Kurosawa, Rashômon’da (1950) Japon Ortaçağı’nın (10. yüzyıl) yabanıl coğrafyasını fon alır. Ölüm ve sömürünün, vahşet ve zalimliğin kol gezdiği bir coğrafyadır bu. Bu karanlık, yabanıl coğrafyanın prototipi de bir samurayın karısının bir haydut tarafından tecavüze uğraması ve ardından da samurayın öldürülmesi olayıdır. Bahis konusu edilen bu öykü, dört farklı bakışaçısının (samurayın kadınına tecavüz eden haydut Tajômaru / Toshirô Mifune, tecavüze uğrayan kadın, öldürülen samurayın ruhu ve oduncu) süzgecinden geçerek gizil bir bütünselliğe ulaşır; fakat daha çok bir çıkışsızlığa işaret eder. Gerçek ve yalan kavramları ahlaki ve felsefi vizyonun birer parçasıdır Rashômon’da; giderek ‘olay’ın kendisi bir söylentiye dönüşür.
Akira Kurosawa, hakikat-yalan karşıtlığını aşmak ister gibidir. Film boyunca hakikat bir buhar olup uçar Hakikatin kendisi söylenceye evrilir. Hakikatin göreceliliğinden ziyade metafizik bir sorunsal olarak tanımladığı gerçekliğin imkânsızlığını sorgular gibidir Kurosawa.
Hakikat sorgulaması Rashômon’un ahlaki ve hümanist mesajlarını belirgin kılmada birer sıçrama tahtası biçiminde algılanabilir.
Nedir onlar?
Finalde, izbe Rashô Tapınağının kuytu bir köşesinde terk edilmiş bir bebek ağlamaktadır…
Bu metruk tapınakta, yağmur nedeniyle oraya sığınmış üç adam vardır: bir rahip, bir oduncu ve bir köylü…
Bebeğin sesinin geldiği yöne doğru giden köylü, bebeğin terk edildiğini anlar ve üzerindeki kimonoyu çalar. Davranışından dolayı oduncu ile tartışan adam, bunu nasıl olsa birinin yapacağını söyler; ne ki oduncunun da yeterince dürüst biri olmadığını mimler ve hem de oduncuya tokat atar…
Adam gider…
Rahip ve oduncu bir başlarına kalırlar tapınakta…
Bebek, rahibin şefkatli kucağında ağlamaya devam etmektedir…
Oduncu, hali hazırda altı çocuğu olduğunu, bu bebeğin de bakımını üstlenebileceğini söyler rahibe…
Ve bebeği rahibin kucağından alıp evine yollanır…
Ve Rashômon sona erer…
…
Tecavüz ve samurayın öldürülmesi olayının dört değişik perspektiften yorumunun, öyküyü gizil bir bütünselliğe, çıkışsızlığa taşıdığını belirtmiştim. Sevgisiz, merhametsiz, vahşi bir coğrafyada insan doğasına inanmıyor gibidir Kurosawa.
Üstelik samurayın ruhunun medyum yoluyla çağrılıp kendisinden bilgi alınması (ki tanrısal bir mahkeme iradesiyle yapılıyor gibidir bu), ontolojik gerçeğin insan aklı ile kavranamayacağını; en azından, kişinin, kendi gerçeğini ve başkasının gerçeğini yordarken, dinsel ve duyularüstü olana sığındığını ironik bir vizyonla sorunsallaştırır Kurosawa. Bu da son tahlilde, gerçekliğin gökyüzü (manevi âlem, kısaca metafizik) ile yeryüzü (dünyevi âlem, kısaca fiziki dünya) arasında bir yerlerde gizlendiğini, en nihayetinde tek ve mutlak bir gerçeğin asla varolamayacağını, bakılanın bakana göre değiştiğini bir kere daha anımsatır.
Ve şu soru:
Hakikat var mıdır, olası mıdır?
Evet, buraya değin karamsar bir yapıttır Rashômon. Öykü dört farklı kişisel yorum eliyle çatallanmış ve adeta bir çıkmaza kilitlenmiştir.
Fakat sonuç böyle değildir.
Her ne kadar öykü boyunca acımasız bir dünyada ayakta kalabilmek uğruna hile ve yalana başvuran figürleri gözlemlesek de, Rashômon’u evrensel ve hümanist kılan ipucunun öykünün finalinde yattığını söylemek zorundayız; aksi takdirde Rashômon, Japon Ortaçağı’na ilişkin ulusal bir öykü olarak kalırdı.
Paylaşımı savunan, insanlığın geleceğine güvenen, sevgiye inanan, iyiliğin arkasında duran bu güzide final; Rashômon’un evrensel ve ahlaki çizgisini belirleyen, hümanist özünü açığa çıkartan bir finaldir; hemen tüm Kurosawa yapıtlarında olduğu gibi.
Yağmur ise Japon kırsalının üzerine düşerek kasvete neden olduğu kadar ölgün tabiatı da canlandırmıştır. Tapınaktakiler için bu içsel bir arınmaya işaret eder. Yağmurun bitkilerin boy atmasını sağlaması gibi terk edilmiş bebek de şimdi emin eller de boy atacaktır. Dolayısıyla Kurosawa için umut hâlâ vardır. Tükenmek, karamsarlığa düşmek için hiçbir neden yoktur. Bütün bu iyimser çaba, filmin umut aşılayıcı finali, 2. Dünya Savaşı sonrası Japon karamsarlığına dönük bir atıf olarak okunmalıdır. Nitekim izleyen dönemde Japonya küllerinden yeniden doğmuştur bir Anka kuşu gibi.
Son olarak, şu kışkırtıcı soru akılları kurcalar:
Karamsar bir öykünün karşısına iyimser bir final denk midir?
Hakan Bilge
Yazarın diğer yazıları.