Gosha Hideo’nun Samurai Wolf Filmleri
4 Mayıs 2024 Yazar: Editör
Kategori: Klasik Filmler, Manşet, Sanat, Sinema
Bahsedeceğim Chambara filminde başkarakter bir ronin; yani ustası olmayan samuray. Roninler parayla kiralanabilen, genelde parasız savaşçılardır. Gardiyan veya paralı asker olabilirler. Filmimiz Japonya’nın feodal döneminde (1185-1868), Edo (Tokyo) periyodunda (1603-1868) geçiyor. Kesin olarak belirtilmese de 1865 yıllarında geçtiğini tahmin ediyorum. Bu da Tenpō çağının (1830-1844) bittiği ve Edo periyodunun sonlara yaklaştığı bir döneme denk geliyor ki sıkıntılı bir dönem. Çünkü feodal sistemin kökten değişeceğinin sinyalleri var; köylüler aç ve arada kalmış. Baskı yoğun. Daha sonra gerçekleşecek sivil savaşla (Boshin savaşı, 1868-69) feodal sistem sonlanacaktır.
Bahsedeceğim başka bir olgu da Dojo. Dojolar yerleşim merkezlerinin dışında konumlanmış, savaşçılara silah sanatının inceliklerini ve felsefesini öğreten merkezlerdir. Kısaca ekol diyebiliriz. Savaşçılar birbirlerini sınayarak hangi dojoyu kullandıklarını öğrenebilir.
Samurai Wolf filmleri (peşpeşe çekilmiş 2 film), spagetti westernlerine örnek teşkil edebilecek stile sahip, eğlendirici filmler. İki film tematik olarak birbirinin devamı olmasa da ben toplu halde anlatmayı daha kolay ve düzenli buldum. İyi eğlenceler…
Samurai Wolf I (Kiba okaminosuke)
Yön: Gosha Hideo
Oyn: Natsuyagi Isao Japonya 1966 Siyah/beyaz
Pençelerini sık çıkardığından hırçın, kurda benzediğinden kurt lakabını almış ronin “Kiba”, ev işi, tamirat karşılığında yemek yiyen, aslında sevimli bir savaşçıdır. İki postacının öldürülerek mallarının uçuruma atılmasına tanık olarak; “Arai Nakliye Şirketi”ne gelir. Şirketin sahibi kör bir duldur; Bayan Chise. Kiba, bu kör kadının halinden etkilenir. Şirketin başında bir bela vardır. Shogun’un posta taşınmasından sorumlu resmi habercisi Nizaemon, bu şirketi ele geçirmek istemektedir. Her 28 km.ye bir haydut yerleştirerek, Arai postalarını sabote etmektedir.
Tanık olduğu olayın bu Nizaemon denen deyyusun başının altından çıktığını öğrenen Kiba, bu adamın katillerinin de saldırısına uğrar. Tam o sırada varlıklı bazı patronlar yerleşim bölgesine gelir. Bu adamlar bayan Chise’ye, posta konusundaki yetersizliği konusunda serzenişte bulunurlar. Üstelik yeni bir nakliyattan bahsederler; 3 gün içinde 30000 ryo taşıyan bir araç, hazineye teslim edilmek üzere buradan geçecektir.
Bu büyük nakliyatı bir fırsat olarak gören Bayan Chise, adamlarının karşı çıkmalarına rağmen işi alır. Halbuki bu nakliyattan bahseden varlıklı adamlar, oranın genelevinde Nizaemon ile anlaşma yapmışlardır bile. Bayan Chise’nin tek kozu, şans eseri şirkete gelmiş olan Hırçın Kurt’tur.
Filmin konusu böyle başlıyor. Tipik bir “Spagetti Western”inin “Chambara” uyarlaması gibi görünse de, olay örgüsünün ustalığı, filmi bir adım öne çıkarıyor. Üstelik, Japon sinemasına ait şiirsel görüntüler, değişik kamera açıları ve stilize anlatım tarzı filmimizde de mevcut. Savaşçılar kılıcını çektiği anda ağır çekimde aktarılan devinimlere, kılıcın ete vurduğunda çıkan ses eşlik ediyor sadece. Koreografik olarak da göz dolduran sahneler, oradan buradan fışkıran kanla da daha bir şiirsel havaya bürünüyor.
Asıl güzel tarafı, başkarakterin usta bir savaşçı olduğu halde, somurtkan ve ciddi bir adam olmaması. Bu, Japon filmlerinde sık rastlanan bir durum değildir. Samuraylar genelde duygularını belli etmeyen, taştan ifadelerle işlerini gören sert erkeklerdir. Hırçın Kurt (gerekli potansiyeli taşıyan ismine rağmen) devamlı gülümseyen, sempatik bir genç. Kör dul Chise, banyoda sırtını ovarken utandığı sahnedeki gibi; daha insancıl özellikler taşıyor. Bu tür filmlerde sıkça düşülen ve ağızda sevimsiz bir tat bırakan iki boyutluluktan böylece kurtuluyor. Bu esnada, aktör Natsuyagi Isao’nun başarısı da göz ardı edilmemelidir.
Yine kör dulun ikram ettiği vücudunu, şaşkın bir sarsaklıkla reddettiği yerde; kadın olayı çakıyor: “Sen aslında iyi bir adamsın. Sert biriymiş gibi görünmeye çalışıyorsun.” Bunu söylüyor ve filmin çaresiz aşk hikayesini başlatıyor. İstenilen görevi, karşılıksız kabul eden ve çalışmalara başlayan Kiba’yı; hayatını mahfeden adamı bekleyen köylü fahişe Okinu, gelen paraya göz koyan sinsi genelev patroniçesi Ohide, Nizaemon’un toprak ağası Iwazo’dan talep ettiği kiralık katil Sanai Akizuki, bu katilden intikam almak isteyen bir kadın, ve tüm bu kişilerin birbirleriyle yaptığı gizli anlaşmalar ve ihanetler bekliyor. Hatta Chise’nin bile yaptığı planı ve sır gibi sakladığı geçmişini öğrenince, aşkının muhasebesini bile yapmak zorunda kalıyor. Aslında, bir köy büyüklüğündeki yerleşim bölgesi olan Arai Nakliye Şirketi ve etrafında gerçekleşen film; bu entrikalı öyküsü sayesinde soluk soluğa izleniyor. Hem de Toshiaki Tsushima’nın western tınılarını andıran harika müziği eşliğinde…
Samurai Wolf II (Kiba okaminosuke jigoku giri)
Yön: Gosha Hideo
Oyn: Natsuyagi Isao Japonya 1967 Siyah/beyaz
İlk filmle yakından tanıma şansı bulduğumuz Kiba, terkedilmiş bir değirmende kestirirken, bir kız çığlığı duyar. Dört adam bir kızı taciz etmektedir. Zavallı kız çığlıklar içinde değirmen kulübesine girer. Kiba adamları def ederek kızı kurtarır. Fakat hafifçe delilik alametleri gösteren kız (daha sonra adının Oteru olduğunu öğreneceğiz) Kiba’nın üzerine atlar ve genç adamı şehvetle öpücüklere boğar. Kızın ellerinden zor kurtulan Kiba, çıldırasıya kahkahalar atarak kaçan kızın ardından, elinde bir kadın tokasıyla baka kalır.
Yedikleri dayak neticesinde kuyruklarını kıstırıp kaçan adamlar ustalarına (senzei) dert yanarlar. Çok kızan ve bu durumu gurur meselesi yapan senzei, Kiba’nın tekniğinin Lai Dojo olduğunu öğrenir. Halbuki dünyada hiçbir savaşçı Kazama Dojo tekniğinin karşısında duramamaktadır. Senzei, bu savaşçının karşısına çıkacağına and içer.
İsteği dışında bir maceraya atıldığını farketmeyen Kiba, bir nehir kenarında dinlenirken; kafes içinde taşınan iki tutuklu ve gardiyanlarla karşılaşır. Nehirdeki su zehirli olduğundan (civardaki altın madeninden gelen zehirli atıklarla kirlenmiştir), çok susayan gardiyanlara engel olur. Tutuklulara ve gardiyanlara kendi temiz suyunu verir. Fakat bir tutuklu Kiba’nın çok dikkatini çeker. Babasına çok benzettiği bu adam (tabi babası olamaz, çünkü babası ölmüş ve bu adam daha genç) Magobei Kawazu adında bir katildir. Shogunun altın madeninin bekçisini öldürmüştür.
Bu gruba daha sonra, zehirli sudan içtikleri için adamlarını kaybeden bir gardiyan katılır. Kendisinin de Arakawa’ya teslim etmesi gereken bir suçlusu vardır. Kafes içindeki bu kadının adı Oren’dir ve lakabı dikendir; çünkü erkekleri baştan çıkararak öldüren bir femme fataledir.
Yolda karşılarına Magobei’yi öldürmeye kalkışan bir grup çıkınca, gardiyanlar bu savaşçı genci (Kiba’yı) kendilerine eskort olarak kiralarlar.
Kiba, Magobei’den çok etkilenmiştir. Çocukken gözlerinin önünde öldürülen babasını hatırlamakta, dojodan dojoya gezen babası gibi olmak istememektedir. Karşısında geçmişten gelen bir hayalet gibi duran bu ronin, karanlık geçmişi ve acımasızlığı ile Kiba için daha kötü bir örnektir. Kiba, oğlunun da kendisi gibi ronin olmasını istememektedir.
Sonunda Magobei’nin sırrını öğrenir. Jinroku Higasa, Higasa klanının babası, shogunun altın madenini gizlice sömürmektedir. Yaptığının ortaya çıktığı gece bu adam, Magobei ile anlaşarak nöbetçiyi öldürmesi için kışkırtmıştır. Fakat ihanet eden Jinroku, değil altınları paylaşmak için Magobei’yi kurtarmak; onu öldürsün diye yoluna adam salmaktadır. Magobei intikam istemektedir, tüm Higasa klanını ortadan kaldırma pahasına… Kiba’dan da kaçması için yardım ister.
Kafası hayli karışmış Kiba, yanlış bir karar verecek ve birçok kişinin ölümüne neden olacaktır. Daha sonra aşık olacağı deli Oteru’nun, Jinroku’nun kızı olduğunu öğrenecek ve arada kalacaktır.
Kiba’nın gizli yardımıyla kaçan Magobei, geride kalan diğer suçluyu konuşmaması için öldürecek, diken Oren’i de yanına alarak kaçacaktır.
Sırf babasını andırdığı için garip bir yakınlık duyduğu Magobei’yi sorgulayan Kiba, adamın sert sözleriyle bozulur: “Hiç profesyonel değilsin. Lakabına yakışmıyorsun. Ben merhametli olamam yoksa biri beni sırtımdan vurur. Şu an ölemem…” Sözüne de uyarak, kendisini seven kişilere bile sırtını dönen, aşık olduğu diken Oren’i çölde terkedecek ve acımasızca adam öldürecektir.
Magobei’nin tam tersi olan merhametli Kiba ise, devamlı yoluna çıkan Senzei ile duello yapmakta, sevdiği kızı ve babasını korumaya çalışmaktadır. Hatta yalçın kayalıklara, kollarından asılarak kargalara öğle yemeği olarak terk edilecektir.
Bu ikinci bölüm, ilk filmden stil olarak farklar taşıyor. Her yerde karşımıza çıkan tema müziği dışında pek bir benzerliği yok diyebiliriz. Bir kere koreografik kavga sahneleri ağır çekimde değil. Üstelik ilk filme göre Kiba daha pasif ve edilgen duruyor. Baba figür eksikliğinin sancılarıyla düştüğü ikilemlerden kurtulamadığı gibi Magobei’nin sözleriyle de zehirleniyor: “Kiba, bir gün sen de bana benzeyeceksin!”
İki film hem görsel anlamda hem de anlatım yönünden oldukça zengin. Karakterlerin işlenmesi bile yönetmenin birşeyler yapmaya çalıştığını gösteriyor. Yine de filmin yıldızı Kiba rolündeki Natsuyagi Isao. Sırf mimikleri için bile bu filmleri izlemenizi öneririm.
Yazan: Wherearethevelvets
kusagami on Pts, 4th May 2024 10:56 am
öncelikle güzel bir yazı hocam tebrik ediyorum. ancak aynı şeyi bu filmler için söyleyemeyecem. lakin beni etkileyen tek kısım, gizli bir femme fatale özelliği de taşıması. bunu en yakın çerçevede bağdaştıracağımız film de, leone’nin once upon time in the west filmi olur. özellikle erkek hakimiyetinin bu türde ne kadar aşırı kullanıldığını ifade edecek olursak, belki önemi biraz daha öne çıkabilir filmlerin. ancak hideo gosha’nın diğer samuray filmlerinde, misal kedomono no ken filminde altın arayan samuraylara rastlarız, tipik bir western konusu olan bu filmde de aynı şekilde ”kadın”ı kullanması, bir nebze farklı kulvarlarda koşması filmi çekici ve diğer türdeşlerinden farklı kılıyor. acaba mifune olsaydı diyorum gözüme daha mı güzel görünürdü diye sormaktan edemiorum eline sağlık hocam yeniden.
wherearethevelvets on Pts, 4th May 2024 7:20 pm
Aslında spagetti westernlerin, bu ve benzeri filmlerden etkilendiğini söylemek daha doğru olacaktır (tarihleri nedeniyle). Çok derin bir film olmadığını kabul ediyorum, fakat sanatsal kaygılarla yapılmış Japon filmlerinden ayrı bir yerde tutuyorum bu filmi (filmleri). Amacı eğlence çünkü. Diğer atmosferik oyunlar da ekstrası…
kusagami on Pts, 4th May 2024 11:30 pm
kesinlikle bu konuda haklısın hocam. hatta bu filmleri izlediğim an aklıma ilk gelen yapım yıllarına bakmak oldu. elbette spagetti westernlerin yaratıcıs leone’nin en sevdiği filmlere bakarsak kurosawa’nın filmleri olduğunu görürüz ki bu durum pek şaşırtıcı olmasa gerek. eğlenme konusuna ben de katılıyorum, ama yine de hani biraz çabayla daha etkili sunulabilirdi kanaatindeyim, ki samuray filmleri çeken yönetmenlerin sayısı düşünüldüğünde, hatta bunu iyi yapan yönetmenlerin de ne kadar az olduğunu düşündükçe, bu tür geride kalmış filmlerin öne çıkarılması bir boyun borcu haline geliyor
wherearethevelvets on Sal, 5th May 2024 8:57 am
Aslında ben grafik şiddetin verildiği chambaraları daha çok seviyorum kusagami. Bu konuda bir fikir ayrılığımız olabilir. Ki Samurai Wolf’ta yeterince kan bile yok diyebilirim.
persona on Çar, 13th May 2024 6:39 pm
The Shogun’s Samurai ile ilgili yazı gibi bu yazının da pek ilgi görmemesi sanırım ben dahil birçok kişinin bu filmleri izlememesinden kaynaklanıyor. Ama çok normal, bu filmlere ulaşmak zor olabiliyor. Ben netten indirmek için şansımı deneyeceğim şimdi. Eline sağlık.