Blue Velvet (1986, David Lynch) – 1. Bölüm yazısına yapılan yorumlar http://sanatlog.com/sanat/blue-velvet-1986-david-lynch-1-bolum/ Sanat için SanatLog Mon, 08 May 2024 20:59:06 +0000 hourly 1 https://wordpress.org/?v=4.7.4 Yazar: Hakan Bilge http://sanatlog.com/sanat/blue-velvet-1986-david-lynch-1-bolum/comment-page-1/#comment-74020 Thu, 30 Oct 2024 20:34:37 +0000 http://sanatlog.com/?p=15444#comment-74020 Çok teşekkür ederim.

]]>
Yazar: ilkay http://sanatlog.com/sanat/blue-velvet-1986-david-lynch-1-bolum/comment-page-1/#comment-74016 Thu, 30 Oct 2024 20:30:54 +0000 http://sanatlog.com/?p=15444#comment-74016 İlham verici yorumlarınız için ben teşekkür ederim. Lynch sineması üzerine ufuk açıcı bir seri oluyor.
Karanlığı ifşa eden bir sinemacının eserlerini aydınlatmak, karanlığa temas etmek kadar meşakkatli bir uğraş.

Devamını sabırsızlıkla bekliyoruz. Kolaylıklar dilerim.

]]>
Yazar: Hakan Bilge http://sanatlog.com/sanat/blue-velvet-1986-david-lynch-1-bolum/comment-page-1/#comment-73990 Thu, 30 Oct 2024 19:37:07 +0000 http://sanatlog.com/?p=15444#comment-73990 postmodern yapıtlardaki merkezsizlik kavramı onun sinemasını da açıklıyor. gösterenler belli bir merkezi işaret etmek yerine merkezsizliği, konumsuzluğu işaret ediyor. filmlerin yapısı gibi karakterler de fraktalize edilmiş. tanrının ölümü zaten bilinen bir şeydi, lynch ise karakterin ölümünü de ilan ediyor diyebiliriz sanırım. bu yüzden, tıpkı söz ettiğiniz gibi özdeşleşim kurabileceğimiz bir karakter yok ortada. anaakım filmlerdeki gibi idealize edilmiş değerler dizgesi de mevcut değil. karakterler gibi seyirci de bir başına.

bu karamsar bir süreç olarak okunabilir mi? aslında bütün bu manevralarda bir mücadele alanı gizli: sinema neyi anlatmamalı ya da neyin üzerine gitmeli sorularını lynch’in filmlerinin kuşattığını düşünüyorum. dünya hollywood’un paketlediği tozpembe bir yer değil. lynch en azından bunu göstererek savaşını başlatıyor. lynchville ya da lynchtown ifadesi tipik americana’nın tasviri açısından önemli terimler. buradan yola çıkarak onun kasabalarının ve ele aldığı temaların çağdaşı bağımsız sanatçılardan farkını ortaya koyduğunu iddia edebiliriz. jarmusch, cronenberg, coenler gibi bağımsız sinemacılar örneğin ara ara dönüp amerika’ya yakın perspektiften bakan filmler çekiyorlar, ama lynch birçok açıdan onlardan ayrılıyor. bununla birlikte bütün bu sanatçılar kendilerine has bir paradigmaya, üsluba sahipler. lynch ürkütücü olana hep biraz daha yakından bakmayı deniyor diyebiliriz.

eklemem gereken son bir şey var: onun filmleri kanımca herhangi bir korku filminden daha ürkünç. aslında örneğin lost highway’i ya da mulholland drive’ı korku filmi bağlamında okumak mümkün. psikolojik şiddetin tasviri daha önemli gibi görünüyor. birçok filminde korku filmlerinde rastlanmayacak gariplikler var. onun sineması birçok türün bileşimi olduğu için türlerarası geçişliliği imliyor desek yeridir. bu aynı zamanda postmoderni tanıtlamak için malzeme veriyor: bir postmodern yapıtta tür yoktur, tür kolajı vardır, türlerarası geçişlilik söz konusudur ve romancı ya da yönetmen geleneksel türleri alarak pastiş yapar, ironize eder ya da sorunsallaştırır. bütün bunlar yapıta karnavalesk bir hava katar. lynch’in de bunu yaptığını/amaçladığını söyleyebiliriz diye düşünüyorum.

katkılar için tekrar teşekkürler.

]]>
Yazar: ilkay http://sanatlog.com/sanat/blue-velvet-1986-david-lynch-1-bolum/comment-page-1/#comment-73921 Thu, 30 Oct 2024 16:33:09 +0000 http://sanatlog.com/?p=15444#comment-73921 Nietzsche’yle kurduğunuz denklik Lynch’İn ana akımdan kopuşuna çok uygun düşüyor gerçekten de, döngüsel yapı kullanması, zıtlıkları tek bir potada eritmesi, iyi kötü kavramının ötesine geçmesi ve kendi varoluşunun ilanı ya da kendi gerçeklik tasavvurunun ifadesi dışında seyirciye somut hiçbir çözüm sunmaması etc. Gerçi Nietzsche felsefeden ve filozoflardan nefret ederdi, bildiğim kadarıyla Lynch sinemadan nefret etmiyor, var olmasını sağlayan yegane araçtan nefret etmek sadece Nietzsche gibi bir çılgına mahsus olsa gerek. Bunlar aslında dediğiniz gibi post-modern eserlerin az çok tümünde saptanabilir nitelikler. Ama bana öyle geliyor ki, Lynch’i sadece ana akımdan değil, ana akım dışında eser üretenlerden de ayıran bir şeyler mevcut. Bunun ne olduğunu henüz adamakıllı tanımlayamıyorum ama hiç değilse şahsi zevklerim üzerinden konuşursam, bir Lynch filminde bana zevk veren (ve başka filmlerde çok sık rastlayamadığım) asıl öge, temelinde yetişkinlerin (babanın) dünyasına karşı yabancılık çeken fesatlık dolu bir bakma biçiminin bulunduğu o tekinsizlik hissiyatı, güvende olmama hâli. “Tamam da, bu hissiyat ana akım korku filmlerinde de var”, diyenler olabilir belki ama onlar Lynch’in kurduğu çok katmanlı atmosfere kıyasla fazlasıyla sığ kalıyorlar. Ve hepsinden önemlisi, “ben” dediğimiz mekanizmanın Lynch filmlerinde hiç durmadan yer değiştirmesi, seyircinin kiminle özdeşleştiğini şaşırır bir hâle gelmesi muazzam bir özgürlük hissi yaratıyor. Her şey bir yana kesin olan bir şey var ki, Lynch filmleri, üzerine düşünmesi, sohbet etmesi en zevkli filmlerden.

Selamlar

]]>
Yazar: Hakan Bilge http://sanatlog.com/sanat/blue-velvet-1986-david-lynch-1-bolum/comment-page-1/#comment-71895 Sun, 26 Oct 2024 21:49:28 +0000 http://sanatlog.com/?p=15444#comment-71895 teşekkür ederim.

kesinlikle söylenebilir. blue velvet ile lost highway örneği biçimsel olarak benzeştiği için sadece bu iki filmi örnek gösterdim. diğer filmleri açılış-kapanış düzleminde benzeşmese de ruhsal düzeyde benzeşiyorlar ve dolayısıyla izlediklerimiz aslında tek bir film, ayrı ayrı filmler değil. lynch filmlerini tek bir filmin çeşitlemeleri şeklinde yorumluyorum. zaten yazmaya devam ettikçe bu düşüncem de kesinleşti. aslında hep aynı filmi izliyoruz ve sizin de vurguladığınız gibi değişen bir şey olmuyor. baki kalan gerilim, değişmezlik ve aynılık hissi, kısırdöngü, çözümsüzlük vb.

straight story’de bile kısmen bir döngüsellikten bahsedilebilir. filmdeki yolculuk bile içsel bir yolculuk bence. kazada ölen geyiklerin sayısı ile alvin’in ölen çocuklarının sayısı aynı. bu sahne yolculuğun gerçek olmadığını, içsel düzeyde gerçekleştiğini ima ediyor. aslında alvin yolculuk ederken geçmişini yeniden anımsıyor ve o hâlâ durduğu yerde; yani hiçbir yerde. çünkü geçmiş olup bitmiş ve çözüm (yani geçmişi tamir etmek) olasılığı diye bir şey yok.

bildiğiniz gibi postmodern yapıtlarda çözüm önerileri aramak olanaksız. geleneksel-klasik yapıtlardaki gibi toplumsal-bütüncül teorilere rastlanmıyor. çözüm belki de çözümün olmadığını kabul etmekten geçiyor. bu alan, yeni-mücadele alanı olarak kabul edilebilir kanısındayım. yani eski çözüm önerileri iflas etmiş durumda. bunun ayırdına vararak sanat her şeyi göstermeli ve tabuları yıkıp geleneğe saldırmalı. lynch hollywood sinemasına saldırarak bunu başardı. bir bakıma nietzsche’nin felsefede yaptığı şeyi sinemada yaptı denebilir. belki provakatif bir yorum ama böyle düşünüyorum.

katkınız için teşekkürler.

]]>
Yazar: ilkay http://sanatlog.com/sanat/blue-velvet-1986-david-lynch-1-bolum/comment-page-1/#comment-71749 Sun, 26 Oct 2024 18:39:24 +0000 http://sanatlog.com/?p=15444#comment-71749 Selamlar, çok güzel bir yazıydı, elinize sağlık, özellikle ilgimi çeken bir noktaya değinmek istiyorum. Filmin başladığı gibi kapandığını ve Lost Highway’de de benzer bir durum olduğunu söylemişsiniz. Peki, aynı döngüsel yapının tüm filmlerinde bulunduğu söylenebilir mi?

Bunu sormamın sebebi, Lynch anlattığı öykülerde gerilime sebep olan hiçbir uyaranı rahatlama aşamasına kadar götürmüyor (ya da sorunu çözüme ulaştırmıyor diyelim), bunun yerine gerilim yaratan belirsizliği yapının ayrılmaz bir parçası haline getiriyor sanki. Örneğin Frank öldükten sonra mutlu sona ulaşıyoruz ancak gerilim tümüyle yok olmuyor, sizin de dikkati çektiğiniz gibi Frank, Jeffrey’nin içinde devam ediyor, kuş ağzında böcekle pencere kenarında beliriyor, etc. Öyküdeki karanlık olumsuz dünyanın başlamasına sebep olan böcek imgesinin mutlu sona ulaştıktan sonra hala görünür olması düşündürücü. Yani Lynch, modern eserlerin aksine hastalığa tedavi önermek yerine, hastalığın tedavisinin imkansızlığına dikkat çekip onun doğasını işliyor belki de ve çözüm önermekten kaçınmak amacıyla da öykü yapısını lineer değil, çembersel olarak kuruyor. Mesela Straight Story’de, Odysseus’un yolculuğuna benzer düz bir yapıdan bahsedebiliriz ama diğer eserlerinde hep bir kısır döngü var gibi. Yazdıklarım aşırı yoruma kaçmamıştır umarım. Siz ne dersiniz?

]]>