Sarah Waters’ın Ustaparmak Romanı

“O kaltak her şeyi biliyordu. Başından beri işin içindeydi.”

Daha önce söyledim mi bilmiyorum; kitaplara fazla düşkün bir insan değilimdir. Edebiyattan fazla anlamam. Büyük edebi eserler hakkında bilgim sınırlıdır. Öyle, bir duvar halısının sayfalarca tasvir edildiği kitaplar falan boğar beni. Kelime sanatları üzerime üzerime gelir, uzun kitaplar gözümü korkutur. Yine de diğer yazılarımda bazı romanlardan bahsettiğimi görmüşsünüzdür. Olabilir. Fazla kitap okuyor olabilirim. Fazla film de izliyorum ama bu beni sinema otörü yapmıyor di mi?

Neyse, okuduğum kitaplarda aradığım şey ilginçlik ve zekâ pırıltısıdır. Esprili bir yazı şeklinden de hoşlanırım. Arada bana bilgi de vermeli, okuduğum şeyden yararlanmam lazım. Son zamanlarda moda olan, hızla okunup bitirilebilen “Da Vinci Şifresi” benzeri kitaplardan bahsetmiyorum. Gerçek romanlardan bahsediyorum. Bence, bahsedeceğim “Ustaparmak (Fingersmith)” kurgusuyla, roman geleneğini özleyen okurun yüreğine su serpecek bir kitaptır. Bir önceki yazımda bahsettiğim “Onuncu Ev” ile bir bakıma benzeşiyor. Bir kere ortak çıkış noktaları olan Viktoryen era benim ilgimi çeken bir dönem. İkincisi; benzer kurguları var. Bir olayı iki karakterin bakış açısından ayrı ayrı okuyorsunuz ve bu heyecanı artırıyor. Ama benzerlikler bununla sınırlı…

Yazar Sarah Waters, İngiliz genç romancılar kuşağının en önemli temsilcisi olarak görülüyor. Lezbiyenliğini saklamayan ve bu yönünü romanlarında da belli eden yazarın Türkçeye çevrilen tek kitabı “Ustaparmak”; 3. romanı. Üniversite bitirme tezi olarak Viktoryen dönem pornografisini araştıran yazar, bu yönüyle bile gözümde birkaç basamak yüceldi. Tez araştırmaları sırasında ilk romanını da bitiren yazarın bu kitabının adı “Tipping the Velvet”; dönem argosuna göre kadınlık organını yalamak anlamına geliyor.

Zaten kadın Viktoryen döneme bir tarihçi gibi hâkim. Satır aralarında bahsedilen dönemin yaşantı tarzı ve modası, hoş teferrüatlar olarak göze çarpıyor ve romanın inandırıcılığını birkaç kat artırıyor. Araştırma konusundan da belli olacağı üzere yazarın dili oldukça keskin ve korkusuz. Edindiği konu dolayısıyla tehlikeli sularda yüzüyor ve işin altından alnının akıyla kalkıyor. Kolay değil, tarihi bir dönemin ikiyüzlülüğünü en çirkin haliyle aktarıyor; romanın konusu neredeyse sadece “saf kötülük”müş gibi geliyor. Atmosfer bakımından daha kıdemli olan “Oliver Twist” geleneğine göre, arka sokaklarda yaşayan fakirler ne kadar tekinsizse, zengin ve görgülü insanlar o kadar koruyucu. Sarah Waters ise daha gerçekçi takılmış. Onun romanında, hem sefil karakterler hem de sosyo-ekonomik düzeyi yüksek kesim, kötülük hislerinden eşit oranda nasiplenmiş. Bunun yanında aşk, güven, aile bağları (akrabalık olmasa bile), aidiyet duygusu gibi unsurlar, bu çok tabakalı romanın çaşitli temalarını oluşturuyor.

Konu kısaca şöyle:

1882 yılında Londra’nın arka sokaklarında hayat zordur. Kimin eli kimin cebinde belli olmadan yaşayan yankesiciler (bunlara racon gereği ustaparmak deniyor), romanın fonunu oluşturmakta. Tüm bunların ortasında 17 yaşındaki öksüz Susan (Sue) Trinder’ın belki ailesi yoktur ama bunun yokluğunu hissettirmeyen bir alternatif ailesi vardır. Kimsesiz bebekleri büyüterek geçimini sağlayan ve büyüyen çocukları kendi emelleri için kullanan anaç Bayan Sucksby, Sue’ya kol kanat germiş, onu bu kirli dünyadan uzak tutmuştur. Kadın kocası olmayan ama ortak çıkarları bulunan Bay Ibbs ile aynı evde, bir “haydut yatağında” kalmaktadır. İnlerine giren çıkan yankesici ve hırsızların haddi hesabı yoktur. Bay Ibbs getirilen çalıntı eşyaları, uygun fiyata alıp hızla işleyerek satabilecek hale getirmesiyle ünlüdür. Yanlarında ikamet eden ama akrabalık bağları olmayan ergenlikteki kız ve oğlanlarla (Dainty, John), bir komün hayatı yaşayan Sue’nun kaderi, bir gün eve gelen “Beyefendi” ile değişecektir. Beyefendi (Richard Rivers), genç ve yakışıklı bir adamdır ve azılı bir dolandırıcıdır. Zengin genç kızları ağına düşürüp paralarını ele geçirmekte, elindeki parayı hızla car çur edip tekrar genç kadınların peşine düşmektedir.

Fakat yeni planı büyük bir vurgundur. Londra’nın taşrasında büyük bir konakta, despot dayısının hâkimiyeti altında yaşayan Maud Lilly yeni kurbanıdır. Bu, dünya yüzü görmemiş, gözü açılmamış kızı yüklü bir miras beklemektedir ve Beyefendi’nin niyeti Maud ile evlenmektir. Fakat kızı ağına düşürebilmesi için konağa bir casus yollamaları gerekmektedir. İşte Sue burada devreye girecek ve Maud’un yeni hizmetçisi olacaktır. Yaşıt olan bu iki kızın hızla dost olması ve birbirlerine sırlarını açması işten bile değildir.

Sue bu planı bir şartla kabul eder. Mirastan uygun bir pay alacaktır. Bayan Sucksby’nin gözyaşları eşliğinde uğurlanan Sue konağa gider ve Maud ile tanışır. Bu melankolik kız ile hızla yakınlaşan Sue, daha büyük bir komplonun varlığını farkettiğinde iş işten geçmiş olacaktır.

Romanın ilk bölümü bu şokla bitiyor ve ilerleyen bölümlerde yavaş yavaş düğümler çözülürken daha da ilginç şoklarla karşılaşıyorsunuz. Benzersiz kurgusu ile heyecanı daima yüksek tutan romanda en dikkat edilmesi gereken şey, okuduğunuz her şeye inanmamanız. Yoksa en başa dönüp bazı bölümleri tekrar okumanız gerekecek. Bir olayın veya durumun değişik iki bakış açısından anlatılması benim son zamanlarda hoşuma giden bir şey.

Kitabın İngilizce aslından çevirisi (Figen Bingül) gayet akıcı. Ama benim en hoşuma giden şey kapak tasarımı (Utku Lomlu). Çok basit ve çok açıklayıcı bu kolajda genç bir kız (ki hangi kız olduğunu bilmiyoruz) bir sandığın üzerine uzanmış. Sanki kapalı kalması gereken bir şeyleri saklıyor. Başucundaki komodinin içinde beyaz bir eldiven (kitabı okuyanlar, Maud’un kullandığı bu beyaz keçi derisi eldivenin ne denli önemli bir obje olduğunu farkedecektir) hınzır bir biçimde yürüyor.

……….

Roman birçok ödüle değer görülmüş:

British Book Awards Yılın Yazarı, 2024
CWA Ellis Peters Historical Dagger Tarihi Suç Romanı Ödülü, 2024
Man Booker Roman Ödülü, 2024
Orange Prize Roman Ödülü, 2024

Güzel bir kitap, edinin okuyun valla…

Ustaparmak (Sarah Waters) / Everest Yayınları: Aralık 2024

Yazan: Wherearethevelvets