Kömür ve Petrol Neden Önemli?
Mayıs 19, 2024 by Editör
Filed under Edebiyat, Köşe Yazıları, Sanat
Çünkü tarih boyunca (Tunç çağından itibaren) kömür ve demir bir arada olunca uygarlık ve teknoloji gelişti, aletler ve silahlar yapıldı. Günümüzde kömür olmadan demir-çelik sanayi olamaz, nükleer enerji de bir işe yaramıyor. Çelik sanayi, her ülkenin silah sanayisinin can damarı anlamına gelmekte, bu sebeple nükleer santral zengini Almanya, Ruhr bölgesinde fosil bir yakıt olan kömürü çıkarmaktan vazgeçmiyor.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Batı Karadeniz köylüleri, jandarma dipçiğiyle maden ocaklarına sokuldular. Askerlik görevi kömür madenlerinde yaptırılan “Asker İşçiler” dönemi yaşandı. Osmanlı’nın “Amele Taburları”ndaki çilelerin aynısını yaşadı zoraki işçiler. Bunları anlatan kitapları bulup okumanız mümkün.
Fosil yakıtlara karşı çıkan, alternatif enerji kaynaklarından bahseden ekolojistleri devletler neden ciddiye almazlar biliyor musunuz? Çünkü petrol, askeri bir mühimmattır. Tanklar, uçaklar, gemiler doğa dostu enerjiyle çalışmazlar. Kömürün ve petrolün ne pahasına olursa olsun çıkarılması, her devlet için vazgeçilmez önemdedir. Demir-çelik sanayisinde kullanılan taş kömürünün sadece Batı Karadeniz’deki rezervi 100 yıl daha bize yetecek durumdayken, neden bu devlet Sibirya ve Güney Afrika kömürünü ithal ediyor ve maden mühendislerinin onda dokuzu işsiz bırakılıyor? Maden Mühendisleri Odası’ndan bir açıklama beklemek hakkımız değil mi?
Hadi sizi yormayıp ben açıklayayım: Tıpkı ABD’nin, mevcut petrol yataklarına dokunmayıp Arap ülkelerinden petrol satın almasına benzeyen bir durum bu. Zonguldak taş kömürünün halkın ısınma amaçlı kullanımıyla çarçur edilmesini istemiyorlar, bu nedenle ocakları da kapatmayıp düşük kapasiteli üretim sürdürülerek bilgi ve birikim, teknoloji ve tecrübe zincirinin kopmasına da müsaade edilmiyor. Değersiz bir kömür çeşidi olan linyitin Soma vb. bölgelerde çıkarılıp konutların ısınmasında kullanılmasına, bu vesileyle büyük kazançlar sağlanmasına oy avcılığında kullanılmasında, bölgedeki işsizliğe de sözüm ona bir çözüm bulup acımasız sömürü çarklarının dönmesine göz yumuluyor.
1991 madenci yürüyüşünden sonra Zonguldak’ta sayıları 50 bin olan faal maden işçisi, neden 15 bine düşürülmüştü? Çiller hükümeti, “süper emeklilik” yasasıyla 35 bin işçiyi niçin TTK’den tasfiye etmişti? Çünkü Zonguldak madencileri işçi sınıfına kötü örnek oluyorlardı, Mengen’den geri çevrilen madenci yürüyüşü bitince, işçi sendikaları da tükendi ve meydan memur sendikalarına kalmıştı o günlerde. İntihar oranında, işsizlikte, alkolizmde, Zonguldak’ın ilk sıraya yükselmesi kimsenin umrunda olmadı ve bunlar araştırılmadı, ey sosyete sosyologları!
Bunlar da yetmeyince, 1999 Ağustos’unda Maden-İş kökenli Türk-İş genel sekreteri Şemsi Denizer Türk-İş genel başkanlığına gelmemesi için alçakça vuruldu. Bu cinayetten sonra, sendika yöneticileri nasıl korkup da satıldılar? Maden fakültelerinin profları, MMO’nun çok demokrat üyeleri bu mevzulara kafa yordular mı acaba? Derslerde mevzu bahis edildi mi? Mevcut on maden fakültesinin hocaları bir araya gelseler, on sayfa rapor yazabilirler mi acaba?
Petrol-İş genel başkanı Münir Ceylan’ı dalavereyle cezaevine tıkarak sendikal görevine son veren güçler, o içerideyken sağlam kalmış tek kaleyi nasıl düşürdüler? Yarattıkları sendika ağalığını diline dolayan sermaye sınıfı (hem tecavüz edip hem de mağduru suçlayan sapıklar misali), Doğan Medya ve benzerleri sendika patronlarını bahane ederek işçi sınıfına açıktan saldırırken sendika danışmanları, Birgün ve Evrensel gazetesi, ÖDP ve EMEP, KESK ve DİSK neden susuyorlardı? Ben o günlerde tek başıma bunları dile getiren yazılar yayımlarken herkes cüzamlı görmüş gibi neden kaçışıyordu? Niçin ezilenler kimsenin umrunda değildi, peki bana ne oluyordu? Çünkü ben bir fabrika işçisinin çocuğuydum, grevler, lokavtlar, yürüyüşler ve açlık grevleriyle tanıştığımda henüz ilkokuldaydım, grev günlerinde babamızdan bir kurşun kalem istemeye çekinir, çocuk da olsak bunun ağırlığını ve onurunu taşırdık.
Sözün özü; Soma faciasında parmağı olmayanlar elini kaldırsınlar, görelim.
Hüseyin Kaplan
hkaplan35@gmail.com