Hakiki bir jazz eseri gibi inişli çıkışlı, gelgitli bir film Whiplash (2014, Damien Chazelle).
Bu açıdan biçim ve içeriğin mükemmel uyumuna örnek olarak verilebilir pekâlâ. Hikâyenin ve yan hikâyeciklerin freudyen simgesel düzen içinde okunması/alımlanması yerinde olacaktır.
Simgesel düzen ile ilgili ayıkladığım bazı sahneler:
Henüz ilk sahne, tedirgin olduğu her halinden belli olan Andrew Neyman’ı (Miles Teller) yarı karanlık bir uzam içinde, kuşatılmış bir biçimde gösterir. Müzikle varolan, kendisini müzik vasıtasıyla anlamlandırmak isteyen amatör bir delikanlıdır bu. Söz konusu sınırlı ve önceden belirlenmiş koşullar içinde açıkça rahat hissetmektedir. Bu, ana rahminin sonsuz huzuruna ve rahatlığına benzer. Diğer yandan, ana rahminde dış dünyadan sesler duyan ve bunlardan öyle veya böyle etkilenen her canlı formu gibi Andrew Neyman da en sonunda fiziksel bir sesten etkilenerek tedirgin olur. Bu, dış dünyadan ürküntü duyan ve kendi kabuğunda (ya da ana rahminde) iyi yaşam olanaklarına sahip olduğu için mutlu olan canlı formunun temel anksiyetesini ele verir. Nitekim gelen, sembolik baba figürü Terrence Fletcher’dır (J.K. Simmons).
Fletcher, Andrew Neyman’ın öz babası ile karşılaştırdığı aktif, atak, girişimci sembolik baba figürü kimliğinde belirir. Öz baba ise açıkça iğdiş edilmiştir, çünkü görünürde karısı filan yoktur. Hayatta elle tutulur bir başarı elde edememiştir. Yalnız ve kendi halinde bir adam olduğu için oğlunun önünde örnek bir rol modeli de olamaz. Pasiftir, oğlunun psikolojisini anlamakta ciddi sorunlar yaşar. Andrew ondan nefret edip küçümsemesine karşılık bu duyguyu kendi içinde yaşar, fazla renk vermez. Oğul, kendi kimliğini bulabilmesi için babasını geride bırakmak, onu aşmak zorundadır.
Sancılı bir akşam yemeği esnasında yaşanan ucu rekabete dönük tartışmanın da gösterdiği gibi sofradaki diğer fertler gibi babası da hayatta yükselip başarılı olmayı, rahat bir yaşam sürmeyi, kısacası insanın geleceğini garanti altına alması gerektiğini öne sürer. Sanatçı olmak, müzikal kariyer edinmek parasal açıdan girdaba girmek, sözüm ona oğlunun geleceğini karartması demektir. Bütün bu detaylar bireylerin kapitalizmin dikey hareketliliğinin sözcüleri oluşunu örnekler. Geçmişe bakıldığında, Amerikan jazz sanatçıları da benzer süreçlerden, yoksulluktan geçmişler, alkolizmin dibine vurarak dünyadan göçüp gitmişlerdir. Baba, oğlu Andrew’un da böyle bir hayat sürmesini istemez. Elbette Andrew o alkolizmle, uyuşturucu kullanmakla, beş parasız olmakla suçlanan jazz ikonlarını kendisine örnek almıştır. Charlie Parker ya da Dizzy Gillespie onun için yegâne caz gurularıdır.
Katı kuralcı müzik hocası Fletcher, ara ara Andrew Neyman’a cinsel kur yapar ve onu fiziki olduğu kadar cinsel yönden de kışkırtır. Bateri davuluna vuruş basitçe cinsel eylemin yinelenişidir bu yüzden. Simgesellik bu anlarda çok daha kuvvetlidir. Yani film müzik sevgisi, tutkusu ya da başarılı olma (ünlü olmayı değil, müzikal başarıyı kastediyoruz) hırsı gibi görünür, ama altmetin cinsel itkiler/yönelimler/keşifler üstüne inşa edilmiştir.
Fletcher örtük bir eşcinsel kimliğinde kodlanmıştır. Zaten ortalıkta kadın filan yoktur yine. Neyman’ın öz babası gibi o da bir kadınla beraber değildir. O açıkça yürüyen bir erkeklik organıdır. Andrew ona bakar ve baskıladığı eşcinsel kimliğiyle yüzleşir. Fletcher’ın kendisini baskılaması yüzünden intihar eden genç bir öğrencinin varlığına bakılırsa sert kurallar koyan ve disiplinli tavrıyla öne çıkan bu adamın geçmişi de karanlıktır. Bilinçli bir çabayla yönetmen Chazelle onu genellikle yarı karanlık bir mizansen içinde tanımlayarak belirsizliğine, anlaşılmazlığına atıf yapar. Fletcher çok defa karanlığın içinden peyda olur ve beklenmedik anlarda ortaya çıkar.
Bununla birlikte, öğrenciye uyguladığı baskının psikolojik mi, yoksa fiziksel mi olduğunu bilmeyiz. Sadece çeşitli spekülasyonlar ve dedikodular gündemdedir ve okul yönetimi de buna göre önlemler alır, çeşitli tanıkları dinler, gizlilik esastır ve en sonunda Andrew’un da kapısı çalınarak tanıklığına başvurulur. Yaratılan belirsizliğin bu filmin esasında Andrew’un filmi olmasıyla ilgilidir. Süreç boyunca ancak onun gördüğünü ve bilebildiğini biliriz. Karakterin bakış açısıyla sınırlandırıldığımız için birçok detay havada kalır ya da okuma yoluyla ancak çözümlenebilir bir hale gelir. Yönetmen, başfigür Andrew’u olduğu kadar seyirciyi de detayları görmesi ve okuması konusunda kışkırtır. Bu anlamda Chazelle Avrupa sineması geleneğine uyar.
Şöyle de denebilir: Fletcher yüzünden intihar eden Sean ismindeki gencin akıbetini yeni öğrencilerine trafik kazası olarak deklare eden ve onun kendini astığını gizleyen hocanın amacı nedir? Bu açıkça olaydan kendisini sorumlu tutması ile ilgilidir. Gerçeği öğrencilerinden gizleyerek bir anlamda suçluluk duygularını hasıraltı eder, sorunla yüzleşmekten kaçınır. Ölmeden evvel depresyonda olduğu bilgisi geçilen Sean’ın Fletcher ile cinsel bir ilişki yaşayıp yaşamadığı ise elbette meçhuldür, ama okuma yoluyla böyle bir olasılığın mümkün olduğunu öne sürebiliriz. Bu tarz örtük ilişkiler ağı filmin esasında müzikle ilgili gibi görünen cinsel kimlik arayışları veya kimlik bunalımları üzerinden kişisel hikâyeler anlattığını kanıtlar. Nitekim ana hikâyeye konu olan Andrew Neyman ve onun gibi jazz heveslisi gençlerdir. Onlar müzikle uğraşarak kendilerini ve sosyal çevrelerini, oradan da hayatın kendisini tanıyıp olgunlaşırlar ya da tam tersi olur. Kimisi Sean gibi intiharı seçer, kimisi de Andrew gibi mücadele eder.
Andrew’un sinemada çalışan kızla kurduğu geçici ilişki geyliğin heteroseksüel toplumda yaşarlığını sürdürmesiyle ilgili olanı sembolize eder. Nitekim Andrew birkaç girişimde bulunursa da başarısız olur. Hatta film bittiğinde halen bakir midir, sorusu sorulabilir. Genç kız onun yolundaki duraklardan sadece biridir. Cinsel kimliğini keşfederken dönüp baktığı insanlardan biridir sadece.
Andrew Neyman, cinselliği davulun başında pratize ederek keşfetmiştir. Finalde hocasını/sembolik baba figürünü/cinsel kılavuzunu bu kez kendisi yönlendirir. Kaba ve orgazma (psikolojik rahatlama) gidişte sancılı olan bu inişli çıkışlı süreç, jazz’in ritmik formuyla uylaşır ve film aslında açıldığı gibi kapanır. Hikâyenin başında kendisini hocasına kanıtlamak isteyen genç, bu sahnede de yine kendisini kanıtlama çabası içine girmiştir. Bunu başarmıştır da. Cinsel olgunlaşma süreci başarıyla tamamlanmıştır. Bu aynı zamanda Andrew Neyman’ın eşcinselliğini kabul edip onunla yüzleşmesi anlamına da gelmektedir. Bu minvalde finalin havada bitip bitmemesi, gelecekte neler yaşanacağı ise önemsizdir. Çünkü Andrew kendisini öz babasına da kanıtlamış, yani artık bir erkek olmuştur. Şu halde müzikal kariyerinin başlaması da önemli değildir.
Amerikan sinemasında, özellikle film noir örneklerinde sanatçılar, özellikle de jazz sanatçıları genellikle baskılanmış birer eşcinseldir. Film bu kanalı takip ederek gelenekle ilişki kurar. Biçim ise Avrupa sinemasıyla kurulan bilinçli ilişkinin bir sonucudur. Filmin görsel üslubu da film noir anlatılarına çok şey borçludur bu yüzden, ama Whiplash elbette bir film noir değildir. Tıpkı filmde görünen birçok şeyin aslında göründüğü gibi olmaması gibi. Modern sosyal ikiyüzlülüğün her yanı kuşatıp binbir çeşit personaları dayatması gibi Fletcher eşcinselliğini gizler, Andrew cinsel yönelimlerini saklar, öz babası iğdiş edilmişliğinin üstünü kapatır, Sean ise belki de cinsel kimliğini özgür biçimde yaşayamadığı için intiharı seçmiştir. Whiplash bu anlamda varoluşa dair sorular soran bir filmdir. Seçimlerin doğasıyla bağlantılar kuran, bireyin kendisi ve sosyal çevresiyle ilişkilerinin izdüşümlerinin çetelesini tutan bir anlatıdır.
Diğer taraftan, Andrew dostumuzun genç kızla sinemada tanışıp onunla flört etmeye başlaması esasen fantezilerle de ilgilidir. Taxi Driver’da (1976, Taksi Şoförü, Martin Scorsese) insomniak Travis Bickle’ın (Robert De Niro), başkan adayının propagandasını yapan genç kadınla (Betsy rolünde Cybill Shepherd) tanışıp onu porno oynatan bir sinemaya götürmesi gibi Andrew kardeşimiz de fantezilerin rüya yollu çoğaltıldığı sinema salonunu tercih eder. Hepimiz birçok şeyi sinemada öğrenmedik mi? Belki de çoğumuz ilk mastürbasyonunu orada yaptı ve cinsel pozisyonları orada öğrendi. Korkmayın, itiraf edin. Bu bağlamda Zizek amcamız sapına kadar haklıdır:
“Sinema size arzu ettiğiniz şeyi vermez, neyi arzu etmeniz gerektiğini söyler.”
Bu, filmlerle kurduğumuz ilişki biçimlerinin yeniden gündeme getirilişini kuşatan daha genel bir soruna işaret eder: Biz seyirci de Whiplash’ı izleyerek, fantezi alanımızı genişletip yeniden ve yeniden inşa ederiz. Filmi freudyen simgesel düzen içinde değil de, salt yüzey metin teması ile izlesek bile etkilenir, üzülür, güler, ağlar, özcesi katharsis yaşarız. Şu halde Andrew ile kolayca özdeşim kurulabilir. Hocası Fletcher ise bizim bakışımıza göre daha iticidir. Ama Andrew gibi ondan etkilenmeden edemeyiz. Bu anlamda denebilir ki iyi ve kötü, doğru ile yanlış, güzel ve çirkin bir aradadır, iç içe geçer ya da yan yana durur. Whiplash filmi bu anlamda Hollywood’a özgü ikili karşıtlıkları (binary oppositions) sorunsallaştırarak kendi yolunu açan üstdüzey sanatsal bir örnektir.
Son olarak, Andrew Neyman’ın trafik kazası yapmasına rağmen hayatta kalışı ve yeniden davulun başına oturuşu masalların yapısına benzer. Bilindiği gibi gerçeküstü masal evreninde başkahraman türlü badireler atlatmasına rağmen yine hayatta kalır. Biz de başkahramanın ölmeyeceğini, bu sorunun da üstesinden geleceğini pekâlâ biliriz.
Özetle Whiplash bir cinsel olgunlaşma hikâyesidir, genç bir bireyin kimliğini araması üzerine bir filmdir. Tıpkı Blue Velvet’in (1986, Mavi Kadife, David Lynch) genç kahramanı Jeffrey Beaumont (Kyle MacLachlan) gibi Andrew Neyman da finalde olgunlaşmış, cinsel kimliğiyle yüzleşmiş, hakiki bir erkek olmuştur.
Hakan Bilge
Yazarın diğer yazıları.
Harika bir yorumlama, teşekkürler, zevk ile okudum sonuna kadar.
Gerçekten anlamlı ve nitelikli bir eleştiri yazısı. Bir filmi izleyip öylesine bırakmak yerine alt metinlerini inceleyen, üzerine düşünen, olumlu olumsuz taraflarını endişe etmeden söyleme cesaretine sahip olan, eleştirinin sadece yermek olarak algılandığı bir toplumda dürüstçe eleştirebilen birinin yazısını okumak inanılmaz bir şans. Çok da uzun olmayan bir süredir yazılarınızı takip ediyorum, keşke siz gibi vasıflı bir yazarı daha önceden tanıyabilseydim. Gelecek yazılarınızı merakla bekliyorum.
çok teşekkürler selinsu. aslında göründüğünden de zengin bir film. daha detaylı bir şekilde de yazılabilirdi. yazıda ihmal edilmiş kısımlar elbette var. bu arada yönetmenin son filmini de yazacağım sanırım, eğer vakit bulabilirsem. takipte kalın. sevgiyle.