İhsan Olunan Bir Tadımlık Edebiyat: Katakofti
Edebiyat denince akla ne gelir? Herkesin aklına farklı şeyler geldiğine eminim, ama ben evvela okurken ne kadar zevk aldığıma bakarım. Kimileri neyi okuyacağını seçerken kitabın kapağına, arka yazısına veya kalınlığına bakabilir, ancak önceliğim ortalardan bir sayfa açıp birkaç “mısra” okumak olur benim. Sonra ilk sayfadan birkaç mısra daha.. ve o birkaç mısrasıyla dahi, kelimelerin dizilişi bir girdap olup da beni içine alıyorsa, çok düşünmem alırım kitabı raftan. Bundan sonra kitap ikinci yolculuğuna çıkar, evime varır. Evdeki rafta, bazılarının senelerce rahatsız edilmediği, bazılarının her gün uyandırıldığı onca kitabın arasında kendine bir yer bulur. Kaderi artık kendi ellerindedir. Ne yazarı vardır arkasında, ne de yayıncısı. Sadece ben ve o, beraber yaşana,cak bir ömre başlarız. Elbet onun ömrü benden daha uzun olacak, çünkü ben faniyim, o ise ölümsüz.. Bu nedenle olsa gerek, aceleci bir tavırla okuduğum her kitaba, ölmeden önce bir daha dönerim ve işte edebiyat bu dönüşte belirir. Edebi eser yıllar sonra da tekrar tekrar okunur, anlamını kaybetmez, sözcüklerinin dizilişindeki güzellik solmaz. Her gün Leyla’ya baksaydı Mecnun, büyüteceği bir aşk olur muydu bilinmez. Edebi eserin ise okundukça arttığını söyleyebilirim.
Gökdemir İhsan’ın bu ilk kitabını elime aldığımda, açıkçası bir geri dönüş yaşayacağımı tahmin etmiyordum. Zaten kısacık olan öyküsünün, yazarlığa heves edinmişlikten çıkan kuru bir gürültü olacağını düşünüp takrize başladım. Takriz Katakofti’nin otobiyografik olmayan bir “ilk kitap” olduğunu söylüyor ve bundan memnuniyet duyuyordu. Sonra ortalardan bir sayfa açıp biraz okudum. Karşıma çıkanlar şunlardı:
“ ‘İroniye bak sen! Bakuninci bir cezaevi müdürü!’ diyerek patlattı kahkahayı İbrahim. ‘Sen bizim meselelerimizi bırak da sizinkilerden bahset biraz. Bak bu Mazinni keferesi de faşist belli ki. Sen tanırsın. Neydi kurduğu cemiyet?’ ”
Soruya cevap verme isteğiyle ya da cevabı bulmak ümidiyle, okumaya devam etmek geldi içimden. Ama tuttum kendimi ve sonlara doğru bir sayfa açıp okumaya başladım.
“Uzatmaya gerek yok: hepsi uydurmaydı. Gerçeklik arayanlar gazetelere baksın! Ama sadece üçüncü sayfalarına: yoksa geri kalanı bizimkinden de beter kurmaca! Aslında onlar da benzer bir ‘etik’le çalışıyor: yazılanlar külliyen yalan olmamalı! Bunu yapanları ayıplıyorlar.”
Bir kahve fincanı, sigara ve keyifle bu ihsan olunmuş bir tadımlık edebiyat lezzetini bitirverdiğimde, ağzımda doyamadan bitmiş yemeğin eksikliğinin tadı vardı. Her şeyden öte Türk romanında (ve belkide batı edebiyatında) olmayan bir kurguyu, küçücük bir kitapta bulmuş oldum. İkinci olarak dili özlediğim eski bir yemek gibi doyulmazdı. Ayrıca takrize meydan okurcasına bir otobiyografik roman olduğunu bas bas bağırıyordu. Ama olayların kronolojisi değil, bireyinin gelişimindeki düşünce safhalarından oluşuyordu kitap. Sekiz aşamanın hepsini olmasa da bazılarını siz de yaşamışsınızdır elbet. “Taş bir hücrede mahkum olmak”, Descartes’i okuduğum (ya da Matrix’i izlediğim) ilk zamanlarıma gelir. Sonra üniversite yılları ve “gender / Cinsiyet” teorileri, yani “kendimiz denilen şahsiyet toplumun yüklediği rollerdir.” Ardından diğer evreler gelir: kendi bulmacalarımı çözmem; tek olmadığımı ve benim bulmacalarımdaki ayrıntılarımın başkalarının bulmacalarındaki ayrıntıyla benzeştiğini fark etmem; bu farkındalıkta kendimi ve başkalarını bulmuşluk hissine kapılmam ve karşımdakine artık ‘ben’ olarak hitap etmem; varoluşçuluğu keşfetmem; hayatta kendimi konumlandırmaya çalışırken de ölüme yaklaşmam.
Kitabı bu yönden okurken, başkalarının çok daha farklı biçimlerde okuduğunu duydum. Ben de oturup bir daha okuduğumda başka başka şeyler buldum. Anlayacağınız kitap yetmiş dokuz sayfa olsa da bitmiyor. Dezavantajı olabilecek şey -benim için dezavantajdan çok avantaj bu-, eski kelimlerin çokça kullanılması. Ayrıca kitap birdenbire bitiveriyor. Hayatın birdenbire bitivermesi gibi.. Bu da yazara bir öfke duymanıza yol açıyor. Başka kitabı da yok ki alıp okuyasın. Mecburen oturup Simurg’un yazara baskı yapmasını ve başka kitapları da basmasını bekleyeceğiz.
Yazan: Emin Saydut
eminsaydut@sanatlog.com
Elifin Günlüğü on Sal, 15th Eyl 2024 9:25 pm
Tanıtım yazınıza kanıp, hatta keyifle kapılıp, Katakofti’yi okuma listeme aldım şimdi…
Emin on Çar, 16th Eyl 2024 10:45 pm
umarım beğenirsiniz de ucuz bir pazarlamacı konumuna düşmem
wherearethevelvets on Çar, 23rd Eyl 2024 1:41 am
Beğendiği bir kitabı ballandıra ballandıra anlatan kişilere yakın hissederim kendimi. Eline sağlık Emin…