Sınırsız Hiçlik
İsviçreli yazar Max Frisch; 1961 ile 1973 arası I. Kuşak misafir ya da göçmen işçi dönemi olarak geçen zaman diliminde Almanya’ya göç eden Türkler için, ‘’Biz işçi bekliyorduk, insanlar geldi.’’ sözü ile özeleştirisini yapıp istisnai bir örnek oluştursa da, göç olgusunun bozulmayan kaidesi; yaşanılan kültür şokunun etkisiyle kimlik karmaşası yaşayan bireylerin normallik ve marjinallik arasındaki sınavda uymaları gereken en zorlu kısımdı. Bu kaidenin özütü can yakıcı… ‘’Her şekilde kalifiye olmadığını unutma, içinde dolanacağın sanayi çarkının ve emanet vatanının asıl ham maddesi sensin!’’
Almanya’nın izlediği göç politikası son sürat gelişen endüstriye insan gücü sağlamaktan ibaretken, bu gücün büyük bir potansiyelini oluşturan Türk işçilerin ne kadar değer gördüğü ise tartışılır. Gizli bir sınıf atlama çabasını, merakı, hayat koşullarının iyileşme umudunu, çare arayışlarını cebine koyup gelen göçmenler dilini, yolunu, izini bilmedikleri bu modern yeryüzünde artık birer ‘yedek’, ‘öteki’, ‘Almancı’dır.
Köksüzlük ve benlik çatışmalarının oluşturduğu yavan entegrasyon bitmese de şekil değiştirir, ağır koşullardan gocunmayıp kendi memleketlisine göre ayrıcalıklı kılınmaktan zevk duyacak yeni kuşağı da içine çeker. Bu 80 sonrasındaki II. Kuşak; Alman kültürüne daha hâkim fakat daha kuşkucu bir kimlik kazanır.
Tevfik Başer, öğrencilik döneminde sosyal yapıyı gözlemlemiş, ilk uzun metrajlı filmi 40 Metrekare Almanya’da (1986); ataerkil yönetimle idare edebildiğini sandığı 40 metrekarelik evde, kendi toplumsal rolünü yanlış yerde oynamaya çalışan gurbetçi işçi Dursun (Yaman Okay) ve başlık parası karşılığı evlenip Almanya’ya gelin getirdiği Turna’nın (Özay Fecht) tamamlanamayan hayatlarıyla zihnimizin eline kalemi tutuşturmuştur.
Evin içindeki nesneler Dursun’un arada kalmışlığının ispatı gibidir. Yüksek bir yerdeki Kuran ve hemen altındaki boş bira şişeleri, kadın-erkek eşitliğinin kilit savunucusu Atatürk’ün duvarların dört bir yanına asılı posterleri… Köyde tezek temizlemekten kurtarıp Almanyalarda yaşatıyorum seni dediği ama eve kapatıp dışarısıyla tüm bağlantısını kestiği Turna’nın yanlış bir geleneksellikle hiçleştirilmesi, erkeğin kadını hayattan tümüyle pasifize etme hakkına sahip olduğunu sanması ve bunu güya aile şerefi uğruna yaptığını savunması, ahlak yoksunu gördüğü bir toplumun hoşuna giden nesi varsa değer yargılarına katıp aynı zamanda da bu dönüşümden korkması göçmen karakterin boşluğudur. Turna’nın sağlıklı bir varlık sürdürmesini engelleyen tecrit hali Dursun’un erkek çocuk fetişini yerine getirebilirse son bulacağı ümit edilse de bu arada yiten şey özgürlüktür.
Dursun’un psikozu Turna’nın ilk gördüğümüz neşesini alıp götürür. Her gün üzerine kilitlenen kapının ardından genç kadın yalnızlığını kendi kendine konuştuğu aynayla ve karşı penceredeki küçük kıza gülümseyip küçücük bir iletişim kurarak bastırmaya çalışır. Turna evlenmeden önce babasına, evlendikten sonra kocasına köle olmuştur. Kültürel alt yapısı yine başkalarına hizmet etmek için kullanmak zorunda olduğu tüp ocağını yakabilmekle sınırlı bırakılmıştır. Kocasının duygusal paylaşımdan uzakta ona görev olarak yüklediği cinsellik artık Turna’nın bedenini bir makine gibi cansızlaştıracağı zoraki eylemidir. Dinsel ritüeller gerçekleştirip eşinin hamile kalmasına uğraşan adam mutlu haberi aldığında sahte bir sevgi gösterisi yapsa da anne adayının tek hissi taşıyıcılıktır. Dursun’un epilepsi nöbetleri, erkek çocuğun araladığı kapılardan kaçarken ona dokunmaya çalışan ellerin kâbusları bu yabancı yerde potansiyel ahlaksız gözüyle bakılan Turna için bıkkınlık vericidir.
Yine bir nöbet esnasında banyodan kendini dışarı atan Dursun ölür. Turna aklını kaybetme eşiğinde, ne doğduğu ne de doyduğu yerde hayatla başa çıkmakla ilgili yeterli donanıma layık olamamış bir zavallı halindedir. Kocasını kaybetmek onun için sadece barınma ve yemek ihtiyacını kaybetmekle birdir. Turna kapıyı aralayıp yardım istese de kimseye derdini anlatacak kadar bile dil öğrenemediği için anlaşılamaz. Açtığı apartman kapısından çıkıp sokağa karışsa da bundan sonra nasıl ayakta kalacaktır?
Boylu boyunca yatan çıplak beden Dursun için ancak ölümle sağlanmış bir arınmanın geriye kalanı. Kapıdan çıkıp özgürlüğüne kavuşan Turna ise artık doğacak bebeğinden farksızdır. Belki zamanla o da emanet vatanının içine karıştı, belki de yok oldu.
Hülya Ayazoğlu
Yazarın diğer yazıları.