Janr sinemasında uzmanlaşmış Michael Curtiz’in 1950 yılında yönettiği, başrollerinde Kirk Douglas, Lauren Bacall ve Doris Day’in yer aldığı muhteşem bir kara filmdir Young Man With a Horn (1950, Michael Curtiz).
Hollywood sineması keşfedilmeyi bekleyen irili ufaklı birçok filmle doludur. Sıklıkla küçümsenen ve karşısına Avrupa sinemasının konulduğu Amerikan sineması janrların doğduğu anakara olduğu için kara film denilince doğal olarak yüzümüze okyanusun öte yakasına çevirmek durumunda kalıyoruz.
Freudyen bir filmdir önümüzdeki. Barlarda saksafon çalan Rick Martin (Kirk Douglas) için önemli olan ne şöhrettir ne de para. Bağımlı olduğu saksafon onun yegâne varlık nedenidir. Siyahların sahne aldığı rüküş uzamlardan başlayarak orta karar gece kulüplerine ve oradan da en lüks burjuva uzamlarına girer çıkar ve sahne alır. Şöhretini yaygınlaştırır. En lüks dairelerde, göz alıcı evlerde oturur. Jazz’in aranan isimlerinden biri olmuştur artık.
Proleter kökenden gelen bireyin en tepeye yerleştiği birçok filmde tesadüf edildiği gibi Rick’in hayatı da inişli çıkışlı bir proses izleyecektir. Maddi anlamda doygunluğa erişen başkahraman özel yaşamında, aşkta ve sadakatte daimi bir mutluluğa erişemeyecektir. Film bu anlamda başkarakterin dalgalı, gelgitli yaşamını caz müziğinin temposuna uydurur ve Rick’in inişli çıkışlı yaşamı bir caz müziği gibi kesintili bir rota izler.
Rick’in yaşama sevincidir caz ve saksafon. Müzik olmadan o adeta bir hiçtir. Müzik bireyliğini tanımlayan başat unsurdur.
Bununla birlikte, aradığı şeye hiçbir zaman ulaşamayacaktır: anne bedeni. Saksafona bağımlılığı oral dönemde takıldığı imasını oluşturan belki de filmin en önemli laytmotifidir.
Jo Jordan (Doris Day) ile Amy North (Lauren Bacall) geriliminde pusulasını gizemli Amy’e çevirirse de ona da sahip olamaz Rick Martin. Amy ile evlenir ama kelimenin düz anlamıyla ona asla sahip olamaz.
Kara film söz konusu olduğunda eril anksiyete sıklıkla işlenegelen temalardandır. Esrarengiz dişi, erkeği iğdiş eder ve ona eksikliğini, tamamlanmamışlığını anımsatır. Erkek-özne ise annesinden kopmuştur ve ona asla kavuşamayacaktır. En eski akvaryumuna dönmek zorunda kalan yine ve yeniden erkek-öznedir. Kadın-özne ise özgürlüğünü vurgulayarak eril otoriteyi başından savar. Femme fatale ulaşılamaz olandır.
Jo Jordan heteroseksüel düzen içinde okunmaya müsait bir kadınken, karşıt kutuptaki dişi Amy bastırılmış bir eşcinseldir. Rick’in öfkesini kontrol edemeyişinin nedeni de elbette budur.
İkili arasındaki şu anlık öfke patlamasına dikkat:
Amy: Senden nefret ediyorum.
Rick: Benden hep nefret ettin. Ne güzel bir çiftmişiz ama! Deneyim kazanmak istediğini söylüyordun ya Amy! Al sana bir deneyim! Seni terk ediyorum!
Amy: İçimden seni öldürmek geliyor.
Rick: Öldürdün sayılır zaten.
Açıkça bir erkeğin hüsranıdır bu. Evlendiği kadının karşı cinsinden değil de hemcinsinden hoşlandığını fark eden erkeğin isyanı. Bu isyanın ana nedeni eril krizden ziyade eşcinselliği tabu haline getiren, baskılayan, tarafları ötekileştiren ikiyüzlü bir uygarlığın kontrol ajanlığından başka bir şey değildir. Amy ise baskılanmış bir sosyal çevrede eşcinsel kimliğini rahat bir biçimde yaşayamadığı için zikzaklar çizer, kendisini doğrudan ifade edemez, içine kapanır. Karşı cinsiyle evlilik serüveninin düş kırıklığıyla sonuçlanması bu yüzden beklenen bir şeydir aslında.
Bastırılan hep bir adım uzaktadır. Bastırılmış karakterlerden biri de Rick’in yakın arkadaşı piyanist Smoke’tur (gerçek yaşamda da müzisyen olan Hoagy Carmichael). Rick’e ilgisini imalar yoluyla sezdirmeye çalışan Smoke aslında erkek-egemen toplumda geyliğini bastıran potansiyel bir eşcinsel karakterdir. Kendisini alkole verir. Elinden başka bir şey gelmez.
Amerikan filmlerinde alkolizme eğilimli birçok karakter aslında potansiyel birer eşcinseldir. Bu bağlamda, Tennessee Williams’ın tiyatro oyunundan uyarlanan, Richard Brooks’un yönettiği Cat on a Hot Tin Roof (1958, Kızgın Damdaki Kedi) adlı melodram refere edilebilir.
Amy ile Rick arasındaki sado-mazoşist ilişki Hollywood film noir tarihinin de özeti gibidir.
Şu diyalog Amy’nin cinsel karmaşasını ele verir:
Amy: Uzak dur Richard. kendine hâkim olamıyorsun. Bu sana ilk ve son uyarımdır. Bana âşık olduğunu sanıyorsun. sakın. Sakın bende şansını deneme. Yalnız kendine saygı duyan insanlar, özgürce, tam olarak âşık olabilirler. Ben kendime saygı duymuyorum.
Rick: Seninkisi edebiyat parçalamak. ben yalnızca ne hissettiğimi biliyorum.
Amy: Sen şanslısın. Ben aynı anda pek çok duyguya kapılırım.
“Aynı anda pek çok duyguya kapılma” bahsi esasen hemcinsine duyduğu tensel ilginin bir imasını oluşturur.
Amy, Rick’e şöyle der:
“İkimiz çok iyi anlaşırız. ortak hiçbir yanımız yok. Sana imreniyorum Richard, ama seni hiç anlamıyorum.”
Bu itiraf ise heteroseksüel ilişkiyi vadeden evliliğin taraflarından Amy’nin karşı cinsini anlamayışının, onunla yaşayarak kendisini tam kesinlikte ifade edemeyişinin bir özeti mahiyetindedir.
Rick ise Amy’den boşandıktan sonra kendi yolunda yürümeye, saksafon çalmaya devam eder. Jo ile de birleşemez. Amy onu tıpkı yıllar önce annesinin rahminden düşman bir dünyaya fırlatması gibi bir köşeye fırlatmıştır. Bu yüzden yönetmen Curtiz onu son sekansta, gökdelenler arasında, sabaha karşı bir başına saksafon çalarken görüntülemeyi tercih eder. Kahramanımız başladığı yere geri dönmüştür: sokaklara. Amerikan rüyası sona ermiştir.
Hakan Bilge
Yazarın diğer yazıları, twitter ve facebook sayfası.