Anasayfa / Sinema / Klasik Filmler / Lord of the Flies (1963, Peter Brook)

Lord of the Flies (1963, Peter Brook)

Peter Brook’un yönetmenliğini yaptığı Lord of the Flies (1963, Sineklerin Tanrısı) filmi, William Golding’in aynı isimli romanından uyarlamadır. Film konu olarak bir uçak kazasından arta kalan bir grup çocuğun adaya düşmeleri ve bu adada yaşamlarını sürdürmeleri etrafında gelişen bir dizi olay temelinde senaryolaştırılmıştır. Film insan doğasına yönelik oldukça sorgulayıcı ve temel nitelikte soruları problematikleştirir. Bu sorulardan biri de şiddetin doğuştan mı olduğu yoksa sonradan mı kazanıldığıdır. Rasyonalizm ile empirizm arasındaki en keskin tartışmalardan biri de “insan doğası” diye bir şeyin olup olmadığı sorunudur. Bu sorundan hareketle İngiliz emprisitleri, bilhassa Locke, ahlak, din, dil, suç gibi fenomenlerin insanda doğuştan mı yoksa deneyimle mi meydana geldiğini sorgulamıştır. Şiddet insan doğasının bir parçası mıdır? Doğuştan mı vardır? Yoksa sonra mı şiddete meyilli hale geliriz? Eğer suç ya da suçluluk gibi özellikler doğuştan insan zihninde yer alıyorsa o zaman getireceği sonuçlar da o kadar yıkıcı olacaktır. Keza 19. yüzyılda Lombroso’nun kriminolojiyi kurması ile bedendeki herhangi bir uzuv’un orantısızlığı ile suç unsuru arasında korelasyon kurulmuştur ve sonu faşizme ve insanların kapatılmalarına gidecek bir düşüncenin temeli atılmıştır. Daha önceki yüzyıllarda bu düşünce kendini fizyonomi olarak dile getirmiştir.

Lambroso-suclu-tipleri

Bu filmde Peter Brook şiddet olgusunu, insanların otoriter bir lidere sığınmasını, en ilginci ise “ölümü” sanki bir olgu gibi yansıtmıştır. Aşağıdaki sahnede bilhassa Piggy’nin ölümünün olgusal olarak yansıtılışı bulunmaktadır: http://www.youtube.com/watch?v=dpoms7qcw8u

1990’daki uyarlamasına göre daha fazla dokümenterdir. 90’daki uyarlamada slow motion kullanılmıştır: https://www.youtube.com/watch?v=zqrREfjDS-c

1963’teki uyarlamanın devamındaki görüntü de oldukça etkileyicidir. Ve dokümanter nitelik burada vurgulanmaktadır.

Golding bu meseleyi şöyle betimler:

“His head opened and stuff came out and turned red. Piggy’s arms and legs twitched a bit, like a pig’s after it has been killed. Then the sea breathed again in a long, slow sigh, the water boiled white and pink over the rock; and when it went, sucking back again, the body of Piggy was gone.”

İlk olarak Piggy’nin kafasının içindekilerin dışarı çıktığı dokümenter olarak vurgulanmış, devamında da kolları ve bacaklarının öldürüldükten sonra domuz gibi seğirdiği betimlenmiştir. Gördüğümüz üzere Piggy’nin ölümü ve ölümünün betimlenişi bir küçümseme de taşır. Piggy adaya geldiğinden beri fiziksel görünüşünden ötürü küçümsenip ötekileştirilen ve “iğrenti” duyulan bir karakterdir, zaten adı da Piggy(domuzcuk gibi)dir. Bununla birlikte bir iğrenti imlemi taşıyan kelime de kullanılmıştır (suck=yuck kelimesini (iğrenti) çağrıştırır).

İlgili sahnede çok fazla duygusal efekt yoktur. Sanki yaşananların insan doğasının bir parçasıymış gibi yansıtılması da söz konusudur. Buradan hareketle ibre yeniden başta ele aldığım konuya geri dönüyor: Şiddet insan doğasının bir parçası mıdır? Ya da ölüm fenomeni bizim tarafımızdan abartılı bir biçimde mi ele alınmaktadır? İnsan özünde doğanın bir parçası mıdır? Ve doğadan ayrı bir şey gibi kendini postule etmesi sonucu mu ölüm bize bu kadar tuhaf gelmektedir?

Bununla birlikte yönetmenin tarzı dokümentar bir yalınlıkta ortaya koyulur. Her ne kadar Brook uyarlamayı yansıtma açısından eleştirilse de Golding’in betimlediği Piggy’nin ölüm sahnesi (kafasının içinden çıkanlar bile belgesel tarzında ve bir olguymuş gibi dile getirilir) gayet başarılı biçimde sinematize edilmiştir.

Jack ile Ralph arasındaki gerilim totaliter bir lider ile daha demokratik olan arasındaki gerilimde kendini ifade eder. Jack daha bencil ve şiddet yanlısı olmakla birlikte Ralph ise diyalog ve anlaşmadan yanadır. Filmde aslında tipik olarak insanlık tarihinde yaşanan olayların bir minyatirüze edilmiş modeline rastlarız.

İktidarların kitleleri nasıl değiştirip dönüştürdükleri ve kendi ideolojilerinin bir aygıtı halin nasıl getirdiklerinin insani temelleri filmde irdelenir. Spesifik olarak bazı sahneleri ve sembolleri değerlendirelim: Filmde mağara hem metafor olarak hem de Batı felsefesi ve tarihi açısından oldukça önemli anlam ve imlemlere sahiptir. Mağara bir çocuğun merakla girdiği ve uçaktan sağ kalan pilotun aklını kaçırarak sığındığı yerdir. Buraya giren çocuk bu adamı karanlıkta tanıyamamış ve yanlışlıkla onun bir canavar olduğuna hükmetmiştir; Jack da içeri girememiş ve girecek üzereyken korkup kaçmıştır ve bu andan sonra mağarada olan(sineklerin tanrısı)na domuz başı kurban edilmiş ve kutsanmıştır. Jack’in grubundaki tüm çocuklar bu motivasyonla hareket etmişlerdir. Onları korkutan bilmedikleri bir şey vardır ve bu şeye tanrı adını vermişlerdir. Bu tanrıya adaklar adamaları gerektiğini yoksa onun gazabından kurtulamayacaklarını düşünmektedirler. Aslında bu tanrı illüzyonunu yaratan Jack’tir. bununla hem kendi kitlesini bir arada tutabilmiş hem de bu illüzyon ile çok rahat biçimde hakim olduğu grubu yönetebilmiştir.  Jack’in durumu tarih boyunca dini kullanarak kitleleri istediği gibi yönlendiren totaliter liderleri andırmaktadır, aslında andırmamaktadır; bizzat kendisidir.

Batı Felsefesi ve teolojisinde “mağara metaforu”nun yeri oldukça önemlidir. Felsefi olarak en önemli alegori Platon’un mağara alegorisidir. Bu alegori uyarınca:

“Yeraltında bir mağara tasarla. Mağaranın kapısı bol ışıklı bir yola açılıyor, ama mağarada yaşayan insanların kolları, boyunları ve bacakları zincirlerle bağlanmış, sırtları da ışığa çevrilmiş; öyle ki sadece karşılarındaki mağara duvarını görüyorlar, başlarını arkaya çeviremiyorlar. Kendilerini bildikleri andan beri de burada bu şekilde oturmaktalar.

Düşün ki, sırtlarının arkasındaki ışıklı yoldan bir sürü nesne geçiyor. Işık, bu nesneleri mağaranın duvarına yansıtıyor. Şimdi bu adamlar, sadece mağaranın duvarına yansıyan hayalleri görebilirler; o hayallerin meydana gelmesine neden olan gerçek nesneleri göremezler

Demek ki bu adamlar, birbirleriyle konuşabilselerdi, duvarda gördükleri hayallere birtakım adlar vereceklerdi, çünkü bu hayalleri gerçeğin kendisi sanmaktadırlar. Bu adamların gözünde gerçeklik, asıl gerçeklerin duvara yansıyan hayallerinden ya da gölgelerinden başka bir şey değildir.

Şimdi, bu adamlardan birinin, zincirlerini bir şekilde çözüp ayağa kalktığını ve başını asıl gerçekliklerin bulunduğu yöne çevirdiğini düşün.

Gözleri parlak ışıktan kamaşır ve asıl gerçeklikleri, ilk anda göremezdi. Kamaşan gözlerini, yeniden alışık olduğu o duvara çevirir ve duvardaki hayallere kolayca bakardı. Ama gözlerini yavaş yavaş alıştırarak asıl ışığın kaynağına tekrar baktığında, arkadaşlarıyla gördüğü şeylerin birer hayalden ibaret olduklarını; asıl gerçekliklerin, şimdi gördükleri olduğunu anlardı.

İşte gözümüzle gördüğümüz bu dünya, o mağaranın duvarıdır. Doğrudan doğruya duvara bakmakla yetinmek yerine, başını aksi yöne çevirerek o duvara yansıyan görüntülerin kaynağı olan ışığa bakmayı düşünebilen insan da duyu gözünü, akıl gözüne çevirebilen bilgedir.”

Yukarıda anlatılan şekilde Platon’un “Politeia” isimli eserinde özetlenmiştir. Bu nasıl yorumlanmalıdır? Platon’un felsefesi açısından bakıldığında bu sahnenin epistemolojik olarak yorumlandığı sık sık dile getirilir. Buna bağlı olarak bölünmüş bir çizgi analojisi yapılır ve bu analojide eikesia’dan episteme’ye kadar olan bilgi süreci betimlenir. Neyin bilgi olup neyin olmadığı dile getirilir. Lakin buradaki okumamız epistemolojik değil oldukça politiktir; filozof(kral)un görevi de güneşi (ki bilgeliği temsil eder) gördükten sonra o gördüklerini kitlelere anlatabilmektir; onları bilgilendirmeyi, gözlerinin açılmasını sağlamaktır. Aslında duvarda gördüklerinin gerçek olmadığını, onun sadece bazı görüntülerin abartılmış modeller olduğunu ortaya koymak. Diyalektik yöntemle insanın bu durumu sorgulamasını sağlamaktır. Bunu ise ancak filozof-kral yapabilir. İktidar kitleleri bazı şeyleri görmek istedikleri gibi göstererek onları boyunduruk altına alır. Onlara sorgulama şansı vermez; aslında bu adamlar mağaraların duvarına yansıtılan nesneleri olduğundan büyük ve korkutucu biçimde görmektedirler; haliyle bunları gösterecek filozof-kral ise Ralph’tir (bu arada Piggy sayesinde çiğ domuz etini yemezler). Fakat bu çocuklar birbirleriyle konuşmaz, çünkü tanrı diye kabul ettikleri şey “delirmiş pilot”un karanlıkta karıştırılmasıdır. Bunu ise iktidar belirttiğimiz suistimal eder.

Piggy’nin taş ile öldürüldüğü sahneyi hatırlayın. Piggy her hakikati söyleme denemelerinde ya biri tarafından susturulur ya da itip kakılır. Burada daha çok sağduyu ve bilimi temsil eder.

Bu noktada, filmin temaları ile paralellik içinde Platon’un mağarasının yarattığı mitoslara ve Platon’un felsefesinin yanlış yorumlanıp yüzyıllarca idealar diye bir âlemin ontolojik olarak varolduğu kabul edilmiş, bu ideaların tanrılar tarafından yaratıldığı düşüncesi “Ortaçağ Avrupası”nda etkisini göstermiştir. Hatta hatta Rönesans’ta da aynı etkiler devam etmektedir. Mağara miti burada devreye girmektedir; çünkü Politeia (Devlet) isimli kitabın mağara alegorisini anlattığı bölüm en yanlış yorumlanan Platon metinlerinden biri haline gelmiştir (bir diğer örnek de Timaios diyalogudur). Aşağıdaki resimde Raffaello’nun Akademi isimli tablosunda parmağını Aristoteles’in aksine Platon’un neden yukarıya doğru kaldırdığı biraz düşünülmelidir (οὐρανός (klasik Yunanca)=tanrıların evi, gökyüzü, cennet, le ciel(fr)=cennet, gökyüzü, heaven(ing)=cennet, gökyüzü).

Bu kaldırış, Platon’un idealar âlemini gösterdiğini düşünen Raffaello’nun, yaşadığı çağda hâkim olan paradigmatik yorumudur.

Bunun dışında dinin sadece Marx’ın belirttiği gibi afyon özelliği mi vardır? Burada filmden görüldüğü kadarıyla din’in diğer bir niteliği devreye giriyor: Freud’un “Bir Yanılsama’nın Geleceği” adındaki makalesindeki belirttiği gibi- Freud bu makalesinde temel olarak insanın doğal “fenomena”ya bazı tanrısal güçler atfettiği ve içinde bulunduğu kaygı durumundan da ancak din vasıtasıyla ya da doğal fenomenalara tanrısal güç atfederek ve bu tanrısal güçlere kurban adayarak onları kontrol ettiğini düşünerek çıkardı. Yani din bir yandan “ontolojik güvenlik” sağlar, kaygıyı hafifletir. Freud bu makalede şöyle belirtir:

“Kişiliksiz güçler ve yazgılara yaklaşılmaz. Eğer ölüm kendiliğinden bir şey değil de kötü bir istenç’in şiddet eylemiyse, eğer doğanın her yerinde çevremizdeki kendi toplumumuzdan bildiğimiz yaratıklar varsa o zaman rahat bir soluk alabilir, tekinsizliğin içinde kendimizi evimizde gibi hissedebilir ve anlamsız anksiyetemizle başa çıkabiliriz… Dışarıdaki dehşetli bu üstün insanlara kendi toplumumuzda uyguladığımız yöntemlerin aynısını kullanabiliriz; onlardan kibarca istemeye, onları yatıştırmaya, onlara rüşvet vermeye uğraşabilir ve onları bu şekilde etkileyerek güçlerinin bir kesiminden yoksun bırakabiliriz. Doğal bilimin ruhbilimle böylesi bir yer değiştirmesi yalnızca ivedi bir rahatlama sağlamakla kalmaz, duruma egemen olmanın ileri yollarını da gösterir.”

Yukarıda belirttiğim durum Jack’e katılan çocuklardaki temel psikoloji insanın doğal olarak bu tip bir duruma yöneldiğidir. Kendilerinin yerine karar alacak bir lider arayan çocuklar Erich Fromm’un belirttiği gibi “özgürlükten ancak bu şekilde kaçabilirler”.

Fromm “Özgürlükten Kaçış” isimli kitabında bu durumu şöyle özetler:

“Çağdaş insan hâlâ kaygılı; özgürlüğünü çeşit çeşit diktatörlere doğru teslim etmeye gidiyor; ya da kendisini makinenin küçücük bir çarkına dönüştürmüş, karnı tok, sırtı pek, ama özgür insan değil de bir robot haline gelerek özgürlüğünü yitirmek önünde ilerletiliyor. Bu son çeyrek yüzyılda, insanoğlunun özgürlükten korkması, kaygı içinde bulunması ve bir robot haline gelmeye istekli bulunması için gerekli nedenler büyük ölçüde artmıştır.”

Bunun için de Erich Fromm üç yol ile insanların kaçabileceğini belirlemiştir: Bunlar “yetkecilik”, “yıkıcılık” ve “robot uyumluluğu”dur. Konuyu dağıtmamak adına bunları açmıyorum. Yukarıdaki alıntıdan Jack’in grubuna katılanların kitle psikolojisi rahatça anlaşılabilir.

W. Golding’in Freud, Jung ve sembollerin gücüne inancı bilinen bir fenomendir. Filmde temel önemdeki üç karakter Piggy, Jack ve Ralph arketipiktir. Yukarıda ifade ettiğim gibi belli konumları temsil ederler.

Filmin sorunsallaştırdığı bir diğer konu uygarlık ile barbarlık arasındaki sınırın belirsizleştirilmesidir. Bu sınırlar özellikle çocukların savunmasız arkadaşlarına yaptıkları ani baskınlarda ve Ralph’in kovalanmasında kendini dışavurur. Beraberinde tarihi bir okumayı da örtük olarak açığa çıkarır. Tipik olarak İngiliz Gelenekçiliği(’ne göre toplumu bir arada tutan, kendi görevlerini sessizce yerine getiren kişilerdir)nin eleştirisidir. Aynı zamanda nükleer bir savaşın gölgesindeki toplumun (Küba Krizi de dâhildir buna) kendi içinde yaşadığı krizin dışavurumudur. (Çocuklar nükleer savaş tehdidinden ötürü uçakla güvenli bir yere götürülmektedir.)

Seçim Bayazit

[email protected]

Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.

Kaynakça:

http://moria.co.nz/sciencefiction/lord-of-the-flies-1963.htm

http://www.123helpme.com/view.asp?id=100908

Özgürlükten Kaçış, Orjinal isim: Escape From Freedom, Erich Fromm, Payel Yayınevi / Fromm Kitaplığı Dizisi

Uygarlık Toplum ve Dini, Freud, Payel Yayınevi

Devlet - Hasan Ali Yücel Klasikleri, Orjinal isim: Politeia, Platon (Eflatun), İş Bankası Kültür Yayınları / Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi (7. Kitabın başı)

LORD OF THE FLIES,  a novel by,  WILLIAM GOLDING, A Perigee Book Published by The Berkley Publishing Group

insan ve şiddet insan ve din insan ve tanrı Lord of the Flies (1963 - Peter Brook) Lord of the Flies - 1963 peter brook peter brook filmleri platon - politeia platon ve mağara alegorisi Sineklerin Tanrısı william golding

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Dressed to Kill (1980, Brian De Palma)

Alfred Hitchcock’un ve filmlerinin Hollywood’u hatta dünya sinemasını nasıl etkilediği malum. O etkilenmeden en çok ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

kuşadası escort