‘’Gece yavaş yavaş geliyor. İniyor. Çukur yerlere dolmağa başladı bile. Oraları doldurup ovaya yayılmağa başlar başlamaz, her yer boza dönüşecek. Işıklar yanmayacak bir süre. Ne çukurda ne düzde. Tepelerin aydınlığı, bir süre, yeter gibi görünecek herkese. Sonra tepeler de karanlıkta kalacak. Sonra soyunmağa başlayacak insanlar. Gecenin açtığı yaralar biraz daha acısın diye. Genç kasların gerginliği geceye girecek’’ 1
Hayat için senet yahut içki yetmeyecek, bu yükü taşıyamayanlar intihar edecek. Gecede cinayetler işlenirken, travestiler tacize uğrarken cücelerin düdükleri onları koruyacak fakat her şeye rağmen toplum onlara gün yüzü göstermediği gibi dövecek, kandıracak; hor görecek, dostluğu “yani kimlik siyasetlerimizde en az önem verdiğimiz” şeyi deforme edecek. Söz gelimi, “herhangi iki ya da daha fazla kişi arasında oluşabilen ve bireylikleri ayakta tutan, yok etmeyen tek birliktelik tarzı dostluk değil midir? Dostluk özgürlükte yıkanan tek ilişki tipidir, üstelik onu hayvanlarla, bitkilerle ve cansız varlıklarla bile kurabilirsiniz.” 2
Öyleyse 1993 yılı Orhan Oğuz imzalı Dönersen Islık Çal’ın özeti budur ya da bir diğer deyişle travesti ile barmen bir cücenin Beyoğlu’nun karanlık ve tekinsiz gecelerindeki dostluğunun dramatik hikâyesidir demek mümkündür.
Orhan Oğuz farklı bir dostluğu problematize ettiği bu filminde topluma yönelik kimlik politikalarına karşı gökten renkli toplar yağdırarak sert biçimde eleştirmekle kalmayıp Türk queer sinemasına hatırı sayılır bir katkı yapmıştır. Evet, filmi queer sinema kategorisine dahil etmek yanlış olmaz çünkü filmin başrollerinden birini transvestit şeklinde görürüz. Bu gösterge bir nevi statik kimliğin ifşasıyla gelen birey olamama trajedisini jenerik özellikli yeni kimlikle telafi etmeye çalışan bireyin ‘’queer’’ olarak etiketlenmesi şeklinde de yorumlanabilir. Kaldı ki bu kavram, Queer Tahayyül adlı kitapta da belirtildiği üzere Türkçede garip, tuhaf, yamuk, ibne gibi anlamlara gelmesinden ‘’ziyade bir kimliksizleşme önerisi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, kavramın ana sorunları cinsel kimliğin inşası, bu kimliklerin nasıl düzenlendiği ve bu kimliklerle özdeşleşmelerin bizi nasıl mümkün kıldığı ve kısıtladığı etrafında yoğunlaşır.’’ 3
Tam da bu kavramın kendisine asıl sorun olarak gözetip yoğunlaştığı problemler filmin öyküsünün anahtarını verir. Filmin giriş bölümündeki, henüz Memduh Ün’ün görülmediği bölümde geçen çocuksu bakış kisvesi altında bir çocuğun bulutları bakkal Rüstem’e, Ali abiye; karalarını kötüye, beyazlarını ise dervişe benzettiği, koskocaman trenin geçtiği sırada ise o çocuğun anlam verilemeyen bir şekilde Mustafa abisi tarafından düzüldüğü sahne buna örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca travesti (Fikret Kuşkan) ve cüce (Mevlüt Demiryay) göstergeleri, topluma sosyo-kültürel ve siyasal bir ayna tutma maksatlı eleştirel öge, sistem eleştirisi olarak da okunabilir. Yani senaryosunu Cemal Şan’ın kaleme aldığı, Orhan Oğuz’un yönettiği bu film, Beyoğlu’nun karanlık ve tekinsiz gecelerinde geçen, kimlik politikaları döneminin normatif dostluk alegorisini yansıtan başarılı bir yapımdır.
Muhammed Bayar
Yazarın diğer yazıları.
Alıntılar
1 Bilge Karasu, Gece, sayfa 15
2 Ulus Baker, Körotonomedya Yazıları, sayfa 212
3 Der. Sibel Yardımcı & Özlem Güçlü, Queer Tahayyül, sayfa 18