1 Film 3 Analiz: Alfred Hitchcock’un Vertigo’su (1. Analiz) yazısına yapılan yorumlar http://sanatlog.com/sanat/1-film-3-analiz-alfred-hitchcockun-vertigosu-1-analiz/ Sanatla büyüyenlere... Tue, 09 Nov 2024 23:00:40 +0000 hourly 1 http://wordpress.org/?v=3.0.1 Yazar: Editör (sinefil78) http://sanatlog.com/sanat/1-film-3-analiz-alfred-hitchcockun-vertigosu-1-analiz/comment-page-1/#comment-4012 Editör (sinefil78) Tue, 23 Feb 2024 00:17:52 +0000 http://sanatlog.com/?p=3601#comment-4012 Evet, Vertigo, jeneriğinden başlayarak dairesel/sarmal/çembervari bir sistem üstüne inşa edildiğinden ikilemelerle öykü sürekli çoğaltılıyor; aslında tekrarlanıyor. Sözgelimi: "İki" kere çan kulesine çıkılıyor. Aynı vücutta "iki" kadın (Madeleine ve Judy) var. Biri "sembolik" öteki "gerçek" "iki" ölüm gerçekleşiyor. Scottie aynı mekanlara "iki" kez gidiyor: otel, lüks restoran, mezarlık, müze vb. Örnekler çoğaltılabilir... Yani: Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliniyor. İster çıkışsızlık diyelim, ister kendini tekrar etme, ister sonsuz çoğaltma; sarmal/dairesel olan budur. Görsel metafor merdiven -ki o bile sarmal olarak tasarlanmıştır. Evet, Vertigo, jeneriğinden başlayarak dairesel/sarmal/çembervari bir sistem üstüne inşa edildiğinden ikilemelerle öykü sürekli çoğaltılıyor; aslında tekrarlanıyor. Sözgelimi:

“İki” kere çan kulesine çıkılıyor.
Aynı vücutta “iki” kadın (Madeleine ve Judy) var.

Biri “sembolik” öteki “gerçek” “iki” ölüm gerçekleşiyor.
Scottie aynı mekanlara “iki” kez gidiyor: otel, lüks restoran, mezarlık, müze vb.

Örnekler çoğaltılabilir… Yani:

Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliniyor. İster çıkışsızlık diyelim, ister kendini tekrar etme, ister sonsuz çoğaltma; sarmal/dairesel olan budur. Görsel metafor merdiven -ki o bile sarmal olarak tasarlanmıştır.

]]>
Yazar: kusagami http://sanatlog.com/sanat/1-film-3-analiz-alfred-hitchcockun-vertigosu-1-analiz/comment-page-1/#comment-3989 kusagami Sat, 20 Feb 2024 17:18:14 +0000 http://sanatlog.com/?p=3601#comment-3989 aslında ben de aynı şeyi savunuyorum, film noir'in izleri günümüzde dediğin gibi bir tarz, üslup şeklini almış, bu kabul edilebilir. yukarıda bahsettiğim gibi film noir bir tarz olarak kabul edilecekse günümüz sineması için bu söylem geçerlilik kazanıyor. aslında pozitif şok hakkında vertigo yazımda, ufacık değinmeler yaptım, temelde vertigo da aynı problematik üzerinden seyrediyor. ancak bu 'pozitif şok'u biraz karıştırmak gerekiyor. vertigo için belirttiğim hazırbulunuşluluk durumunu burda yenilemek ve farklı bir yola sürüklemek istiyorum. marnie şayet final sahnesinde yaşadığı şoku filmin ortasında yaşasaydı, aynı sonuçla karşılaşıp frijitlikten kurtulabilir miydi? bana göre bu sorunun cevabı hayırdır. ilk travmada yaşanan olaylardan kurtulabilmek için aynı travmayı bir daha yaşaması gerekliliğine inanmıyorum. olayı çembersel düzlemde irdeleyelim ve yaşanan ilk travmayı çemberin ilk noktası olarak ele alalım. kişi bu travmadan kurtulabilmek için öncelikle ilk noktaya gelmek zorunda, ancak ilk travmanın yaşandığı 'an'ı geçtiği için bir sonraki 'an'ı yani çemberin ilk noktasına bir daha gelmelidir. şayet filmin ortasında (bir anlamda çemberin ortasında da diyebiliriz) böyle bir şey yaşanmış olsaydı, tıpkı vertigo'daki gibi filmin ortasında gerçekleşen ve scottie'nin başarısızlığıyla sonuçlanan bir durumla karşılaşırdık. yani marnie asla kurtulamazdı. scottie de final sahnesinde kurtuluyor kendi travmasından. yaşadığı ilk anksiyete ile son anksiyete arasındaki fark çemberdeki ilk nokta ile son nokta arasındaki fark gibidir. yani bir fark yoktur. çemberin ilk noktası aynı zamanda son noktası değil midir? çember bir anlamda yaşantıları temsil ediyor ve kendiliğinden ilerleyen zamana bağlı bir süreç değil, bireyin kendi kontrolü -ya da kontrolsüzlüğü- içerisinde gelişen olayları temsil ediyor. yani bir film gibi. o zaman şöyle bir nokta yakalıyoruz. film scottie'nin korkusu üzerine yapılmış bir film olarak da okunabilmektedir. yani madeliene yine bir nesne, bir figüran haline dönüşüyor. my fair lady'i açmaya gerek yok aslında, sadece benzer temaya sahip iki filmden birinin neden başyapıt sayılırken diğerinin neden sıradan bir film olduğunun altını çizmek için verdim örneği :) aslında ben de aynı şeyi savunuyorum, film noir’in izleri günümüzde dediğin gibi bir tarz, üslup şeklini almış, bu kabul edilebilir. yukarıda bahsettiğim gibi film noir bir tarz olarak kabul edilecekse günümüz sineması için bu söylem geçerlilik kazanıyor.

aslında pozitif şok hakkında vertigo yazımda, ufacık değinmeler yaptım, temelde vertigo da aynı problematik üzerinden seyrediyor. ancak bu ‘pozitif şok’u biraz karıştırmak gerekiyor. vertigo için belirttiğim hazırbulunuşluluk durumunu burda yenilemek ve farklı bir yola sürüklemek istiyorum. marnie şayet final sahnesinde yaşadığı şoku filmin ortasında yaşasaydı, aynı sonuçla karşılaşıp frijitlikten kurtulabilir miydi? bana göre bu sorunun cevabı hayırdır. ilk travmada yaşanan olaylardan kurtulabilmek için aynı travmayı bir daha yaşaması gerekliliğine inanmıyorum.

olayı çembersel düzlemde irdeleyelim ve yaşanan ilk travmayı çemberin ilk noktası olarak ele alalım. kişi bu travmadan kurtulabilmek için öncelikle ilk noktaya gelmek zorunda, ancak ilk travmanın yaşandığı ‘an’ı geçtiği için bir sonraki ‘an’ı yani çemberin ilk noktasına bir daha gelmelidir. şayet filmin ortasında (bir anlamda çemberin ortasında da diyebiliriz) böyle bir şey yaşanmış olsaydı, tıpkı vertigo’daki gibi filmin ortasında gerçekleşen ve scottie’nin başarısızlığıyla sonuçlanan bir durumla karşılaşırdık. yani marnie asla kurtulamazdı. scottie de final sahnesinde kurtuluyor kendi travmasından. yaşadığı ilk anksiyete ile son anksiyete arasındaki fark çemberdeki ilk nokta ile son nokta arasındaki fark gibidir. yani bir fark yoktur. çemberin ilk noktası aynı zamanda son noktası değil midir?

çember bir anlamda yaşantıları temsil ediyor ve kendiliğinden ilerleyen zamana bağlı bir süreç değil, bireyin kendi kontrolü -ya da kontrolsüzlüğü- içerisinde gelişen olayları temsil ediyor. yani bir film gibi. o zaman şöyle bir nokta yakalıyoruz. film scottie’nin korkusu üzerine yapılmış bir film olarak da okunabilmektedir. yani madeliene yine bir nesne, bir figüran haline dönüşüyor.

my fair lady’i açmaya gerek yok aslında, sadece benzer temaya sahip iki filmden birinin neden başyapıt sayılırken diğerinin neden sıradan bir film olduğunun altını çizmek için verdim örneği :)

]]>
Yazar: Editör (sinefil78) http://sanatlog.com/sanat/1-film-3-analiz-alfred-hitchcockun-vertigosu-1-analiz/comment-page-1/#comment-3981 Editör (sinefil78) Fri, 19 Feb 2024 22:36:24 +0000 http://sanatlog.com/?p=3601#comment-3981 Evet, kara film ve türsel şemalarda kalmış idik. Alphaville'in yanına Dark City'i ya da The Thirteenth Floor'u koyduğumuzda noir'ın izlediği yolu yakınen görmüş oluruz. Bilim kurgunun dışına konumlanıp kriminal bağlamda Fight Club'ı da anarsak ve hatta Gotham'ı postmodern Birleşik Devletler'e uyarlayan ve dünya çapında büyük hayran kitlesi kazanan Nolan'ın The Dark Knight'ını da eklersek, kara filmin sınırlarının birbirinden farklı birçok filmde karşımızda belirdiğini görürüz. Bu da bizi film noir'ın önünde sonunda bir tarz, bir sinemasal yaklaşım tarzı olduğu sonucuna götürecektir. Dolayısıyla uzun uzun yazmaya gerek yok; zira yukarıda da örnekler vermeye çalıştım... Adını andığım filmler de anımsandığında, her şey daha da berraklaşıyor. Bu arada elbette türler ölebilir; fakat Leone'nin dediği gibi, "asıl ölen sinemanın kendisidir." Godard 50 yıldır bunu kanıtlamaya çalışmıyor mu? Ama Blade Runner örneğinin bizi aynı kavşakta buluşturmasına sevindim... Yine de yalnız değilsin bu konuda; film noir'ın tür olduğunu düşünen çok kişi var... "Pozitif şok" bahsinde Marnie ile The Paradine Case örneklerine de katılıyorum. Marnie'deki at sahnesini anımsayamadım; fakat bahsini açıp hatırlatırsan bahsedebiliriz yine. Annesi ile yaşadığı son sahneyi ise iyi anımsıyorum. Burada flash-back bizi doğrudan malum travmaya, çocukluk travmasına götürüyor, Geçmiş, "anımsandığında," "geride bırakılmış" da oluyor doğal olarak. "Hasta hatırladığı an, unutmuştur." Yani negativiteden pozitif şok'a zincirleme bir geçiş söz konusu; tamamıyla katılıyorum... The Paradine Case'de ise mahkemedeki şok, elbette negatiftir. Fakat avukatın gerçeğe gözlerini açmasını da sağlamıştır. Artık tüm utancına rağmen ait olduğu yere, karısının yanına dönmekte gecikmeyecektir... My fair Lady'i açalım mı, emin değilim. Vertigo'nun yanında epeyi zavallı duruyor bu film :) Ama verdiğin örnekte haklısın... Seçim (Calderon de la barca), Borges-Paul Eluard bağlantısı da kulağa hoş geliyor hani :) Evet, kara film ve türsel şemalarda kalmış idik.

Alphaville’in yanına Dark City’i ya da The Thirteenth Floor’u koyduğumuzda noir’ın izlediği yolu yakınen görmüş oluruz. Bilim kurgunun dışına konumlanıp kriminal bağlamda Fight Club’ı da anarsak ve hatta Gotham’ı postmodern Birleşik Devletler’e uyarlayan ve dünya çapında büyük hayran kitlesi kazanan Nolan’ın The Dark Knight’ını da eklersek, kara filmin sınırlarının birbirinden farklı birçok filmde karşımızda belirdiğini görürüz. Bu da bizi film noir’ın önünde sonunda bir tarz, bir sinemasal yaklaşım tarzı olduğu sonucuna götürecektir. Dolayısıyla uzun uzun yazmaya gerek yok; zira yukarıda da örnekler vermeye çalıştım… Adını andığım filmler de anımsandığında, her şey daha da berraklaşıyor. Bu arada elbette türler ölebilir; fakat Leone’nin dediği gibi, “asıl ölen sinemanın kendisidir.” Godard 50 yıldır bunu kanıtlamaya çalışmıyor mu? Ama Blade Runner örneğinin bizi aynı kavşakta buluşturmasına sevindim… Yine de yalnız değilsin bu konuda; film noir’ın tür olduğunu düşünen çok kişi var…

“Pozitif şok” bahsinde Marnie ile The Paradine Case örneklerine de katılıyorum. Marnie’deki at sahnesini anımsayamadım; fakat bahsini açıp hatırlatırsan bahsedebiliriz yine. Annesi ile yaşadığı son sahneyi ise iyi anımsıyorum. Burada flash-back bizi doğrudan malum travmaya, çocukluk travmasına götürüyor, Geçmiş, “anımsandığında,” “geride bırakılmış” da oluyor doğal olarak. “Hasta hatırladığı an, unutmuştur.” Yani negativiteden pozitif şok’a zincirleme bir geçiş söz konusu; tamamıyla katılıyorum… The Paradine Case’de ise mahkemedeki şok, elbette negatiftir. Fakat avukatın gerçeğe gözlerini açmasını da sağlamıştır. Artık tüm utancına rağmen ait olduğu yere, karısının yanına dönmekte gecikmeyecektir…

My fair Lady’i açalım mı, emin değilim. Vertigo’nun yanında epeyi zavallı duruyor bu film :) Ama verdiğin örnekte haklısın…

Seçim (Calderon de la barca), Borges-Paul Eluard bağlantısı da kulağa hoş geliyor hani :)

]]>
Yazar: kusagami http://sanatlog.com/sanat/1-film-3-analiz-alfred-hitchcockun-vertigosu-1-analiz/comment-page-1/#comment-3963 kusagami Wed, 17 Feb 2024 00:06:56 +0000 http://sanatlog.com/?p=3601#comment-3963 Öncelikle iki defa yorum yazma girişimim başarısızlıkla sonuçlandı demek istiyorum. Yorumları yazdıktan sonra sunucu bulunamıyor ibaresiyle karşılaşınca yazdıklarımın hepsi güme gitti. Bu eylem iki kere tekrarlanınca hem yorum yazmaktan soğudum hem de kendime bu konuda biraz içerledim. Öncelikle Hakan Hocamın belirttiği film noir'in bir tarz olmaktan çok bir tür hatta ölü bir tür olduğunu belirtmek isterim. Zaten formülasyonları açık belli başlı birkaç tür bulunuyor (bilim kurgu, Film-noir, western, Müzikal vs), geriye kalan diğer bütün türler bu ana türlerin melezlenmesinden doğuyor. Tıpkı ana renklerin ve onların bir araya gelmesinden dolayı oluşan renk çemberi gibi sinema tür ve akımları da aynı mantıkla işlerlik kazanıyor. Film noir ise western gibi zamanı aşınmış ve geriye sadece birkaç izleğinin kullanıldığı bir tür. Eğer film-noir'i bir tarz ya da üslup olarak kullanacaksak aynı şekilde western gibi keskin çizgileri olan bir türü de bir tarz olarak benimsememiz gerekir ki bu bana biraz da kalıbına sığdıramama anlamını veriyor. Örneğin Taxi Driver gibi bir filmi yine western kalıplarını kullanarak açmak ya da Kirli Harry serisinde western türünün izlerine rastlamak mümkün. Bence burda türsel bir evrimden bahsetmek konuyu biraz daha açmamıza yardımcı olacaktır. Film-noir tür olarak varolmuş ve yok olmuş bir türdür. (Touch of Evil bu konuda kesin bir milattır bana göre) Ancak bu yok oluş tamamen bir yok olma anlamına gelmiyor. Burdaki yok olma daha çok belli alt türlere ayrılma, evrilme ya da formüllerini çapraz dölleme ile başka türlere sunma olarak karşımıza çıkıyor. Bunun en güzel örneği de verilmiş zaten; Blade Runner. Calderon hocam'ın dediği gibi filmi salt bir janr mekanizması içinde değerlendirmek oldukça basite kaçmak olur. Ancak Film-noir izleri taşımasına rağmen Blade Runner en saf haliyle Bilim-kurgu'nun alt türlerini daha fazla içermektedir. Dikkat edilirse bilim-kurgu da Film-noir gibi birçok alt türü kendi başlığı altında inceleme fırsatını tanır bizlere. Fantastik, distopik, ütopik, apokaliptik, fütüristik vs. Film noir'de ise neo-noir, futurist noir (Hakan hocam daha iyi biliyor bunları) gibi. O halde film noir bir (ölü) türdür. Ve yaşamını mutual olarak diğer türler arasında idame ettirmeye çalışan bir türdür. Tıpkı Alien filminde yaşamını sürdürmek zorunda olan yaratık gibi. Blade Runner'ı ise ben daha çok Orwellvari bir dünya ile Cyberpunk (mutasyona uğramış bilimkurgu alt türü diyelim) gibi bir karma olarak görüyorum. Temelde yine varoluşçu bir benliği keşfetme arzusu ya da iyi-kötü çatışması üzerine yığabilirim. Noir etkileri ise yadsınamaz. -Bu durumda film noir'i bir tarz olarak kabul edebileceksek edebiliriz, başka türlüsü pek mantıklı gelmiyor bana- Calderon Hocam'ın bahsettiği kadın'ın gelişmemiş versiyonu ya da antik Yunan'daki yansımaları zaten bizi direkt olarak Vertigo'ya çıkarır. Aslında Vertigo bilakis bu konuda sinema tarihinin kendisidir. Yunan mitolojisinde bildiğimiz Pygmallion ve onun heykelini yaptığı kadın- bir nevi onu yontarak değiştirir ve kendi ihtiyacına göre şekillendirir- Sinemada sürekli mevzu bahis edilen bir konudur. Örneğin Bernard Shaw'ın Pygmallion eserinden uyarlanan Cukor'un My fair Lady'si konumuz açısından oldukça güzide bir örnektir. Filmin asıl teması yine bir kadının bir erkek tarafından değiştirilmeye çalışılmasıdır. Kaba, görgüsüz, ağzı bozuk bir kadının değiştirilip burjuvalaştırılmaya, görgüleştirilmeye çalışılması, yontulmasıdır. Ancak maalesef film bunun bilincinde değildir ya da bu bilinç inşa edilmez, filmin de zaten en büyük eksiği budur. Ancak Vertigo Hakan hocam'ın dediği gibi Scottie'nin filmidir. Bunun en güzel örneğini hikayenin sonunu filmin bitmesinden uzun süre önceden öğrenip ve bunu artık önemseyecek durumda olmamızdır. Yani en temel sorun Scottie'nin Madelien'i değiştirme, yontma sorunudur. Yani film ya da Hitchcock bu değiştirmenin bilincindedir. İlk yorumumda bahsetmek istediğim şey de buydu aslında. Ona bakarsak My fair Lady gibi bir filmi de Vertigo'nun yanına koymamız gerekir. Öncelikle iki defa yorum yazma girişimim başarısızlıkla sonuçlandı demek istiyorum. Yorumları yazdıktan sonra sunucu bulunamıyor ibaresiyle karşılaşınca yazdıklarımın hepsi güme gitti. Bu eylem iki kere tekrarlanınca hem yorum yazmaktan soğudum hem de kendime bu konuda biraz içerledim.

Öncelikle Hakan Hocamın belirttiği film noir’in bir tarz olmaktan çok bir tür hatta ölü bir tür olduğunu belirtmek isterim. Zaten formülasyonları açık belli başlı birkaç tür bulunuyor (bilim kurgu, Film-noir, western, Müzikal vs), geriye kalan diğer bütün türler bu ana türlerin melezlenmesinden doğuyor. Tıpkı ana renklerin ve onların bir araya gelmesinden dolayı oluşan renk çemberi gibi sinema tür ve akımları da aynı mantıkla işlerlik kazanıyor. Film noir ise western gibi zamanı aşınmış ve geriye sadece birkaç izleğinin kullanıldığı bir tür. Eğer film-noir’i bir tarz ya da üslup olarak kullanacaksak aynı şekilde western gibi keskin çizgileri olan bir türü de bir tarz olarak benimsememiz gerekir ki bu bana biraz da kalıbına sığdıramama anlamını veriyor. Örneğin Taxi Driver gibi bir filmi yine western kalıplarını kullanarak açmak ya da Kirli Harry serisinde western türünün izlerine rastlamak mümkün. Bence burda türsel bir evrimden bahsetmek konuyu biraz daha açmamıza yardımcı olacaktır. Film-noir tür olarak varolmuş ve yok olmuş bir türdür. (Touch of Evil bu konuda kesin bir milattır bana göre) Ancak bu yok oluş tamamen bir yok olma anlamına gelmiyor. Burdaki yok olma daha çok belli alt türlere ayrılma, evrilme ya da formüllerini çapraz dölleme ile başka türlere sunma olarak karşımıza çıkıyor. Bunun en güzel örneği de verilmiş zaten; Blade Runner.

Calderon hocam’ın dediği gibi filmi salt bir janr mekanizması içinde değerlendirmek oldukça basite kaçmak olur. Ancak Film-noir izleri taşımasına rağmen Blade Runner en saf haliyle Bilim-kurgu’nun alt türlerini daha fazla içermektedir. Dikkat edilirse bilim-kurgu da Film-noir gibi birçok alt türü kendi başlığı altında inceleme fırsatını tanır bizlere. Fantastik, distopik, ütopik, apokaliptik, fütüristik vs. Film noir’de ise neo-noir, futurist noir (Hakan hocam daha iyi biliyor bunları) gibi.

O halde film noir bir (ölü) türdür. Ve yaşamını mutual olarak diğer türler arasında idame ettirmeye çalışan bir türdür. Tıpkı Alien filminde yaşamını sürdürmek zorunda olan yaratık gibi.

Blade Runner’ı ise ben daha çok Orwellvari bir dünya ile Cyberpunk (mutasyona uğramış bilimkurgu alt türü diyelim) gibi bir karma olarak görüyorum. Temelde yine varoluşçu bir benliği keşfetme arzusu ya da iyi-kötü çatışması üzerine yığabilirim. Noir etkileri ise yadsınamaz. -Bu durumda film noir’i bir tarz olarak kabul edebileceksek edebiliriz, başka türlüsü pek mantıklı gelmiyor bana-

Calderon Hocam’ın bahsettiği kadın’ın gelişmemiş versiyonu ya da antik Yunan’daki yansımaları zaten bizi direkt olarak Vertigo’ya çıkarır. Aslında Vertigo bilakis bu konuda sinema tarihinin kendisidir. Yunan mitolojisinde bildiğimiz Pygmallion ve onun heykelini yaptığı kadın- bir nevi onu yontarak değiştirir ve kendi ihtiyacına göre şekillendirir- Sinemada sürekli mevzu bahis edilen bir konudur. Örneğin Bernard Shaw’ın Pygmallion eserinden uyarlanan Cukor’un My fair Lady’si konumuz açısından oldukça güzide bir örnektir. Filmin asıl teması yine bir kadının bir erkek tarafından değiştirilmeye çalışılmasıdır. Kaba, görgüsüz, ağzı bozuk bir kadının değiştirilip burjuvalaştırılmaya, görgüleştirilmeye çalışılması, yontulmasıdır. Ancak maalesef film bunun bilincinde değildir ya da bu bilinç inşa edilmez, filmin de zaten en büyük eksiği budur. Ancak Vertigo Hakan hocam’ın dediği gibi Scottie’nin filmidir. Bunun en güzel örneğini hikayenin sonunu filmin bitmesinden uzun süre önceden öğrenip ve bunu artık önemseyecek durumda olmamızdır. Yani en temel sorun Scottie’nin Madelien’i değiştirme, yontma sorunudur. Yani film ya da Hitchcock bu değiştirmenin bilincindedir. İlk yorumumda bahsetmek istediğim şey de buydu aslında. Ona bakarsak My fair Lady gibi bir filmi de Vertigo’nun yanına koymamız gerekir.

]]>
Yazar: operadaki sessizlik http://sanatlog.com/sanat/1-film-3-analiz-alfred-hitchcockun-vertigosu-1-analiz/comment-page-1/#comment-3958 operadaki sessizlik Tue, 16 Feb 2024 15:34:38 +0000 http://sanatlog.com/?p=3601#comment-3958 Bu örnekler çok açıklayıcı oldu benim açımdan. Tarz açısından Blade Runner’ın neyi yansıtıp yansıtmadığını anlayabiliyorum. Kara filmin geldiği aşama da ortada. Çok teşekkürler… Notorious ile Shadow of a Doubt örneği tam isabet. Aynı şekilde The Paradine Case’deki mahkeme sahnesini de ekleyebiliriz. Zanlı Alida Valli, cinayet ile suçlanıyordu, Avukat Gregory Peck ise onu kurtarmaya çalışıyordu. Mahkemede ansızın Valli suçunu itiraf ediyor, avukatı zor durumda bırakıyordu. Normal koşullarda böyle bir duruma rastlayamazsınız. Bu şok, doğrudan avukatın karısı ile olan ilişkisini tamir etmesine yarıyordu. Bu örnekler çok açıklayıcı oldu benim açımdan. Tarz açısından Blade Runner’ın neyi yansıtıp yansıtmadığını anlayabiliyorum. Kara filmin geldiği aşama da ortada. Çok teşekkürler…

Notorious ile Shadow of a Doubt örneği tam isabet. Aynı şekilde The Paradine Case’deki mahkeme sahnesini de ekleyebiliriz. Zanlı Alida Valli, cinayet ile suçlanıyordu, Avukat Gregory Peck ise onu kurtarmaya çalışıyordu. Mahkemede ansızın Valli suçunu itiraf ediyor, avukatı zor durumda bırakıyordu. Normal koşullarda böyle bir duruma rastlayamazsınız. Bu şok, doğrudan avukatın karısı ile olan ilişkisini tamir etmesine yarıyordu.

]]>