Geleneksel Amerikan kültürü ve onun uzantı kimliği niteliğindeki muhafazakâr Hollywood sineması; kendi dışındakini, duruşuna aykırı gelen ahlaki normları dıştalarken düşünsel dünyasını da belgeler ister istemez. Marjinal duruşları, orijinal fikirleri ötekileştirirken kendi düşünsel formlarını da dayatır aynı zamanda. Amerikan tarihi kanla örülüdür, hatta onun sokaklarda doğduğu esprisi belli açılardan doğrudur. Bunun yanında Kızılderililere ve Afro-Amerikalılara yaşattığı felaketlerin anısı hâlâ taze, acısı hâlâ yürek burkan cinstendir.
Bu noktada Dead Man’in (1995, Ölü Adam, Jim Jarmusch) western janrı üzerinden Amerikan siyasal-toplumsal-ekonomik tarihini tartışmaya açtığı başat bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Söz konusu siyasal tartışma ve analiz, elbette belli başlı figürlerin temsiliyle içselleştirilir.
Mesela, bir serüvenci ya da yalnız kovboy imajı William Blake (Johnny Depp) figürü üzerinden cisimleştirilir. Henüz sanayileşen, sanayi devrimini yeni yeni tamamlamaya çalışan bir ülkedeki kapitalist patron imajını Blake’in sözde patronu cisimleştirir. Ve elbette sistemin bekçileri biçiminde algılanabilecek iz sürücüler, yalakalar, para babalarına yardım eden kiralık katiller…
Blake, bir John Wayne değildir ya da bir James Stewart. Onların toplamıdır belki, ama bilakis bütün klasik western tipolojisinin sorunsallaştırıldığı, tartışmaya açıldığı bir anatomik haritadır; alaycı, ironik, yer yer sevimli ama son kertede kanlı bir insan haritası.
Öte yanda da her daim ezilmiş, her dakika sömürülmüş, topraklarından sürülmüş, asimile edilmiş bir halk: Kızılderililer. İç içe geçen mevcut figürler arasında umut namına, iyimserlik adına pek hayırlı bir şey yok gibidir; filmin adı ölü adamdır. William Blake ölüdür (yoluna çıkan herkes de ölür), belki de aydın sıfatını kazanmış birçok insan da ölü doğmuşlardır. Nitekim doğa da cılızdır burada. Kasaba soysuz, kasabalı canidir, duyarsızdır, sokaklar ölüm kokuyordur…
Sinemadaki şiddetin temsil biçimlerinin karikatürünü de sunar Dead Man. Abartılı şiddet sahnelerine yer vererek özellikle 1950’li yıllarda doruk ürünlerini vermiş olan psikolojik western altürüyle uylaşım noktaları arar. Bununla birlikte, özellikle ormandaki katliam sahneleri Hollywoodvari şiddet formlarına saldırır biçimde karikatürizedir.
Blake’in varlığı açıkça taşraya ve temsil ettiği değerlere yabancıdır. Başka bir zamandan gelmiş gibi davranıp olan bitene şaşırması da bundandır. İsmini ödünç aldığı İngiliz şair ve ressam William Blake (1757-1827) denli izole bir kimliktir aslında. Amerikan bozkırında özünü boşuna arar; çünkü keşfettiği şey ölümden başkası değildir.
Blake’in ölümü ve trajik efsanesi western janrının da ölümüyle ilgilidir. Blake’e yakılan ağıt aynı zaman yitip giden westernin altın çağına da bir ağıttır.
Blake ardında hiçbir iz bırakmadan, Kızılderili dostu Nobody’nin (Gary Farmer) kayığıyla zamandışı yolculuğuna devam eder. Kızılderilinin ismi ise “hiç kimse”dir (nobody) çünkü Amerikan güç odakları tarafından her daim görmezden gelinmiş, yok sayılmıştır. Bir anti-western onu ne denli sahici kılıp var sayabilir ki?!
Sözün özü harika bir anti-westerndir Dead Man. Bütün harika filmler gibi düşe yakın bir yapıttır. Sinemanın kendisidir.
Hakan Bilge
sinefil78@gmail.com