“İnsan aşağı gördüğü sürece değil, yalnızca eşit ya da yüksek gördüğünde nefret eder.” Nietzsche
Jean-Luc Godard’ın Le Mépris’inin (1963, Nefret) Brigitte Bardot’su (Camille); Marilyn Monroe’da cisimleşen “çocuksu ve yapay cinsellik”ten, Rita Hayworth’a özgü “cazibeli ve saf seksapalite”den, daha da geriye gidersek, Marlene Dietrich ya da Greta Garbo’nun sırtlandığı “gizemli, şeytansı femme fatale” arketipinden de farklıdır. Fransız Yeni Dalgası’nın entelektüel ve düşünceli karakteri Jeanne Moreau’dan da farklıdır Brigitte Bardot (daha geniş anlamda onun karşıtı sayılabilir); fakat bedenini tıpkı Marilyn Monroe gibi kullanmaktadır, Le Mépris’de. Jules et Jim’in (1962, Jules ve Jim; François Truffaut) Catherine’i (Jeanne Moreau) denli karmaşıktır; L’avventura’nın (1960, Serüven; Michelangelo Antonioni) Claudia’sı (Monica Vitti) gibi içe kapanıktır. Kısacası birçok karakterin bileşimi gibidir Le Mépris’in Brigitte Bardot’su.
Brigitte Bardot, cömertçe soyunan bu çekici sarışın (Brigitte Bardot bir “arzu nesnesi” olmamıştır hiç; bu aşamada “kolektif fetiş” sorunsalını pornografik literatür bağlamında okumak; magazinel, skandala yönelik, kısacası tecimsel kalıpların ışığında değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır), Le Mépris’de, Paul (Michel Piccoli) -ki oyun ve senaryo yazarıdır- adlı bir entelektüel ile birliktedir ve dolayısıyla bütün kaprisine, anlaşılamazlığına, anlık öfke patlamalarına karşın, “varolmanın getirdiği hayalkırıklığı ve boşluk içinde bulunan” (asiliği, çocuksu vahşiliği bundandır) bir öznedir. Camille, bağımsız ve göçebe ruhlu, uyum sorunu yaşayan, ağzı bozuk, kıskanç ve kuşkucu, yer yer gizemli, ne vakit ne yapacağı önceden kestirilemeyen, birlikte olduğu erkeği -Paul’ü- küçümseyen (Paul’ü niçin küçümsediğini, ondan niçin nefret ettiğini hiçbir vakit dışavurmaz Camille), kırılgan, maymun iştahlıdır. Yabancılaşmıştır, sahip olduğu kimliğinden rahatsızdır, sürekli bir endişe içindedir…
Camille’in çıplaklığı grotesk bir çizgidedir Le Mépris’de. Çıplak olduğu ölçüde “doğal bir kadın”dır Camille. Bir “arzu nesnesi” değildir. Jean-Luc Godard, Camille’in küfürbazlığını bir “oyun” olarak düşünmüş, Brigitte Bardot’nun genelgeçer kimliğini yapıbozumuna uğratmak için elinden geleni yapmıştır. Öyleyse Camille’i cinsellik bağlamı yönünden “irdelemek” mümkünse de “anlamak” mümkün değildir.
Doğal bir sarışın olmasına karşın Camille’in siyah peruk takması gerçekten de ilginçtir. Bir çeşit kimlik bunalımı, ait olduğu bedenin dışına taşma isteği, deyim yerindeyse modern bir trajedinin dolaylı yoldan göstergesidir bu. Camille, önce peruk takar; sonra Paul’ü aldatır. İki eylem de aynı içgüdüsellikle gerçekleştirilmiş gibidir. Nedensizdir sanki. Otomatiktir. Daha derinlerden bakıldığında, Camille’in boşluk hissiyatı, kendisini ve çevresini anlamlandıramaması genel olarak bütün eylemlerine yön veriyor gibidir. Karşı cinse / evliliğe sığınması boşunadır.
Camille, Paul’ü neden horgörmektedir? Bunun sebebini Paul’e niçin açıklamamaktadır? Camille’in yaşamsal bunalımı ile Paul’den nefret etmesi arasında direkt bir bağlantı kurulabilir mi? Camille’i Paul’den soğutan asıl sebep, Paul’ün sadakatsizliğine yorulabilir mi? Dolayısıyla Camille’in Jeremy’e (Jack Palance) sığınması bundan mı ileri gelmektedir…?
Daha da türetilebilir birçok soru.
Bu sorular tek tek cevaplansa dahi Camille’in psikolojisini yeterince aralayabileceğini sanmıyorum; bu bir varsayım olurdu. Yine de şunlar söylenebilir:
Camille, asabi ve diktatör film prodüktörü Jeremy’nin lüks arabasına daha önce hiç görmediği gizemli bir eşyaya dokunur gibi dokunur, adeta onu hissetmeye çalışır; fakat bu lüks araç Camille için salt bir araç değildir; farklılığı, başka yaşamları arzulayışının, hıza olan tutkunluğunun karşılığıdır. (Godard’ın “oyunsu” flashback’leri, sanıldığı gibi “rastgele” araya sıkıştırılmamıştır; flashbackler bilakis başfigürleri daha net algılamak, daha doğru bir ifadeyle, durup üzerlerinde “yeniden” düşünmek amacıyla karşımıza çıkar Le Mépris’de.) Camille’in bu araçta ölmesi boşuna değildir!
Ve tahmin edilebileceği gibi Camille, o dehşetengiz trafik kazasında Hollywood prodüktörü Jeremy ile birlikte yaşamını kaybeymeseydi, muhtemelen o dur durak bilmeyen “arayışına”, o sonsuz “yolculuğuna” devam edecekti…
Soz söz:
Sinemanın göstergebilimcisi, filozofların gözdesi Jean-Luc Godard, “arzu nesnesi”, bir “kendi kendini uyarma fantezisi” olarak vasıflandırılan Brigitte Bardot’yu “çerçevesine” oturtmuş; bununla da kalmayıp, “endişeli Avrupalı entelektüel kadının” portresini çizerek sinemaya “çokanlamlı”, “ölümsüz” bir başyapıt armağan etmiştir.
Ve Camille karakteri, “gerçek” Brigitte Bardot için yaratılmıştır gibidir…:
“20 yıl boyunca bir hayvan gibi izlendim, kovalandım, sıkıştırıldım. Kendimi balkondan atmamış olmamın tek nedeni, cesedimin de hemen fotoğrafçılara malzeme olacağını bilmemdi.” Brigitte Bardot
Eline sağlık 😉 Zevkle okudum.
eline, diline, gönlüne sağlık dostum…
Filmi izlemedim ama BB’nin ikonografisi hakkında bilgim var. Kendi için soyunan ve kadın cinselliğinin özgürleşmesine ön ayak olan bir metadır. Ayrıca kişiliği de (Hayvanseverliği olsun, zamanında sinemadan çekilme kararı olsun) göz doldurur. Hakancığım ellerine sağlık…
elinize sağlık, hoş olmuş. resimler de çok hoş.
“And god created woman”
“Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde yaşayamayacaktı.” William Faulkner
“But the devil invented Brigitte Bardot”
BB temelli bir yorum olması dolayısı ile güzel bir yazı. Elizine sağlıklar olsun.
Burada BB açısından bakıldığında aslında bu diğer karakterlerde de görünen bir özellik olması cihetiyle “heroic prototype”ların daha solgun birer sembolleri durumundalar. Bu en çok BB için geçerli, keza bir Ulysses (Paul) ve Penelope(BB)’nin moderne yansıması ama daha sönük bir ifadesi. Çünkü Paul “modern zamanlar nevrotiği”dir.
Ya da pisuvar sahnesinde sigara tüttüren BB’nin “burnish’d throne”da oturan Kleopatra’nın bir yansıması olması gibi. Hali ile Kleopatramız altından tahtlarda yerini almışken BB pisuvarda oturmaktadır.
Son ekleme olarak “Chabrolien kadın tipi”nden bahsetmezsek biraz eksik kalır gibi. O dönemde “anlaşılmaz prenses”ler hemen hemen birçok filmin konusu, keza bu filmde BB’ye de yansımış. Gerçi BB bir entrikacı ya da Femme Fatale (Chabrolien daha çok bu tipe yakın durur) değil ama en azından çağrıştıran yerleri olduğunu düşünüyorum.
Bir de Godard’ın hemen hemen tüm kadın karakterleri gibi “sadakatsiz”..
Chabrolien kadın tipi anıştırması, Kleopatra bağlantısı, Ulysses ve Penelope değinisi çok yerinde ve ufuk açıcı. İnsanın zengin yorum mantığına sahip dostları olması ne güzel 😉 Teşekkür ederim Calderon.
Asıl ben teşekkür ederim yorumlar için. Metafilm -bana göre- aslında dayanılması en zor tür (Truffaut’dan soğuma nedenimdir). Özellikle bu konuda yapılan yorumlar iki kat daha değerli. Tekrar eline sağlık..
Zevkle okunan çok güzel bir analiz yazısı olmuş. Emeğin için teşekkür ederim.