Epey uzun zaman önce, yeni olmayan ama daha çok uzun süre güncelliğini koruyabilecek bir kitapla ilgili yazmak üzere bir not almıştım.
16 Mayıs 2024’te “Gerçeğin Yalanı” diyen bir yazım da şöyle bitiyordu:
“Gerçeğin adı hangi dildedir? Peki gülün adı?” 1
Yanıtı o kitapla ilgili yazacağım yazının girişinde vermeyi planlamıştım. En azından benim için ve şimdilik, gülün adının İtalyanca olduğunu söyleyecektim.
Ne yazık ki zaman yine benden hızlı davrandı. Ben henüz notlarımı bile toparlayamadan “Gülün Adı” aramızdan ayrıldı.
Umberto Eco artık yok.
….
Bir zamanlar yazları canım sıkılırdı. Uzun tatil ayları boyunca, oynanacak oyunlar, okunacak kitaplar bittiğinde yapacak bir şey bulamaz, “Canım sıkılıyor” diye sızlanmaya başlardım. Radyo yayını bile kesintisiz değildi. Televizyonu olanların sayısı, siyah beyaz yapılan görüntülü yayınların eriştiği yerler çok azdı, yayınların süresi kısaydı. Sonra televizyon yayınları gelişmeye başladı. 1972 Münih Olimpiyatları, 1974 Dünya Kupası canlı yayınlandı. Herkesi ekran başına toplayan Görevimiz Tehlike, Uzay Yolu ve Kaçak gibi diziler başladı.
Bir gün canım sıkıldığı için sızlandığım o dönemleri özleyebileceğim hiç aklıma gelmezdi. Ben büyüdüğüm için mi, dünya değiştiği için mi bilmiyorum, yaşam sürekli hızlandı. Sorumluluklar ve yapılması gereken işler hep çoğaldı. Riskler, belirsizlikler, korkular büyüdü. Yalnızca son üç yıla bakınca bile yaşananların ne kadar dengesiz aktığı görülüyor.
6 Haziran 2024’te “Acı Kayıt” diyerek bu dönemin ilk yılında yaşananlardan söz etmiştim. Yaşananlar daha sonra da ister istemez yazılarıma yansıdı. Yakınlarda ölüm acısı yaşayan birisi başka konulardan söz etse bile gözlerindeki kederi gizleyebilir mi? Ne yazık ki son yıllarımız hep büyüyen acılarla geçti.
“Soma’da yaşananlar tarihte acı kayıtlar olarak yerini alacak. Olayın gerçekleri ve sorumlular şimdilik kayıtsız olsa bile, olup bitenler önce o çağdışı karanlık çukurdan kurtulabilenlerin, sonra yakınlarının, sonra ışık hızıyla dağılıp yayılan bilgiyle tüm dünyanın bilincine kazındı. Kişisel ve toplumsal belleklerin silinmez bir kaydı oldu.”
“Ne yazık ki yaşamlarımızdan acı kayıtlar eksik olmuyor. Soma acısı sürerken Gezi Parkı olaylarının yıldönümü geldi. Başta Taksim, Türkiye yeniden toz bulutlarına büründü. Temel haklarını kullanarak yürüyüp açıklama yapmak isteyenler engellendi. Yeni acılar yaşanma korkusu arttı.”
“Taksim’deki bir park, toprağa ve yaşama sarılmanın, ayağa kalkmanın simgesi oldu. İnsanların birbirini anlayıp kucaklaması, öfkeli saldırıları sevgiyle püskürtebilmesi, doğanın uyumlu parçaları olup yaşama sarılabilmeleri için güç verdi, umut ışıkları yaktı, kentlerin boğulduğu gaz bulutlarının içinde ‘Bağzı Şeylere Öyküler’ yazıldı.”
“Türkiye geneline yayılan ve büyüdükçe akıl almaz bir saldırıyla karşılaşan Gezi direnişi, 27 Mayıs 2024’te parka ilk giden 30 kişilik grubun nöbetiyle başlamıştı. Büyük acılar yaşandı. Uluslararası Af Örgütü’nün Ekim 2024 tarihli raporunda Türkiye yetkililerinin Gezi Parkı eylemlerine gösterdiği aşırı tepkinin hem Türkiye içinde hem de ülke dışındaki birçok kişiyi şoka uğrattığı belirtiliyor.” 2
“21 Mart 2024’te Diyarbakır’da yeni bir resim çizildi. Uzak gibi görünen çözümlerin çok yakına gelebileceği, barışın, kardeşliğin, anlayışın, dostluğun, sevginin gücünün yükselebileceği düşünüldü. Derin devlet yüzeye çıkabilir, barışa, insana, halklarına dost olabilir miydi?”
“Mayısta rüzgârın yönü döndü. Taksim yine bir barış alanı olabilecekken, anlaşılmayan bir nedenle kent yaşamını durduran ve her yanı gaza boğan engellemeyle gözyaşı ve acı içinde kalmıştı.”
“7 Haziran 2024 seçimleri toplumsal bir uzlaşma, tüm kesimleri kucaklama, daha iyi bir yolda hep birlikte yürüyebilme için tarihi bir barış fırsatı vermişti. Bunun değerlendirilmesi bir yana, acımasız bir çatışma ortamı adım adım getirildi.”
Gelişmeler daha iyi günler getirmedi. 10 Ekim 2024’te Ankara’da gerçekleşen patlamayla korkunç bir katliam yaşandı. Gerçeğin katledilmesi yaraları derinleştirdi.
“Bu toprakların en güzel, en üretken, insana ve yaşama en çok sahip çıkan insanları daha kötüye gidilmemesi, barışa güçlü bir destek verilmesi için 10 Ekim 2024’te Ankara’da yapılacak mitingi düzenlediler.”
“Sonra… Sonra hiçbir şey olmadı. İki canlı bomba ellerini kollarını sallayarak buluşma alanına ulaşmadı, binlerce kişinin arasında, ölüm saçmadı. Kimse ölmedi. Onlar yaşıyor.” 3
Ne yazık ki savaş çığlıkları daha da yükseldi.
“Savaşın çığlıklarını duyabilenler zaten duyuyor. Kulakları sağır olurcasına, yürekleri parçalanırcasına, tüm bedenleri yiten her canla biraz daha soğurcasına, yaralanıyor, tükeniyor, yaşarken ölümle doluyorlar.”
“Savaşın çığlıklarına uzak olanlar ölenlerin gerçek insanlar olduğunu, her birinin yıkılmış anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri, çocukları, dostları, sevdikleri ve sevenleri olduğunu anlayabildi mi? Bir ölümün binlerce acı yarattığını, bir yaranın binlerce başka yara açtığını?” 4
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, 2024 yazında artık asla olmayacağı sanılan bir kalkışma yaşandı. Darbe girişimi oldu. 15-16 Temmuz arasında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” olarak tanımlayan bir grup asker, bir askerî darbe girişimi gerçekleştirdi.
Bu yazıyı yazdığım sıralarda “15 Temmuz darbe direnişi film oluyor” başlıklı bir haber gördüm. Bir gazetenin magazin haberleri bölümünde, “Keyif Haberleri” başlığı altında verilmişti:
“15 Temmuz darbe direnişi film oluyor. Yeşim Salkım, Orhan Kılıç, Orhan Milli, Gizem Salkım gibi oyuncuların rol alacağı “Bordo Bereliler 15 Temmuz Kan Uykusu” filminde bordo berelilerin darbe girişimine direnişi anlatılacak.” 5
Şarkıcı ve oyuncu Yeşim Salkım, Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı açıklamada, “Bordo Bereliler 15 Temmuz Kan Uykusu” filminde, yakın arkadaşı Orhan Kılıç ve kızı Gizem Salkım’la oynamaktan büyük mutluluk duyduğunu, rolü heyecanla kabul ettiğini söylemiş. “Ülkede çok karışık şeyler oluyor, güneydoğuda, doğuda, kuzeyde, Irak, Suriye gibi yerlerde çok acı şeyler yaşanıyor. Askerlerimizi bekleyen eşleri, anneleri, yavukluları, sevdikleri, yetim kalan çocukları var, o kadınlardan birini oynamayı çok istedim. Bu yüzden rolü kabul ettim” demiş.
Türkiye’de gerçekten karışık, anlaşılması zor, ürkütücü, umut kırıcı gelişmeler yaşanıyor. Toplumsal sistemi bir otobüse benzetecek olursak, bu aracın gidebilmesi ve içindekileri bir yere götürebilmesi için dört tekerleğinin üzerinde yol alması gerekir. Bu dört ana dayanak ister yasama, yürütme, yargı ve basın olarak düşünülsün, ister mecliste grubu olan dört partinin temsil ettiği güçler olarak ele alınsın; sağlıklı bir yön bularak gerekli adımların atılabilmesi için öncelikle otobüsün tekerleklerinin yere sağlam basması gerektiği görülüyor.
Antonio Salieri’nin Yunan mitolojisine ve karakterlerine dayanan operası Les Danaïdes’de, Danaus’un kızlarının Hades’in yeraltı dünyasından kurtulmak için su getirip yıkanmaları gerekiyormuş. Ama suyu taşıyacakları kap delik deşikmiş. Böylece Danaidler ve babaları Danaus bu sonsuz döngüden kurtulamayor, acılar içinde hep orada kalıyorlarmuş. 6
Otobüsün gidebilmesi, geminin yüzebilmesi için ne yapılabilir? Tekerlekler sökülüyorsa, gemi su alırken içeriye dolan suyu boşaltacak kovalar da delik deşik ediliyorsa; yine de bir çözüm bulunabilir mi?
….
Umberto Eco‘ya Gülün Adı‘nı yazdığı için bir gül veren kaç kişi olmuştur?
Artık bir başkasına gül vermek çok kolay. İnternet üzerinden bir çiçekçiye ulaştığınız anda dünyanın herhangi bir yerine, gerçek bir gül gönderebiliyorsunuz. Bilgisayar dünyasında yaşayan bir gülü bulup göndermekse çok daha kolay. Sonsuz seçenek arasından sizi ve göndereceğiniz kişiyi en çok birbirine bağlayacağını düşündüğünüz düzenlemeyi seçip kısa bir not yazınca gül canlanıyor, tatlı bir müzikle dans etmeye başlıyor, ekranları okyanusları aşıp dünyayı kaç kez dolaşıp sizin için çok özel o kişinin ekranından yüreğine düşüyor.
Umberto Eco’ya Gülün Adı’nda diken gördüğü için kaç kişi kızıp eleştirisini bildirmiştir?
Artık tepki göstermek kolay. Mesajlarla, imza kampanyalarıyla eleştiriler iletilebiliyor.
Peki Umberto Eco’ya Gülün Adı’nı yazdığı için, bununla yetinmeyip öfkeyle saldıranlar da olmuş mudur?
Bilgi cehaleti yenebilir, düşünceyi ve tartışmayı kendi düzeyine çıkarabilir mi?
Yoksa kör inançlar vahşi çıkarları beslediği sürece; bir güçle desteklenmeyen bilgi hep korunmasız, bıçak sırtında mı olacaktır?
….
Adso’yu okuyan Daso’nun öyküsü.
“Efendimizin, bilginin ve erkin evrensel diliyle kendilerini dile getirme yeteneği bağışlamadığı basit insanların kaba sözcükleri” neyi tanımlar? 7
Daso, yaşadığı çağdan yüzlerce yıl önce geçen öyküden çok etkilenmişti. Adı olmayan bir kıza, geleceği olmayan bir aşkla bağlanıyor, inanılmaz bir haz alıyor, akıl almaz bir acı çekiyordu Adso.
21. yüzyılda da var mıydı büyücüler? Ya da insanlıkla yaşam arasında duvarlar ve cehennmem ateşleriyle korunmuş uçurumlar? Yaşamlarını bu sistemi ölümsüzleştirmeye adayan Ubertino’lar?
“Eğer ona bakıyor ve istek duyuyorsan, bu bile yeter onun büyücü olmasına.”
“Bedenin güzelliği deriyle sınırlıdır.”
“Bütün bu güzellik, balgam, kan, sıvı ve safradan oluşur.”
“O gübreyle dolu çuvalı nasıl kucaklamak isteyebiliriz?”
Daso’nun içinden de en az Adso kadar kusmak geliyordu. Adı olmayan kızlar daha kaç kez yakılacaktı? 21. yüzyılın korunmasız gençlerini büyücülükle suçlayan saldırganlar, güçlerini daha ne kadar koruyacaklardı? Güzellik ve toplum daha ne kadar birbirinden böyle uzak tutulacaktı?
Daso yeni bir öykü yazdı.
Adso kızı elinden tuttu. Koşmaya, kaçmaya başladılar. Ubertino’nun sözlerinin iğrenç kokusu geride kaldı.
William artık yoktu. Tüm bildiklerini aktarmış ve dingin bir huzurla gitmişti. “Az sonra o kıza işkence yapılacak, sonra da yakılacak” dememişti. Geride yeni bir Adso kalmıştı.
Geleceği Adso’nun sözleri çiziyor.
“O sabah kızdan hiçbir şey istemiyordum, yalnızca onun iyiliğini istiyordum ve onun, bir parça yiyecek karşılığında kendini vermeye iten acımasız zorunluluktan kurtulup mutlu olmasını diliyordum.”
Bir mucize oluyor. Adso “yaşamının biricik dünyasal aşkının adını” öğreniyor. Adı gülden güzel olan kız yakılmıyor.
Kızın göğüsleri iki geyiğe, zambakların arasında otlayan ikiz karıncalara benziyor. Adso kendini onun bedeninde buluyor. İğrenç kokular, işkence ve ateş siliniyor. Sevgi kalıyor.
….
Roberto’nun yardımcısı.
“Roberto’nun bir yardımcısı vardı, sonra öldü; onun yerine Malachi atandı; çok gençti o zaman. Birçokları onun hiçbir erdemi olmadığını, Yunanca ve Arapça bilir geçindiğini, ama bunun doğru olmadığını, o dillerde yazılmış el yazmalarını, kopya ettiği şeyin ne olduğunu anlamadan, tıpkı becerikli bir maymun gibi güzel bir el yazısıyla kopya ettiğini söylediler.”
21. yüzyıl liderleri de böyle mi yapıyorlar, yoksa sonunda erdemli olmayı öğrenebilmişler mi?
….
Adso’nun andı.
Yazılmazsa öykü yok.
“Unut… Ant iç…”
Bir rüzgar farklı esse, bir an değişik yaşansa.
Adso ant içecek, dudakları ve kalemi mühürlenecek. Öğrendikleri sonsuza dek gizli kalacak. Yazamayacak. Okur da öyküyü okuyamayacak.
Adso’nun öyküsü hiç olmayacak.
Yazılmazsa öykü yok.
….
Özet verilemiyor.
Olaylar, kişiler, yaşamlar, düşünceler, inançlar.
Sözle anlatılabilir.
Adso yedi günün öyküsünü anlatıyor. Her bölümün başında ana konuyu belirtiyor.
Yedinci günün başlangıcındaysa Adso, her bölümün girişinde verilen özeti yazamamış, “Burada anlatılan olağanüstü açıklamaları özetlemek, bölüme eşit uzunlukta bir başlık olurdu; bu da alışılagelene ters düşer” demiş.
Özet verilemiyor. Kitaba da.
Galiba “Gülün Adı” için de özet verilemiyor.
….
Yazarlar ve politikacılar. İlgi çekmek, insanlara ulaşmak, seslerini duyurmak, onları kazanmak istiyorlar. Bunun için geniş bir aralığa, (bulmaca çözebilen ya da çözemeyen, inanmak ya da anlamak isteyen, önceden bilen ya da yeni yollar arayan insanlara) ulaşmaya çalışıyorlar.
Yazarlar yaptıklarını istediklerini yazabilmek için yapıyorlar. Politikacılar yazdıklarını istediklerini yapabilmek için yazıyorlar.
Kim gerçeğe daha yakındır?
….
Gülün Adı‘nın yüz yıl sonra edebiyat dünyasında nasıl bir yeri olacağını bilemem. Ama benim dünyama; geçmişe ve geleceğe farklı açılardan bakarak bugünü görme çabalarıma büyük katkılar sağladı. Üstelik bunu, sürükleyici bir serüven romanının gücüne yaslanarak yaptı.
İşte bu yüzden bence, gülün alabileceği adları merak edenler olduğu sürece gülün adı Umberto Eco‘dur, İtalyancadır.
Bu topraklarda “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” diyebilecek kaç kişi vardır, bilemem.
İlk cümlesi bu olan kitabı kaç kişinin satın almış olduğunu belki öğrenebilirim, ama kaç kişinin gerçekten okuduğunu bilemem.
Ama Türkiye’de yaşayan herkesin “Bir kitap okudum ve dünyaya yeni gözlerle bakmaya başladım,” diyebilmesini, bunun mutluluğunu yaşamasını çok isterim. Yaşamı ve insanları, dünyayı ve güzellikleri onun başlattığı yoldan yürüyerek, yeni kitaplar bularak anlamaya çalışmasını çok isterim.
Dünyanın daha iyi bir yer olması için herkes tek bir kitap okuyacaksa, bu kitap suç romanı mı aşk romanı mı olmalıdır? Felsefesi inancın mı, bilimin mi sularında gezinmelidir?
Yoksa kitap okuma çağı artık bitmiş midir? İnsanlar artık asla kitap okumamalı, yalnızca mesaj okumadanyazmalı mıdırlar? Bilgisizliği ve nefreti, beceriksizce yazılmış üç beş satırla herkese, mümkünse bütün dünyaya, en güçlü olanların çıkarlarını en iyi koruyacak sözlerle, en hızlı ve en yaygın biçimde ulaştırmak dışında. Yazmanın bir anlamı kalmamış mıdır?
Gülün adının hangi dilde olduğunu kaç kişi merak ederse dünyada öfke ve nefret değil, insanlığın en güzel duyguları, özgürlük ve barış egemen olur?
Mehmet Arat
Yazarın diğer yazıları.
Notlar
1 Mehmet Arat, Gerçeğin Yalanı,
http://sanatlog.com/manset/gercegin-yalani
2 Mehmet Arat, Acı Kayıt,
http://sanatlog.com/sanat/aci-kayit-yasananlarin-kisisel-ve-toplumsal-bellege-gonderilmesi
3 Mehmet Arat, Gerçeğin Katli ve Ölümün Sardığı Yaralar,
http://sanatlog.com/edebiyat/gercegin-katli-ve-olumun-sardigi-yaralar
4 Mehmet Arat, Savaşın Çığlıkları,
http://sanatlog.com/manset/savasin-cigliklari
5 15 Temmuz darbe direnişi film oluyor,
http://www.hurriyet.com.tr/15-temmuz-darbe-direnisi-film-oluyor-40232938
6 Antonio Salieri, Finale of Les Danaïdes,
7 Mehmet Arat, Kitap Arkası: Gülün Adı,