Senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini üstlendiği son filmi Ekşi Elmalar (2016) ile Yılmaz Erdoğan, vizörünü yine kendi geçmişine, Hakkâri dolaylarına uzatıyor. Turgut Özakman Hoca’nın, Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği kitabında söylediği gibi; “İnsanın çanağında ne varsa kaşığına da o gelir.” Erdoğan da en iyi bildiği şeyi yapıyor ve geçmişinden damıttıklarına estetik bir bütünlük katarak sinema sanatının hizmetine sunuyor.
Yıl 1977 Hakkâri… Dönemin siyasal panoraması Erdoğan’ın hayat vererek canlandırdığı “Reis” karakteri üzerinden yansıtılıyor. Belediye başkanlığını başka bir partiye kaptıran Reis, muhafazakâr milliyetçi cephe sevdalısı bir Adalet Partili…
Feodal yaşamın her anlamı ile resmedildiği bir coğrafyada kadın olmanın en zor yanını, Reis’in kızları üzerinden görüyoruz. Sevdikleri insanlarla evlenemeyen, babalarının otoritesine karşı gelemeyen kadınların hayallerini, sevdalarını, hüzünlerinizi izliyoruz. Hakkâri’de başlayan ve Antalya’da sonlanan bir hikâye kendini sıkmadan izlettirebiliyor. Senaryonun inandırıcılığına oyuncuların başarılı performansı eklenince, anlatılan dönemlerin içine giriyor, enfes görüntülerin büyüsüne kaptırıyoruz kendimizi.
Görüntü yönetmenliğinde Gökhan Tiryaki yine harika bir işe imza atmış. Reis Bey’in meşhur elma bahçelerinin arka fonu oluşturduğu, üç kız kardeşin fotoromanlardaki gibi bir aşk düşlemeleri ile beraber gelişen olaylarda görsellik söz kadar önemli bir boyut kazanıyor. Sinemanın bir görüntü sanatı olduğu düşünüldüğünde, Erdoğan gerek senaryosunda ve gerek yönetmenliğinde buna uygun bir yöneliş izlediği görülüyor. Tür her ne kadar dram olarak yansıtılsa da, Erdoğan’ın önceki filmlerinde olduğu gibi ciddi olanın yanında komik olan da kendisine yer buluyor. Dönemin siyasi atmosferinin, üstelik asal karakterin eski bir belediye başkanı olmasına rağmen, sıkıcı ve sert bir şekilde yansıtılmadığını görüyoruz. Kimi zaman bir radyo, bazen bir televizyon ve bazen de ara sahne olarak kurgulanan miting ve toplantı bölümlerinde, dönemin politik yapısı hakkında bilgiler ediniyoruz. Bu durum, Reis Bey’in kişiliğinde ailesi ve çevresi ile olan ilişkilerinde feodal yapının etkisini ortaya çıkarıyor. 12 Eylül darbesi ile beraber, Reis ve ailesinin hayatında da değişimler oluyor. Göç etmenin, o toprakların tarihsel trajedisi olarak hangi nedensellikler çerçevesinde gerçekleştirdiğine de kısmen değiniliyor. Erdoğan, ele aldığı konudan sapmadan birey-otorite karşıtlığı üzerinden ilerleyerek kadın-erkek ilişkilerini, özgürlüğün anlamını, güç ve güçsüzlüğü, gerçek ve hayal arasındaki acımasız mücadeleyi gösteriyor.
Filmin dikkat çeken en önemli özelliklerinden biriyse, aşk ve sevgi kavramlarına “masumiyet” penceresinden yaklaşması. Günümüzde fast food hayatların, tüketim kültürüne yapışmış, “kullan at” ilişkilerine karşı, özlemenin, paylaşmanın ve aşkın en saf halinin yansımaları var Ekşi Elmalar’da…
Filmin sorunlu bulduğum yanların birisi final sahnesi. Senaryonun bu noktada inandırıcılıktan biraz uzaklaştığını söylemek zorundayım. Ayrıca üniversite öğrencisinin siyasi olaylara katılımı ve bu durumun sevdiği kıza olan yansımaları çok klişe şekilde verilmiş. Bu anlatım diliyle ülkenin yakın tarihinde önemli bir yeri olan “öğrenci eylemleri”nin istemeden de olsa kötü bir şekilde karikatürize edildiğini düşünüyorum.
Yılmaz Erdoğan sinematografisinde önemli bir yer elde eden Ekşi Elmalar için çok para harcandığı söyleniyor. Gişeden yeterli beklentiye ulaşamadığı hakkında yazılıp çizilenler var. Kim ne derse desin, Ekşi Elmalar kelimenin tam anlamıyla çok temiz bir film olmuş. Gerek hikâyesi, gerekse oyunculukları ile nakış gibi işlenmiş… Özellikle oyunculuk konusunda Erdoğan’ın çok iyi bir oyuncu yönetimi gerçekleştirdiği görülüyor.
Erdoğan; kadın olmanın, bu topraklarda ne zor bir şey olduğunu bir kere daha yüzümüze vuruyor. İzleyin; göreceksiniz.
Serkan Fırtına
Yazarın diğer yazıları.