Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı Neden Sevmeliyiz?
Mart 1, 2024 by Editör
Filed under Deneme, Edebiyat, Sanat, Ustalara Saygı
Öncelikle, hiçbirimiz Gürpınar hazretlerini sevmek zorunda değiliz. Ama etrafında yaşayan insanlara ve son zamanlarda da birkaç mizah dizisinde kullanılmaya başlanmış, belli başlı temel insani özelliklere sahip, gerçekçi karakterlere biraz dikkatle bakan bir kişi, yüz yıl önce gerçek hayatın içinden alınıp kurgulanmış roman kişilerinin, çağdaşımız kişilerle nasıl bir örnek oturduğunu fark edebilir. Ama kolektif bir sevgi hadisesine girişmeden önce, Gürpınar’la olan kişisel ilişkime değinsem daha iyi olacak: O zamanlar ben henüz on yaşlarında bir çocuğum. Her normal çocuk gibi benim de Gürpınar’la çok düzeyli ilişkim, evdeki çocuk kitaplarından başımı kaldırıp babamın kitaplarına ilk baktığım zaman, Atlas Kitabevi’nin kahverengi ciltli kitaplarına rast geldiğimde başladı: Halide Edip Adıvar’la Hüseyin Rahmi’nin tüm kitapları. İç kapaklar bir çocuğun dikkatini çekecek kadar güzeldi. Ama Halide Edip bir çocuğun dikkatini çekecek kadar eğlenceli bir yazar değildi. Sanırım hâlâ da değildir. Hikâyenin gerisi, “ama Hüseyin Rahmi Gürpınar…” diye devam ediyor işte.
Benim açımdan Gürpınar’ın en önemli romanı Dirilen İskelet. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında, İstanbul’da, Direklerarası’nda, bir kahvehaneye sırtını dayamış iki genç adam, önlerinden bisikletini ve yolu zangır zangır, titrete titrete geçen adam hakkında konuşuyorlar. Hikâye dirilen iskeletler, mezar soygunları, mezarların olmazsa olmazları, yarı bu dünyada, yarı öte dünyada duran selvi ağaçları, merak, batıl inanç, Batı-Doğu çatışması ve bir çocuk için biraz korku ve heyecan dolu satırlar, -artık böyle şeyler olmadığını biliyoruz -, kirli aşk oyunları ve Gürpınar’ın konu dışına çıkmayı seven üslubunun salınımlarıyla devam ediyor.
Daha sonra okuduğum Cadı da yine benzer temalarla; şaibeli doğaüstünün gölgesinde, reel hayatın çıkarcılıklarıyla, bir çırpıda okunan bir macera romanı havasında ilerliyordu. Bu iki kitaptan sonra gelen Utanmaz Adam ise, hem daha gerçek bir hikâyeyi anlatıyordu, hem de ikisinden de daha sert başlıyordu:
“Küçükken adı Yumurcak’tı, sonra Afacan, sırasıyla Haylaz, Çapkın, Utanmaz oldu. Bu onun için son rütbe değildi. Avnussallah tahsilde şiire kadar yükseldiği zaman Namık Kemal’in meşhur mısrasını şu şekilde tepetaklak etti:
“Alçal ki yerin bu yer değildir.”
Bazı mütehassıs psikologların dediklerine göre insan anasından ahlakça tertemiz doğar, sonradan çevrenin tesirleriyle bozulurmuş, başkaları da bu hükmün tersini iddia etmektedirler. Ben bu iki denilenin arasında arabuluculuk edecek değilim. Allah yaratır, romancı taklit eder. Zıt kişiliklerinin ortaya çıkarılmasıyla, iyi dileklilerin değerlerini bildikleri için, dünyada kötülerin de varlığına lüzum gösteriliyor.”
İlam-ı malum olacak ama tabii ki çocukken Gürpınar’ı bu hassasiyetlerle değil, eğlenceli romanlar yazdığı için okuyordum. Çünkü bir çocuk okuduklarını anlasa da, bu anladığı şeylerin ne anlama geldiğini, ancak yıllar sonra anlayabilir. (Sonra buna bir isim de koyup epifani diyebilir.)
En baştaki soruya geri dönersek, cevabın, tekniği ya da yetkinliği olmadığı çok açık. Çünkü Hüseyin Rahmi’nin isabet ettirdiği gibi biz, yani Halk, bir yazarı teknik yetkinliği için sevmeyiz. Benim cevabım Gürpınar’ın, daha o eski zamanlarda, böylesine erdemden uzak karakterlere, böylesine cesur ve öngörülü bir biçimde hayat verebilmesi. İyilik yapmak için yanıp tutuşan, kahraman olduğunu bile fark etmeden kahramanlıklar yapan, idealist, her zaman önce başkalarını düşünen roman kahramanlarına yer yok onun romanlarında. İyi ve Kötü karakterler olarak işaret edebileceğimiz roman kişileri var elbet, ama birkaç sayfa sonra çekilmiş olan bu çizgi bir anda iki tarafı birbirinin içine çekebilecek kadar karmaşıklaşabiliyor. Her insan, kurallı gibi görünen ama oldukça vahşi bir dünyada hayatta kalmaya çalışır çünkü. Gürpınar da bu yüzden, şartlara göre şekil değiştirebilen, kırılmayan ama esneyebilen, aşkı yüzünden kötü yola düşse bile, bunun aslında aptallık gibi bir durumdan kaynaklandığını sürekli olarak hissettiren, oldukça gerçek roman kahramanları kullanıyor.
Gürpınar’ı Gürpınar yapan başka bir özelliği de konu dışına özgürce çıktığı sayfalarda ahlak, felsefe, varoluş, yaradılış, evrim, nihilizm gibi konuları tartışmayı çok sevmesi. Okuyana, “yazarının yazarken eğlendiği sayfalar” hissini de yine bu konu dışı sayfalarda veriyor. Zaman zaman konu dışına çıkmayı çok uzattığında, size de konuyu unutturabilecek kadar gemi azıya almayı da başarabiliyor, zaman zaman da ahlaksızlığı meşru gösterebilecek kışkırtıcı akıl yürütmelere neşe içinde sapıyor. Belki de Gürpınar ilk önce kendi düşünceleriyle eğleniyor.
Bundan yüz yıl önceki İnsanla, gözlemleyerek yaşamış bir yazarın yarattığı karakterlerde karşılaşmak, bir zaman makinesine binip 20. yüzyılın başına seyahat etmek gibi.
Hüseyin Rahmi’nin hak ve adalet konusunda, temkinli solculara taş çıkartacak sertlikte hükümlere varmış olması ama idealist olmaktan uzak olması, onun idealler üstü bir düşünceye inandığının da açık bir kanıtı aslında ve oldukça önemli bir nokta. Reçeteler vermek yerine zıt düşünceleri roman kişilerinin ağzından aktarmayı, taraf tutmayı, sonra bu taraf tutmanın karşısına geçmeyi, kafa karıştırmayı tercih etmek, olsa olsa romanı okuyan kişinin kendi doğrusunu kendi seçmesini istemekle açıklanabilir ancak.
Başka bir yazıda da değinildiği gibi, “Sanat yaşamını çağdaşlaşma yolunda bir araç olarak gören Hüseyin Rahmi, bu çelişkiler içinde yeşertilen; yobazlığın, gericiliğin, üçkâğıtçılığın, sömürücülüğün karşısına öyküsü, romanı ve yazılarıyla çıktı ve değişim sürecindeki bir ülkede, tıpkı amaçladığı gibi, kolay okunan onlarca eser verdi.”
Yukarıdaki alıntıyı kendi kaleminden onaylayan Gürpınar, gereken yanıtı oldukça halkçı bir anlatımla veriyor aslında.
“Karşınızda yükselmek özlemiyle ellerini bize uzatmış milyonlarla halk var. Bir milletin genel kültürü, birkaç estetik hocasının araştırmalarının sonuçlarıyla ölçülemez. Halk için edebiyat olmazmış… Ne saçmalık! Halk bilgisizlik içinde boğulsun, koca bir millet yok olmaya mahkûm olsun, biz karşısında seyrine bakalım, öyle mi?
Siz edebiyatı kendi aranızda geçerli bir kalıp paraya, yalnız seçkinlere özgü bir şifreye çevirmek istiyorsunuz.”
İyi Okumalar.
İnanç Avadit
oavadit@gmail.com
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.