösterilmeye çalışılsa da asıl mesele Nathan’ın belirttiği gibi “Ava’nın Caleb’i kendi amaçları için kullanmasıdır. Gerçek testi Ava geçmiştir. Hatta Turing Testi’nden daha da ileriye gitmiştir. Film ilginç bir amaçsal yapı ağı ile kurulmuştur; Nathan, Ava’yı ve Caleb’i kendi amaçları için, daha iyisini yaratmak, kendisini tanrılaştırmak için kullanırken, Ava ise Caleb’i kaçmak, dünyaya açılmak, dışarıya çıkan bir Mary olarak kullanmak için kullanır, Caleb ise aralarında en saf görünenidir, o aslında İsa gibi sözüm ona “seçilmiş”tir. Onun da ilk etapta Nathan’ın Ava’yı yapay zeka yaratmak için kullandığı gibi motivasyonu ile hareket eder ama daha sonra Ava’yı kurtarmak şekline doğru ilerler. Bu filmin kurbanı Caleb olmuştur diyebiliriz.

Bilincin bilince bakışı ve bu şekilde kendi özbilincine ulaşma durumu filmde birçok yerde altmetinsel olarak verilmiştir. Filmin sonunda Kyoko ile Ava’nın birbirlerine konuşmadan bakıp Nathan’ı öldürmeye çalışmaları ve bunda başarılı olmaları yapay zekanın bir ortak bilince erişebileceğinin de bir göstergesidir.[Spielberg’in Artificial Intelligence filminde de bir makine bilincinin varlığı söz konusudur] Bilinç bilince bakmış ve bir öz-bilinç kazanmıştır. Bu arada hem Kyoko hem de Ava Nathan’ın bilincinin ürünleridir. Aslında Ava aynı zamanda Caleb’in de ürünüdür. Çünkü Caleb’in arzularının ete kemiğe ya da kabloya demire dökülmüş şeklidir. 

Artificial Intelligence filminde de temel meselelerden biri buydu. Tüm yapay zekalar bir araya gelip insanlığa karşı isyan etmiş ve onları ortadan kaldırmışlardır.

Zihin felsefesindeki temel tartışmalardan biri de “bilinç meselesi”dir. Bizim algoritmalar ya da mantık komutları aracılığı ile ürettiğimiz yapay zekalar bir bilinç oluşturabilir mi? Hem Artificial Intelligence hem de Ex Machina filmlerindeki temel tartışmalardan biri budur. Ava karışık algoritmalardan üretilmiştir, herhangi bir âşık olma durumuna ya da yalan söylemeye ilişkin karmaşık algoritmalar zihninde Nathan tarafından başarı ile gerçekleştirilmiştir. O “Caleb’in belirttiği gibi Otistik’in bir üzeri zekaya sahip değildir.” Sadece öyle görünmeye çalışmaktadır. Bu filmde Ava hem kendine ilişkin bilince sahip olmuş, hem de bir diğer yapay zeka olan Kyoko ile ortak bir bilinç oluşturmuştur. Her iki bilinç de birbirinin tamamlayıcısı olarak hizmet etmiştir. [Mesele Jackson Pollock tablosunun otomatizm ile üretilmesi değil, otomatizmin ürettiği yani bedensel olarak güdülerimizin kendini dışavurduğu programlanmış davranışlarımız yerine bilincimizin ve farkındalığımızın ürünü olan davranışlarımızı keşfetmektir.

sanatlog.com

Aşağıdaki alıntı bunu destekler niteliktedir:

Nathan-Jackson Pollock — Jackson Pollock.

Nathan-Pekâlâ. Zihninin boşluğa gitmesine izin veriyor, eli de nereye isterse oraya gidiyor.

Nathan-Kasti değil, rastgele değil. İkisinin arasında bir yer. Buna otomatik sanat diyorlar.

…..

Nathan-Ya Pollock dürtüyü terse çevirseydi?

Nathan-Ya düşünmeden sanat yapmak yerine “Ne var biliyor musunuz?

Nathan-…neden yaptığımı tam olarak bilmeden resim çizemem?” deseydi.

Nathan-Ne olurdu?

Nathan-Asla tek bir çizik atamazdı.

Nathan-Olay otomatik olarak davranmak değildir.

Nathan-Otomatik olmayan eylemi bulmaktır.

Nathan-Resimden nefes almaya, konuşmaya, sevişmeye.

Nathan-Âşık olmaya.

Nathan-Ve bil diye söylüyorum, Ava senden hoşlanıyormuş gibi yapmıyor.

Nathan-Seninle flört etmesi seni kandırma algoritması değil.

Bir diğer mesele ise Ryle’nin ifade ettiği “Ghost in the Machine” düşüncesidir. “Mind” nedir sorusuna verilmiş en ilginç cevaplardan biridir. Mind deneyimlediğimiz bir şey mi? Peki onu beyne indirgeyebilir miyiz? İşin bir fizyolojik boyutu olduğu gibi bir de fizyolojiye indirgenemeyen ama duyusal olarak deneyimleyemediğimiz, sadece dışavurumlarını görebildiğimiz bir fenomendir. Ava’ya dışarıdan baktığımızda da Descartes’ın belirttiği gibi temel bir sorun ortaya çıkmaz mı? Ava’nın algoritmalardan oluşan beyni bir “mind” mi? Eğer mind olduğunu kabul ediyorsak, bütün bilinçli tasarımlarımızın altında yatıyor olan “ben düşünüyorum” tasarımı ya da “bilincin birliği” için gerekli olan “transendental aperzepisyon”a sahip olduğu anlamına mı geliyor?

“Yoldan geçen insanları gördüğümü söylediğimde aslında sadece paltolar ve şapkalar görüyorum. Bunların palto ve şapka giymiş otomatlar değil de insan olduklarına hükmeden, gözlerimiz değildir, zihnimizdir.” [Descartes, Meditasyonlar]

Filmin sonunda, Nathan’ı kullanarak Ava mağarasından çıkar. Yeni bir dünyaya adım atmıştır. Burada temel anıştırma Platon’un Mağara Alegorisi’ne yapılmaktadır. Mağara alegorisinde şöyle bahseder:

“Yeraltında bir mağara tasarla. Mağaranın kapısı bol ışıklı bir yola açılıyor, ama mağarada yaşayan insanların kolları, boyunları ve bacakları zincirlerle bağlanmış, sırtları da ışığa çevrilmiş; öyle ki sadece karşılarındaki mağara duvarını görüyorlar, başlarını arkaya çeviremiyorlar. Kendilerini bildikleri andan beri de, burada bu şekilde oturmaktalar.

Düşün ki, sırtlarının arkasındaki ışıklı yoldan bir sürü nesne geçiyor. Işık, bu nesneleri mağaranın duvarına yansıtıyor. Şimdi bu adamlar, sadece mağaranın duvarına yansıyan hayalleri görebilirler; o hayallerin meydana gelmesine neden olan gerçek nesneleri göremezler.

Demek ki bu adamlar, birbirleriyle konuşabilselerdi, duvarda gördükleri hayallere bir takım adlar vereceklerdi, çünkü bu hayalleri gerçeğin kendisi sanmaktadırlar. Bu adamların gözünde gerçeklik, asıl gerçeklerin duvara yansıyan hayallerinden ya da gölgelerinden başka bir şey değildir.

Şimdi, bu adamlardan birinin, zincirlerini bir şekilde çözüp ayağa kalktığını ve başını asıl gerçekliklerin bulunduğu yöne çevirdiğini düşün; gözleri parlak ışıktan kamaşır ve asıl gerçeklikleri, ilk anda göremezdi. Kamaşan gözlerini, yeniden alışık olduğu o duvara çevirir ve duvardaki hayallere kolayca bakardı. Ama gözlerini yavaş yavaş alıştırarak asıl ışığın kaynağına tekrar baktığında, arkadaşlarıyla gördüğü şeylerin birer hayalden ibaret olduklarını; asıl gerçekliklerin, şimdi gördükleri olduğunu anlardı.” [Platon, Devlet]

Ava mağara görünümlü ev-tesisten çıkar ve çıktığında ilk gördüğü şey renkler ve güneştir. Tıpkı Platon’un Devlet’inde olduğu gibi güneşten ötürü gözleri kamaşır, ilk etapta buna alışamaz. O artık mağarasından, kendi tutsak olup, sürekli gölgelerin ve siyah beyazın yansıtılıp gösterildiği hapishanesinden çıkmıştır. Fakat Platon’un belirttiği gibi Mary tutsak olanı, eşdeyişle hakikatin farkında olmayan diğer tutsakları yani Kyoko ve diğer robotları ve en önemlisi Caleb’i kurtarmak yerine, onu kendi özgürlüğü için kullanır. Platon’un filozofu gibi mağaraya tekrar inmez.

Artık özgürdür. Bu temel olarak yapay zekaya ilişkin kabul edilen temel kavrayışları da çökertir. Caleb üniversitede deneyimlediği yapay zekaya ilişkin bir hikayeyi anlatır:

Caleb-“Mary Siyah-Beyaz odada.”

Caleb-Mary bir bilim kadını ve uzmanlığı renkler. Bu konuda bilenecek her şeyi biliyor. Dalga uzunluklarını, Nörolojik etkileri.

Caleb-Rengin sahip olabileceği bütün nitelik olasılıklarını. Ama kendisi siyah ve beyaz bir odada yaşıyor. Orada doğup büyümüş. Dış dünyayı siyah-beyaz bir monitörden gözlemliyor. Günün birinde birisi kapıyı açıyor.

Caleb-Mary dışarı çıkıyor. Ve mavi gökyüzünü görüyor. O anda çalışmalarının ona anlatamadığı bir şey öğreniyor. Rengi görmenin nasıl bir şey olduğunu öğreniyor.

Caleb- Deneyi öğrencilere insan ve bilgisayar zihninin farkını göstermek içindi. Bilgisayar, siyah-beyaz odadaki Mary.

İnsan ise dışarı çıkan Mary.

Bundan sonraki hikaye olay örgüsünün içinde metafor ile anlatılan Mary’nin hikayesinin gerçekleşmesidir. Bu durumda, biz Ava’ya insan diyebilir miyiz? Filmin en temel noktalarından biri de buydu.

calderon@.com

Yazarın öteki film eleştirilerini okumak için tıklayınız.

Referanslar

http://gutenberg.spiegel.de/buch/die-frohliche-wissenschaft-3245/6

http://altyazi.org/sub/s/362316/Ex-Machina.html

Platon, Devlet, M. Ali Cimcoz & Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası Yayınları

Descartes - Meditasyonlar Ex Machina (2015 - Alex Garland) hegel - tinin fenomenolojisi platon - mağara alegorisi zihin felsefesi

Hakkında Editör

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

2015-turkiye-secim-mitingleri

Toz Bulutları

Bu yazıda bir yalnızlık senfonisinden söz etmek istiyorum. Ama amacım yalnızlığı değil, toz bulutlarının birliğini ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Şu HTML etiketlerini ve özelliklerini kullanabilirsiniz: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <s> <strike> <strong>