Geçen hafta birisi beni öldürdü. Katilimi bulmak için tutabileceğim bir sanal detektif var mıydı, bilmiyorum ama insanların topluca katledildikleri bir dünyada kendi yok oluşumla uğraşmayı gereksiz buldum.
….
Cennet ve cehennem nerededir? Yakınımızda mı, uzağımızda mıdır? Dünyada mı, çok ötelerde midir? Güvende mi, korkuda mıdır? Sevgide mi, nefrette midir? Yaşamda mıdır, ölümde midir? Işıkta mıdır, karanlıkta mıdır? Anlayışta mıdır, önyargıda mıdır? Dostlukta mıdır, düşmanlıkta mıdır? Birleşip çoğalmakta mıdır, yalnızlaşıp silinmekte midir?
Bir gün belki daha uzun ve ayrıntılı yazabilirim. Umarım çok geç olmadan kara bulutlar dağılır, güneş açar da hiç gerek kalmaz bunlara, acılardan yakınmaya. Ama şimdilik şunu söyleyebilirim ki; İnternet ortamında bazılarının dünyayı kafalarında ne kadar akıl varsa yalnızca onun burnunun ucuyla anlamaya çalışarak, hiç kimsenin kendilerini görmeyeceğini ve kim olduklarını asla öğrenip onlara ulaşamayacağını ve erişilmiş ve erişilmemiş gerçeklerin en doğrusunu bildiklerini ve bu kör karanlıkların verdikleri güçle her istediklerini yapmaya, çocukları yakmaya, kadınların cansız çıplak bedenlerini sürüklemeye, erkeklerin üzerinden tanklarla geçmeye ve kendi halinde yaşayan insanların evlerini başlarına yıkmaya hakları olduğunu sanarak yazdıkları ve yazılanların bazıları; bu topraklarda yaşayanların tümünün değilse bile çoğunluğunun insan olduğuna ve insan kalacağına, er ya da geç ortak değerlerde birleşip cehaletin ve nefretin kökünü kazıyacağına olan inancımı zayıflatıyor.
İletişim kurmak için kullanılması beklenen sosyal ortamlarda bile nefretin ve düşmanlığın dili nasıl bu denli egemen olabilir? Başkalarını susturmak, paylaşımlarını engellemek nasıl böyle öncelik taşıyabilir? Nefretin ve düşmanlığın kazanacağını baştan biliyorsak konuşmanın ne anlamı var? Yazmanın, paylaşmanın, güvenden ve sevgiden söz etmenin, önyargıların kırılması ve düşmanlıkların silinmesi gerektiğinden söz etmenin?
Başkalarını anlamaya çalışmaktan ve yakın olan herkesin birbirini kucaklayacağı, çoğunluğa uzak olsalar da başkalarının da istedikleri gibi konuşmasına, yazmasına, yaşamasına izin verileceği, diğerlerine duyulacak saygının ötekileştirmeyi bitireceği koşulları yaratmak dışında bir çözüm var mı?
….
Met’in Teni’nin tam metnini Sanatlog’da yayımlamak iyi bir düşünce mi? Bilemiyorum. Bu her an hızlanan dünyada uzun yazılarla, öykülerle, romanlarla, kitaplarla gerçek anlamda kim ilgilenebilir ki? Anlık iletişim ortamında ilişkiler ve değerlendirmeler çok basitleşti. Bir kişiyi profiline bakıp hemen tanıyıveriyorsunuz. Bir kitabı almadan önce ne kadar çarpıcı olduğunu çoktan öğrenmiş oluyorsunuz. İster ayrıntılı, ister hızlı okuyun, daha ilk sayfalardayken bile birçok başka yazı ve kitap aklınızı kurcalıyor. Okunması gereken öyle çok yayın var ki, gündemler öyle hızlı değişiyor ki, kendinizi ne okuduğunuza, ne de daha sonra ilgilenmeyi düşündüklerinize verebiliyorsunuz. Bu koşullarda, önümüz yaz bile olsa, kim kısa biçimi de olan uzun bir öyküye zaman ayırabilir?
Yine de, biraz da kısa ve uzun biçimlerinin okuyanlarda bırakabileceği farklı etkileri merak ettiğim için, Met’in Teni öyküsünü tam metin olarak paylaşmaya karar verdim. Her ikisini de okuyacak olanlar için iki kısa sorum olacak. “Önce hangisini okudunuz, hangisinin uzunluğunu daha uygun buldunuz?” Ama önce, öyküyle ilgili olabilecek teknolojilerin geliştirilmesinde esin kaynağı olabilecek görsellerin kaynaklarını belirteyim.
Renkli kadın ve erkek yüzleri, derinin üzerindeki bakterileri ve kimyasalları beden haritalarıyla görüntüleyen bir çalışmadan alınma. (1)
Kollarla ilgili görselin başlığı “Beden parçaları yeniden üretilebilir mi?” Biyoloji Mühendisliği kapsamındaki bir tanıtımda yer almış. (2)
Kadın bedenindeki ağaçlar ve güneş ise John Poppleton’ın bir çalışması. (3)
….
Met’in Teni (Tam Metin) aşağıda. Kısa biçimini okumak isteyenlerse Met’in Teni’ne (4) yazının sonundaki bağlantıdan ulaşabilirler.
Zaman ayırıp her ikisini de okuyabilecek olanlar için sorularım:
1. Önce hangisini okudunuz?
2. Hangisinin uzunluğunu daha uygun buldunuz?
….
Met’in Teni (Tam Metin)
Meri saatlerdir evin içinde dört bir yana koşup duruyordu. Sonunda durdu. Kendine çok kızdı. Aradığını bulmak için ilk bakması gereken yere gitmemiş, tüm odalara umutsuzca girip çıkmıştı. Meri, Merilia, Met’i seven, Metilius’u asla bırakmayan.
Merilia, belleğini artık neredeyse tümden yitirmiş Metilius’la aylardır yalnızlığını yaşıyordu. Çabaları sonuçsuz kalmıştı, Met bir türlü Meri’nin tanıdığı o sıcak insana dönüşemiyordu. Onun geçmişiyle yeniden bağ kurabileceğinden umudunu kesmek üzereyken, Met’in eski giysilerinden biri aklına gelmiş, bu kez de yerini hatırlayamamıştı. Yorgunlukla pes etmek üzereyken birden gözleri parladı. Başka nerede olabilirdi ki? Hemen evin en büyük odasına gizlenmiş saklama dolabına gidip sorgulamayı başlattı. Met, giysi, özel, anı, büyük, önemli gibi aklına geliveren bir sürü sözcüğü peş peşe sıraladı. Bir hareket olmadı. Söyleyebilecekleri bitince yalnızca yüreğinin hızlı atışları kaldı, soluğunu tuttu. Ağlamak üzereyken içi ve dışı epey farklı olan o incecik kumaşı saklayan paket eline düşüverdi. Otomatik sıkıştırma sistemiyle yerleştirildiği için pek küçüktü.
Met’in ne zaman aldığını bilmediği, ama başına ne işler açtığını çok iyi bildiği bir BEK, “beden etkileşim kılıfı”.
Meri’nin içi yeni bir umutla doldu. Yeniden çalıştırmayı becerebilirlerse BEK’in dokunuşları Met’te eski sayfaları yeniden açabilir miydi?
….
Meri, Met’in acılı öyküsünün başlangıcını çok sonra onun anlattıklarından öğrenmişti.
Met beden etkileşimi kavramını ilk duyduğunda pek önemsememişti. Teknoloji tarihine meraklı olduğu için bu tür yeniliklerin genellikle amacına ulaşmadığını, epey bir kaynak ayrıldıktan ve bazı insanların inanılmaz çabalarla gergin yıllar geçirmesine neden olduktan sonra rafa kaldırıldıklarını biliyordu. Bu yeni kavram da ona eski dönemlerin dev sayısallaştırma aygıtlarını düşündürmüştü. Oysa büyük bir kâğıdı ya da nesneyi tanımlamak için aynı boyda bir sistem kullanmanıza gerek yoktu. Kendi küçücük gözlerimizle tüm evreni görebildiğimiz gibi, yüksek çözünürlüklü küçücük bir kamerayla tüm bilgileri toplayabilirdik.
Beden etkileşim kılıfı ona bu tür başarısızlıkları anımsatmıştı. Sanal dünyayla etkileşimimizi geliştirecek nano tel kafese harcanan para tümüyle boşa gidecekti. Sonuçta tüm bedenimizi saran akıllı nano giysinin sinyalleri yine beynimize gidecekti. Öyleyse bu alandaki yatırımlar boşuna olmalıydı. Beyne yerleştirilecek nano iletişim aygıtları, bedenimizden beynimize aktaran yolları atlayarak direkt sonucu bize veriyordu. Aynı etkiyi yapması gerekirdi.
Yine de bir kez denemek istemişti. Bu denemenin gerçek ve düş, madde ve bilinç, beden ve ruh gibi kavramlarla ilgili korkunç bir sorgulamanın ilk adımı olacağını bilemezdi. Tüm varlığını kim ve ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyeceği bir başka yapının ellerine bırakacak, üstelik ona asla kurtulamayacağı bir bağımlılıkla bağlanacaktı. Aklı ve bedeni artık onundu. Aldığı tüm zevkler, korkuları ve umutları ondan geliyordu. Onun dışında bir yaşam düşünemez olmuştu. Ondan, yani bedenini saran bu ikinci deriden, ne zaman ne yapacağını kestiremediği bu alışılmadık dostundan, sevgilisinden ve düşmanından. Yalnızca denemek için, üstelik epey kaynak ayırarak aldığı ve belki de bir daha hiç kurtulamayacağı bu özelleştirilmiş etkileşim kılıfından.
Meri, Met’in bu anlaşılmaz giysiyi ne zaman ve niçin aldığını bilmiyordu. Ama başına açtığı işlerin bir bölümünü Met’in anlattıklarından, bir bölümünü de onu tanıdıktan sonra yaşadıklarından biliyordu.
….
Meri bu yeni tip giysilerle hiç ilgilenmemişti ama geçmişte cilt sıkılaştırma programlarını yakından izliyordu. Galiba yaşlanmaktan çok korkuyordu. Galiba başkaları da, belki herkes yaşlanmaktan ölümden bile çok korkuyordu. Bu yüzden cilt bakımı üzerine yapılanlar, yazılanlar ve yaşananlar insanın en önemli öyküsü oluyordu. Gençlik ve tazeliği simgeleyen cilde verilen değer arttıkça bu endüstri büyüyordu.
Başlangıçtaki kimyasal krem yöntemleri yerlerini bilgisayar kontrollü ilaç emilimine bırakıyor, giderek mekanik gerginleştirici ve deri yenileyicilere dönüşüyorlardı. Gelişmeleri Meri de yakından izliyordu, hemen hepsini gücü yettiğince uygulamaya çalışıyordu. Ama günün birinde başına öyle acı bir olay geldi ki artık programın adını bile duymak istemez oldu.
Merilia’nın sisteme birlikte katıldığı bir arkadaşı vardı. Aralarında biraz gizli, biraz açık, biraz gerçek, biraz oyun bir rekabet sürüyordu. Meri önce Oriaus’a takılmıştı. “Sen erkeksin, erkekler bu kadar uğraşmaz tenleri ve bedenleriyle” demişti.
“Ben senin için daha güzel olmak, bana baktığında dizlerinin bağının çözülmesini, karşı konulmaz bir istekle titremeni istiyorum” demişti. Meri gülüp geçer görünmüştü ama yalnızca bu sözler bile onu etkilemişti. Aslında bir ilişkiye girmeyi düşünmeyeceği Oria’ya yaklaşmıştı.
İlişkileri çok uzun süremedi. Bir gün beklenmedik kötü bir haber geldi. Oriaus kritik bakım merkezindeydi, onu görmek istiyordu.
Merilia hemen bakım ve onarım merkezine erişim sistemiyle ulaştı. Gördüklerine inanamadı. Oriaus adeta yok olmuştu. Korkunç görünüyordu. Sanki yalnızca kemikleri ve teni kalmıştı, iskelete sarılmış bir deriye benziyordu. Meri merkezdeki odada oluşturduğu görüntüsüyle ona destek olmaya çalıştı. Oriaus mutlaka onu yanında istiyordu. Gitmeyebilirdi ama yapmadı. Belki de son bir görev olacaktı bu. Böyle acılardan uzak kalmaya söz verdiği halde karşı çıkamadı, onun yanında oldu.
Diğer hastaların odalarının yanından geçerken Oria’nın durumunun en kötüsü olmadığını düşündü. Benzer durumları yakınlarında gördüğü için belirli riskleri biliyor ve tanıyordu. Beden ya da bilinç gidince iyi bir bakımla hasta bir biçimde onarılabiliyordu. Her ikisi de tükendiyse genellikle çözüm bulunamıyordu. Bazı uç durumlarda, dayanılmaz bir iç çatışma başlıyor, dışarıya da yansıyordu. Durum netleşene kadar iyileşmeye çalışan hasta ve bakım personeli korkunç acılar çekiyordu. Bazen dayanamayarak kendisinin ya da bir başkasının yaşam desteğini çekenler oluyordu. Oria’nın odasına varana kadar bu duruma çok yaklaşmış birkaç hasta gördü. Bakmamaya, görmemeye çalıştı.
Oria’nın sesini duyunca umutlanması gerektiğini düşündü. Konuşması hemen hemen normaldi, belki de iyileşebilirdi. Nedense bu durum onu pek mutlu etmedi. Galiba bu aşamadan sonra aynı noktaya dönmek istemiyordu. Yine de destek olmaya çalıştı.
“Kendini toparlamış görünüyorsun, herhalde birazdan birlikte dönebiliriz” dedi.
“Bilincim ve sesim var Meri, ama başka hiçbir şeyim kalmadı. Bu yüzden onlar da sönüyor.”
Merilia sesini çıkarmadı. Ne diyebilirdi? Bedeni eksilmiş, bilinci yerinde duruyordu. Bedeni giderken Oria yerinde kalabilir miydi?
“Sana dokunmamın bir anlamı var mı?”
“Dokunmak her zaman anlamlıdır” dedi Oriaus.
Meri, Met’e Oria’dan söz etmemişti. Etse de şimdi hatırlamıyor olacaktı zaten.
….
Met Meri’yi tanımazken Meri onun adını çoktan duymuştu. Şaşılacak derecede hızlı bir yükselişi olmuştu Metilius’un. Galiba doğru zamanda doğru işi yapmayı, sonuçlarını ona ihtiyaç duyanlara ulaştırmayı başarıyor, bunun karşılığını da alıyordu.
Met çok önemli bir başarı kazanmıştı. Ne kadar uzun olduğunu bilemediği bir zamandır bu sonuca ulaşmak için neredeyse kesintisiz çalışıyordu. Sonuçlar beklemediği ölçüde iyi olup epey ün ve değer getirince kendini şımartmak istedi. Yalnızca istediğince yönlenerek uzun bir küresel gezintiye çıktı.
Met’in büyük bir başarı kazanmasını sağlayan yaşamın izi çalışması bir oyun gibi başlamıştı. Renklerle, biçimlerle, seslerle, sözlerle, doğada ne varsa ve insanlık tarihi boyunca ne yaratıldıysa hepsine ulaşıp oynuyor, yeni sonuçlar buluyor, yaptıklarının etkisine, ona yaşattığı güzelliğe inanamıyordu.
Met’in inanamadığı bu güzellik başkalarını da etkilemiş ona inanılmaz bir ticari ve felsefi başarı getirmişti. Onu fark etmemek olanaksızdı. Meri de onunla ilk iletişim kuranlardandı. Ne yazık ki ona ilk yaklaşan olamamıştı.
Kara ondan önce davranmıştı. Meri, Met’le karşılaştığı ilk anda bile varlığını bilmediği, Met’in bile henüz tanımadığı bir Kara’nın gölgesini hissetmişti. Bir süre sonra Met’in ondan mutlaka kurtulması gerektiğini anlamış, ona yardım edebilmek için hep yakınlarında olmaya çalışmıştı. Bu yüzden Met ve Kara’nın ilişkisi hakkında başka kimsenin bilmediği kadar çok şey biliyordu.
….
Met ile Kara’nın ilk karşılaşmalarından ve tanışmalarından sonra yaşamları bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olamadı. Birbirlerinin bedensel ve zihinsel varlıklarında çok önemli bir yer edinmişlerdi ve bunu unutabilmeleri, yokmuş gibi davranabilmeleri olanaksızdı. Kara’nın Met’e sunduğu teknoloji inanılmaz bir yenilik, bir devrimdi. Tarih boyunca iletişim olanakları sürekli gelişmişti. Yollar kısalmış, aşılmaz engeller aşılmış, kilitli kapılar açılmış, ulaşmak kolaylaşmıştı. Kara’nın Met’e verdiğiyse yalnızca bir bağlantı kurma, sosyalleşme, paylaşma aracı değildi. Yeni bir yaşamın ta kendisiydi. Bulundukları yer neresi olursa olsun, artık yeni bir dünyada, adeta tek bir bedende yaşıyorlardı. Kara’nın tüm düşüncelerini ve bedeninin bunlara verdikleri tepkileri Met de yaşıyordu. Met’in düşüncelerini, duygularını, davranışlarını Kara artık ondan daha iyi biliyordu. Ne de olsa o, bu inanılmaz teknolojiyi geliştiren uzmandı. Bu yüzden ilişkilerinde öncelik, belirleyicilik hep onun oluyordu. Met’i istediği anda inanılmaz bir ateşleme programı devreye giriyor, Met bedeninin her noktasında Kara’yı hissetmeye başlıyor, zihninin en gizli köşelerinde bile onun istekleri, sıcaklığı, titreşimleri, beklenmedik yenilikleri, şaşırtıcı değişimleri, her an farklı gelişen yakınlaşmaları ve uzaklaşmaları, Met’in bedeninin ve ruhunun, insanlığının ve hayvanlığının, özgürlüğünün ve tutsaklığının, cinselliğinin ve sevgisinin her noktasına hızla ve değişik biçimlerde ulaşmanın yepyeni yollarını buluyordu. Met’in teni Kara’nın zihinsel dokunuşlarıyla Met’i ele geçiriyor, inanılmaz zevkler verirken Kara’ya da istediği akıl almaz karşılıkları göndermesini sağlıyordu.
Ten Sistemi’ni Kara geliştirmişti. Başlangıçta Met’e herhangi bir müşteri gibi yaklaşmışken Met’in yaptıkları ve özgün başarıları onu etkilemiş, aralarında özel bir bağ gelişmiş olmalıydı. Ten Sistemi’nin programlı yanı sıradan insanlar için fazlasıyla yeterli oluyordu. Kara ve Met gibi özel kişiler içinse asla doyurucu değildi. Mekanik ve sıkıntılı bir tekrara dönüşüyordu. Birbirlerine büyük bir tutkuyla bağlandılar. Ten Sistemi’nde bütünleştiler. Giyinmek, soyunmak, farklı giysiler denemek, tenlerine biçim vermek, Met’in yılan dokulu uzantıları, Kara’nın özel tasarım yumuşaklıkları aralarında özel bir yakınlık oluşturdu. Met “Gerçek bedensel dokunuş yine de gerekir” demişti. Ama Met’in tenini ilk alışı dışında bir daha yüz yüze görüşmediler. Uzaktan, çok daha fazlasını yapabildiler.
Met’in akıllı teninin en etkili özelliklerinden biri direkt arzu erişimiydi. Ten Sistemi’ni geliştirip Met’e pazarlayan Kara, kendi kadınlığının arayışı ve keşfiyle ilgili ne varsa koymaya çalışmış, iletişim ve etkileşim içindeki iki kişinin durumlarını sürekli çözümleyip en uygun hareketleri yapmaları için yönlendiren bir dizi yapay zeka robotu bile eklemişti. Hatta katılımcıların henüz farkında olmadıkları halde sevebilecekleri yeni hareketleri geliştiren bir modül bile tasarlamıştı.
Fakat sıradan insanlar için etkili olan bu oyun, sonunda Kara için anlamını yitirmişti. Çok gelişmiş ve kimsenin yenemediği bir satranç robotu kimle oynayabilirdi, bu oyun kime, nasıl bir mutluluk verebilirdi?
Dokunuşların yiten anlamı Kara’yı bir arayışa sürüklemişti. Ten Sistemi’ni yaşayabilmek için Met’in peşinde olmasının özel bir anlamı vardı. Dünyadaki kimsenin tasarladığı ve uyguladığı, bilgisayarın programladığı hiçbir dokunuş onu mutlu etmiyor, rahatlatmıyordu. Bir tek Met, önce uzak görüşmelerinde, sonra Ten deneyiminde ona ulaşabilmişti. “Dokunuşları sıklaştırıp sertleştirince daha iyi tutabilirsin ama cinselliğini ateşleyemezsin.” Kara’nın bu sessiz uyarısı başka kimsede karşılık bulmamıştı.
Met yaşadıklarından ve düşlerinden hangilerinin gerçek olduğunu artık anlayamıyordu. Hangi düş kendisinindi, hangisi bir dış etkiyle geliyordu, bilemiyordu.
….
Bilgisayar destekli cinsellik sürümünü Kara V3028.63 olarak vermiş, sürekli güncelleneceğini söylemişti. Met daha önce başkalarıyla ve Kara’dan sonra Meri’yle yaşadığı cinsellikte bilgisayar desteğinden, uyumlulaştırıcılardan, zamanlayıcılardan yararlanmıştı. Yalnızken, ilişkileri başlamadan önce yaşadıkları bireysel denetimler, kurdukları sanal ve gerçek bağlantılar, bilgisayarla iletişim, ekran, mikrofon, hareket işleyici, bedeni saran ince algılayıcı ve uyarıcı, düşünce izleyici, hareket ve düşünce algılama ve yorumlama işlemcisi, anı arama ve yorumlama işlemcisi, görsel etki ve kusursuz karşı cins modelleme işlemcisi, cinsel deneyim süreç yöneticisi gibi tekniklerin gelişmesiyle, yaşadıkları deneyimler de farklı bir boyuta geçmişti. Her birinin anılarındaki ve düşlerindeki uyarı nesne ve eylemlerinin kusursuz bir kontrolle bilgisayarda algılanması, yaratılması ve bedenlerini tümüyle saran ince esnek bir telden dokunmuş özel giysilerle onlara yaşatılması. Önce basit mayo modelleri, sonra erkek ve kadın için kalça ve meme hizasında bedeni sarıp algıladığı tepkilere göre tekli ya da çiftli karşı basınç uygulayan özel giysi, son aşamada bedeni tümüyle saran, dudak hareketlerini bile algılayıp aktaran ve uygulayan modeller.
….
Met ile Meri yeni teknolojiyle yaşadıkları ilk sanal öpücüklerin güzelliğine inanamamışlardı. Ama son aşamadan sonrasında tam bir sanallığa geçilip fiziksel algılayıcılar tümüyle kalkmış olabilir miydi? Yaşadıkları tüm gerçek yalnızca zihinlerinde bilgisayar kontrolüyle yaratılıyor olabilir miydi? Met’in yitirdiği anılar zaten yalnızca bilgisayar işlemcisinin geliştirip kaydettiği yaşanmamış anlar mıydı?
….
Meri’nin zihni çok yorgundu. Met’in durumunun yarattığı belirsizlik, yaşamını ve ayakta kalmasını daha da zorlaştırıyordu. Kendi gerçeklik duygusu ve anıları da zedelenmeye başlamıştı. Kendi geçmişi şimdilik yerindeydi. Ama Met, Oria ve Kara onun zihninde de zaman ve mekan bütünlüğü olmayan bir bulanıklığa dönüşmeye başlamıştı. Kendini toparlamaya, parçaları birleştirmeye, sıraya sokmaya çalıştı.
Met ona yeni tenini ilk kez giydiği anı ve o noktaya nasıl geldiğini anlatmıştı. Nasıl çıkarabildiğini Meri zaten biliyordu. Arada neler olup bittiğiyse Meri için çok açık değildi.
Met çalışmasını tamamlayıp erişim dünyasında bir gezintiye çıktığında ilk mutluluğu Meri ile yaşamıştı. Meri sonradan, bu olayın ardından hemen Met’in peşine düşmediği, onun aramasını beklediği için kendine çok kızdı.
Birbirlerini nasıl bulduklarını Meri de hatırlamıyordu. Ama Oriaus’u geride bıraktıktan sonra yorgun Met’le karşılaşmak ona yeni bir umut vermişti. Daha ilk anda bile birbirlerini anlayıp yakınlaşabileceklerini düşünmüştü. Adları, ekran yüzleri, ilk sözleri, sevgi ve saygı dengeleri, verdikleri güven duygusu, ilgi alanları, seçtikleri konular, değerlendirme biçimleri ve içerikleri, tümü uyumlu, tam da bekledikleri gibiydi. Met insanla, Meri evrenle daha çok ilgiliydi. Bu bile konuşmalarına ayrı bir renk katıyor, birbirlerini bütünlüyorlardı.
Kısa ama yoğun konuşmalarının ekseninde yaşam vardı. Teknoloji, bilim, insanın arayışları, insan, doğa, kadının ve erkeğin yeri, geçmiş, gelecek, kişiliklerin gelişmesi ve bölünmesi, kimlik bağımlılığı ve kimliksizlik, beden, ruh, haz, sorumluluk, mutluluk, zevk, ilişki, iletişim konularında birbirlerine çok şey kattılar. Sonra evrene ve yaşam zincirine geldiler.
“Tarih bitti mi, yeni mi başlıyor sence?” diye sordu Meri.
Met bir süre durdu. “Ne bitti, ne de yeni başlıyor” dedi sonra.
Başka bir söze gerek yoktu. Milyarlarca yıl öncesini ve sonrasını görebiliyorlardı ve ikisi de aynı olmasa bile yakın resimlere benzer biçimlerde baktıklarını biliyorlardı. Yaşamın bir anlamı varsa bu, Meri için Met olabilirdi. Met için de bir anlam olmak istedi. Kritik bir eşik aşılmıştı. Artık evrende Met ile Meri vardı.
Sonra daha sıradan konulara döndüler. Gelecek Kredisi, Anı Erişimi ve Koku Yönetimi projelerini tartıştılar. Met anıların erişimiyle çok ilgiliydi. Bunun yaşamın anlamı olduğunu düşünüyordu. “Hatırlamak bilmek ve öğrenmektir, güçlenmektir” diyordu. Kendi dünyasından geçmişe ve geleceğe bakıyor, çok ilginç yorumlar yapıyordu. Projenin felsefi yanına hakimdi, bilimsel ve teknolojik yanınıysa bilmiyordu. Kara ona anı erişiminden yola çıkarak bireysel yaşamın anlamının sorgulanabilmesi ve en üst boyuta çıkarılabilmesi için yapılmakta olan çalışmalardan söz etti. Genetik ve zihinsel kodları sperm ve yumurtanın tarihine dek sorgulayan ve onu buna göre değerlendiren, bu temelde ilişki kuran bir mekanizmanın ayrıntılarıyla tanımlanması üzerinde epey yol alınmıştı. Kara’nın uzmanlık konusu koku erişimiydi. Sanal dünyanın gerçeklik duygusunu artırmak ve anılarla gerçek bir bağ kurmak için kokudan yararlanan teknolojilerden uzun uzun söz etti.
“Bu konuda çok çalıştım ama bana pek fazla kredi getirmedi, galiba artık doğa bilimlerine pek değer verilmiyor” dedi Kara. Met’in insan ve yaşam ilişkisini sorgulayıp yeni ufuklar açan projelerinin ne büyük katkısı olduğunu ve Met’e bitiremeyeceği kadar çok gelecek kredisi kazandırdığını biliyordu. Gelecek kredisi, toplumsal, ekonomik ve politik bir katılım gücü veriyordu. Kişisel yaşamları geliştirmek için de, toplum genelinin geleceğini yönlendirmenin ileri bir yönetim ve seçim biçimi olarak da kullanılabiliyordu.
“Kredi puanlarının adına ne denirse densin, gerçek değeri ölçmüyorlar, ölçemezler, hiçbir zaman ölçemediler. Evet, felsefe ve tarihe, sanata yönelik yorumlar yaptım, yeni düşüncelere ulaşmaya, yazmaya, yeni yapımlar ortaya koymaya çalıştım. Kazandığım ölçülebilir bir kredi değeri var. Bu yüzden üzerimde çok fazla ilgi var. Sürekli yeni öneriler alıyorum. En büyük üreticilerin bile dikkatini çekmişim. Ama bunların hiçbiri yazdığım bir satırın senin için özel bir anlamı olduğunu bilmek kadar beni mutlu edemez.”
Bunun üzerine Meri’nin söyleyebileceği çok söz olabilirdi ama o susmayı, bakışlarında sevgi dolu bir sıcaklıkla Met’e bakmayı, aralarındaki çekim gücünün artmasını beklemeyi seçti. Yeni teknolojiyle ilk sanal öpücüklerini böyle yaşadılar. O anda ve sonrasında bedenlerine yayılan güzelliğe inanamadılar.
….
Meri, Met’in Kara’yla ne zaman karşılaştığını tam olarak bilmiyordu. Met’le Meri ilk uzak görüşmesini yaptıklarında Kara Met’i tanıyor olmalıydı, ama Met henüz onun varlığından haberdar değildi. Meri’nin tahminine göre birkaç gün içinde Kara Met’in peşine düşmüş ve etkisi altına almış olmalıydı. Kara geride kaldıktan sonra, Meri Met’e Oria’dan söz etmemiş, Met’in de Kara’yı anlatmasını istememişti. Yaşamlarına Kara’nın girmiş olduğunu onun varlığını bilmeden, adını bile duymadan anlamıştı. Met ile yaşadıklarından sonra onun kendisini aramamasının iki nedeni olabilirdi, yaşamındaki ölümcül bir sorun ya da başka bir kadın. Sistemdeki bilgiler yaşam durumunun normal olduğunu gösteriyordu. O halde başka bir kadın vardı. Gerçekte hem başka bir kadın, hem de ölümcül bir sorun olduğunuysa çok sonra anlayabilecekti. O zamana dek de Met’i asla aramayacaktı.
…
Uzakta da olsa, hiç görüşmese de Meri Met’in sorunlarının varlığını sezmişti. Olup bitenleri daha sonraki olayları yaşadıkça bir yerlere oturtabilmişti. Başlangıçta adını bile bilmeden Kara’yla Met’in ilişkisini anlamaya çalışmıştı. Zaman içinde yeni bilgilere ulaştıkça olup bitenler bilincinde oluşmuş, hiç tanımadığı bir kadını ve Met’le ilişkisini tanımlayabilmişti.
Met’in yaşamındaki bu yeni kadınla ilişkisi fırtınalıydı. Bedenleri, tenleri aracılığıyla mutlak iletişim konumunu geçtiğinde olağanüstü mutluluklar ve acılar tenlerinden ruhlarına sayısız köprü kuruyordu. İstediklerinin ve istemediklerinin çatışması denizdeki dalgaları göklere taşıyordu. Bağımsız konuma döndüklerinde bu çalkantılar yatışıyor, bir süre her ikisi de standart sistemle yetiniyordu, ama bundan çabuk sıkılıyorlardı. Etkileşimli konuma dönünce yine tenlerinin her noktasında içlerine süzülen ince dokunuşlar acılı ve sancılı bir ilişkinin bilinmez güzelliğini yaratıyor, onları tutsak alıyordu.
Merilia aslında bu projenin kaynağını az çok biliyordu. Merkez destekli bir projeydi, çevrede artan serbestliği ve yerel istekleri kontrol altına almak, özgürlüğün sınırlarını belirlemek, diğerlerini yönlendirmek, tanımlanan sınırlar geçildiğinde sınırsız bir baskıyla düzeni sağlamak. Projede geliştirilecek tenler gerçek etkiyi de yaratacaktı, Yumruk, sopa, bıçak, işkence araçları, kurşun. Projeyi sevmemişti, uzak durmak istemişti. Yine de birileri ilgilenmiş, çalışmış, yapmış olmalıydı ki Met’i de sistemlerine katmak istiyorlardı.
Metilius ve Merilia’nın yaşayabileceği güzelliği düşünmek acı veriyordu. Erkeğin ve kadının tarih boyunca gelişerek gelebildiği konum için gerçekten iyi örneklerdi. İnsandılar, doğaya ve evrene dosttular. Ten Sistemi’nde çalışanlar ise, ister kadın ister erkek olsunlar, kötülüğü simgeliyorlardı. Hem genç, hem yaşlıydılar. Sonsuzluğu savunur görünürken hiçlikte kayboluyorlardı. Kara’nın cinsiyeti ve yaşı olduğundan bile emin değildi. Met’in de Kara’yla girdiği bir ilişki sırasında onun iç yüzünü gördüğünü biliyordu. Met ile Kara’nın Ten aracılığıyla yaşadığı tek bir ilişki kadının ve erkeğin tüm tarihini anlatmış, tüm süreçleri ve yaklaşımları simgelemiş, aralarındaki bağı da tümüyle kopartmıştı. Meri görmek, duymak ve bilmek istemediği halde sonradan Met’in anı sisteminde çalışırken bu anların bir bölümüme tanık olmuştu. Met kadının dokunuşlarını düşlediği her noktada, tam istediği gibi hissediyordu. Gerçekte girilemeyecek, yaklaşılamayacak yerlerde bile. Aynısı kadın için de geçerliydi. Kıskançlık duymamıştı. Kadından nefret etmişti. Unutmaya çalışmıştı. Bu deneyimin Met’i Kara’dan uzaklaştırmış olması onu avutmuştu. Kadın aşk acısıyla saldırganlaştığındaysa, olaylar farklı bir yöne girmişti.
Ruh ve beden, akıl ve ten, bilinç ve madde, iyilik ve kötülük, kadın ve erkek. Sınırlar nerede başlıyor, nerede bitiyordu? Meri ve Met iyi insanlar olduklarını biliyorlardı. Ten projesini ticari bir başarıya dönüştürmekle kalmayıp bir güç savaşına giren Kara kötü müydü? Oria bir kurban mıydı, yoksa bakım sistemine verdiği sınırsız destek nedeniyle acımasız bir sistem savunucusu muydu? Meri, Ten projesinin ilk dönemlerinde bile güçlü olduğunu biliyordu. Proje uygulayıcıları gelecek tepkilerden çekindikleri için genel sürümleri Beden Etkileşim Kılıfı (BEK) adıyla çıkarılmıştı. Met’in denediği Ten V12 karşılığı BEK V3.1 epey ilginçti. Meri uygulamanın bazı anlarına sonradan tanık olabilmişti. Met’in gördüğü bir düş gibiydi ama inanılmaz bir gerçekliği vardı. Bir el tutuşu, gözlerdeki bir bakış, bir kıpırtı, saçların hafifçe dalgalanması, bir koku, bir nem, bir serinlik, bir acı, bir rahatlama, gerçeğin kusursuz bir senfoni gibi bestelenip çalınması gibiydi. Ten ilginç bir projeydi, ama V12 sürümü sonunda Met’in kabusu olmuştu.
….
Olup bitenleri anladığında Meri, Met’le ilk uzak görüşmesinden sonra onu uzun süre bir daha aramadığı için suçluluk duymuştu. Belki daha önce peşine düşse sorunu bu denli büyümeden çözebilirdi. Yapamamıştı, Met’in onu seçmemiş olmasını kabullenmiş, varlığını sezse de kim olduğunu bilmediği bir kadının yolundan çekilmişti. Kara’yla Met’in ilişkisinin nasıl geliştiğini onu kurtardıktan sonra anlattıklarından, şimdi Met’in bile hatırlamadığı bazı ayrıntılardan öğrenecekti. Yaşananları anlayıp birleştirmek, önem verdiği bir insanın çektiği acıları öğrenmek, birlikte bir gelecek düşleyebileceği Met’in bir başkasıyla olduğunu bilmeye katlanmak zor gelse de geri dönmeyecekti, gerçeğin üzerine gidecekti. Met’in Kara’yla hiç karşılaşmamış, Meri’nin sonradan öğrenip anlamlandırdığı bu korkunç deneyimi yaşamamış olmasını dilerdi.
Merilia, Met’in Kara’yla ilişkisinin nasıl başladığını tahmin edebiliyordu. Kara’nın Met’in başarılarıyla ilgilenmiş olabileceğini, bunu Ten Sistemi’nin yaygınlaşıp güçlenmesi için bir fırsat olarak görebileceğini, aktif satış çalışmaları kapsamına Met’i hemen katarak aramış, hatta ısrarla peşine düşmüş olabileceğini düşünüyordu. Hatta belki Kara’nın bile bilmediği bir durumu seziyordu, Met herhangi biri olmadığı için Kara’yla Ten üzerinden kuracağı ilişki de çok farklı olacaktı.
Met’in bir arayış içinde olduğunu ilk görüşmelerinde anlamıştı. Uzun süren çalışmalarının ardından ulaştığı başarı ona yalnızlığını tüm korkunçluğuyla göstermişti. Meri onu, bir çok insanın doğduğu anda içinde olan ve sürekli büyüyen sığınma ihtiyacıyla başa çıkamayan yetişkin bir bebek olarak görüyordu. Annesini ya hiç bulamamış, ya da ondan ayrılmayı kabullenememiş olmalıydı. Belki annesinin karnında geçirdiği günleri özlüyor, belki bunları yaşayamamış olmanın eksikliğini çekiyordu. Belki bir başka insanla bu yüzden yakınlaşamıyor, toplumla bütünleşemiyordu. Hem onaylanmak, kabul görmek istiyor, hem sınanmaktan korkuyordu. Büyük başarısına karşın kendine güvenemiyordu. Bütünleşeceği birisini arıyordu. İlk konuştuklarında ve sonrasında yaşadıklarında Meri tüm bunları anlamıştı. Tüm yaşam sistemleri bunun üzerine kurulu olmalıydı. Kendi içine bir başkasında bulduğu, ya da henüz bulamasa bile bir gün bulacağı bütünlüğü katabilmek, onu aramak yaşamın temel amacı olabilirdi.
Meri’nin Met’in Kara’yla olan ilişkisinin niteliğini anlaması kolay olmadı. Ten Sistemi’nin gücünü biliyor, ama Met ve Kara özelinde nasıl bir uygulama çalıştığını göremiyordu.
Aslında biraz şaşırtıcı bir durum vardı. Temel fizik kurallarının ötesine geçildiğinde çelişkili bir biçimde Met ve ona Ten’ini satan kadın iki farklı ucu, biri ruhu diğeri maddeyi temsil ediyordu. Met felsefedeki yeni yaklaşımlarıyla özgürlük ve insanların maddesiz iletişimlerinin onları mutlu eden yeni yollarını bulmuştu. O kadınsa maddeden yararlanarak onları köleleştirmenin arayışındaydı. Geçmişte erkeklerin yazdığı baskı tarihini geliştirdiği güçle sürdürmek istiyordu. Erkekler kadar yaşlıydı. Kendine yaptığı güzel ve çekici Ten görünümünün içinde, çürümemesi için korunan tükenmiş bir kadın bedeni ve bilgisayarlar ağıyla ayakta tutulan bir bilinç bulunuyordu.
Met ona boyun eğse sorun olmayacaktı. Uymazsa büyük acılar çekmeye başlayacaktı. Bir güç savaşı çıkacaktı.
Meri, Met’in anlattıklarından ve sistem kayıtlarından ulaşıp derleyebildiği parçaları birleştirerek Kara’nın Met’le oynadığı oyunu anlamaya çalıştı.
….
Kara Met’e birkaç gün sonra ulaşmış olsa, büyük bir olasılıkla Meri ve Met’in arasında gerçek ve uzun sürecek bir ilişki başlamış olacak, Met, Kara’nın anlattıklarıyla hiç ilgilenmeyecekti.
Ama Met’in zayıflığı, çalışmasının bitmiş olmasının, kazandığı güçle ne yapacağını bilememenin yarattığı boşluk duygusu sürüyordu. Bu yüzden Kara aradığında hiç direnemedi. Kendini onun gücüne bıraktı.
Kara önce Met’in güç ve değer kazanmasını sağlayan büyük buluşunun ne olduğunu sormuştu. Met söylemek istemiyordu. Kara ısrar edince, üstelik en azından bazı özelliklerini bildiğini gösterince konuştu. “Yaşarkitap düşüncesi” dedi kısaca.
Kara için bu da yeni bir bilgi değildi. “Bunu biliyorum, yazdığın kitaplar şimdiden milyonlarca kişiye ulaşıyor, gönderdiğin kitaplar ilgisini gösteren ve kendi seçecekleri bazı kişilerle etkileşime giriyor, sürekli değişiyor, gelişiyor, siliniyor, yeniden yazılıyor, yaşıyorlar.”
Kara’nın gerçeği insanlarla güce dayalı mutlak bir bağ kuruyordu. Met’in düş dünyasıysa gücün arasından süzülüyor, içlerine işliyordu. Belki de Kara’nın Met’le ilgilenmesinin nedeni başlangıçta buydu. Met’in yaratabileceği pazardan yararlanmak istiyordu.
İlişkiye geçme nedeni Ten sürümlerini pazarlamak olsa da, Kara Met’i hemen etkilemişti. Büyük bir olasılıkla Met’in kadına bağlanması rastlantısal değildi. Sistem kanallarına Kara’nın gönderdiği bir tür virüs Met’in kadına bağlılığını kodlamış, gerçekte hem bedensel hem tinsel olarak kötü olan kadını kusursuz bir imge olarak görmesini sağlamış olmalıydı. Merilia tüm zayıflığına karşın Met’in karşı koyabileceğini de düşünmüştü. Tam olarak yönlendirici bir gizli program kodu bulamasa da Met’in görsel sistemine sızmış çok sayıda dönüştürücü buldu. Bunlar Met’e yardım etmek için Kara’ya ulaşmak istediğinde çok işe yaradı.
….
Kara acele etmedi. Met’in ona bağlanması, güzelliğini, kişiliğini, çekiciliğini, gücünü iyice hissetmesi için bekledi. Met’in bakışlarındaki hayranlığı gözledi. İleri çıktı, geri çekildi, düşünceler ve dokunuşlar dünyasında gezdirdi.
Met’i kontrol edebileceğine inandığı anda da Ten Sistemi’ne katılması için davet etti.
“Düşünemeyeceğin, tek başına hissedemeyeceğin kadar ince, saç teli gibi, ama şeffaf ve görünmez teller bedenleri saracak. Sıklıkları, gerginlikleri, sertlikleri, yumuşaklıkları, biçimleri, uzunlukları, kısalıkları, nerede başlayıp nereye gidecekleri, nerede ne kadar derine inecekleri senin isteklerine göre, bedenini korumak, düşüncelerini ve duygularını coşturmak için ayarlanacak. Üstelik bu teller kimyasal, fiziksel, hatta biyolojik olarak etkin olacak. Sıcaklığı, nemi, rüzgarı, baskıyı, gevşemeyi, acıyı, rahatlamayı, bedeninin yalnızca teninle sınırlı olmayan ulaşılabilecek her noktasında hissedeceksin. Teninle görecek, duyacak, dokunacak, tadacak, koku alacaksın. Teninin sana anlattıkları hiçbir zaman yaşamadığın kadar gerçek, hiçbir zaman yaşayamayacağın kadar güzel olacak. Tenin, tüm istediklerini ruhuna verecek. Ruhunun istekleriyle kendini geliştirecek. Düşünemeyeceğin güzellikleri bile sana verecek. Ten Sistemi’ni paylaşanlar birbirlerinin gücüyle ve düşleriyle beslenecek, sürekli gelişecek. Yanlış bir yöne saparlarsa dağınık birliğin toplu merkezi onları usulca uyaracak. Kendilerine ve başkalarına zarar vermelerini, bedenlerinin ya da akıllarının kölesi olmalarını önleyecek. Ruhlarının sonsuz gelişmesinin önünü açacak.”
Kara’yı konuşmanın başlangıcından beri ilk kez böyle heyecanlı görmüş, şaşırmıştı Met.
“Bedenleri ve ruhları özgür kalabilecek, hep istedikleri gibi kendileri olabilecekler mi?” diye sordu.
“Zarar vermedikleri sürece evet” dedi Kara.
Met bir an Kara’nın tüm insanları kontrol etmesini, hepsinin kendi istediği gibi olmasını sağlayacak bir tanrı yaratmaya çalışıyor olmasından korktu.
Ama Kara’nın gözlerinin güzelliği ve saçtıkları umut, bedeninin Met’in hiç görmediği ve tüm yaratıcılığına karşın asla tasarlayamadığı kusursuzluktaki ve özgünlükteki güzelliği buna inanmasına izin vermedi. Kara’nın yaptıkları ve yapacakları kötülük taşıyamazdı, Met’e böyle
güzel bakan biri ona ve dünyaya asla zarar veremezdi.
Kara, sisteminin gücünden emin olarak, “Tüm dünya seni kucaklayabilecek ve sen hepsini sevebilecek, herkese dokunabileceksin, onların da sana aynı biçimde karşılık verdiğini, güç, sevgi, yaşama sevinci, asla düşleyemeyeceğin hazlar verdiğini göreceksin” dedi sonunda, TenSis 16.02’yi anlatmak için.
Kara’nın derin gözleri Met’inkilere kenetlendi. “Mutluluğumuzu en üst noktaya ulaştıracağız ve tüm kontrol bizde olacak. Ne zaman istersek orada, kendi cennetimizde, birlikte kalacağız. Bunu yaşamaya değmez mi? Kendine ve bana bir şans vermen, denemen gerekmez mi?” Rengi sürekli değişen, ama sımsıkı yakalayan tutkusu hep aynı kalan bakışlar Met’in son direncini de kırdı. Artık Kara’ya kendini vermeye hazırdı. Bunu bir an önce yapmak istiyordu. Kara gelebileceğini söyledi.
“Kimse için yapmadığım bir şeyi yapacağım senin için” dedi. “Önce çırılçıplak sarılıp öpüşeceğiz. Sonra tenlerimizle aynı sahneyi yaşayacağız. Hiçbir fark olmadığını, hatta TenSis’in çok daha iyi olduğunu göreceksin.”
Met, Kara’nın olağanüstü güzelliğine baktı. Kısa süre sonra yaşayacaklarını düşünerek titredi.
….
Met, Kara’nın yanına gittiğinde heyecanlıydı. Kapı aralandığında onu görünce heyecanı daha da arttı. Gerçekten soyunmuştu, hazırdı. Met de bir anda giysilerini çıkarıp içeriye girerken hafif bir sarsıntı hissetti. Sonra yaşamının en güzel ve uzun öpüşmelerinden birini yaşadı.
Kara usulca ayrıldı. “Hazırsan artık yeni tenini alabilirsin” dedi. Elinde küçücük bir paket vardı. Met paketi aldığında açmaya kalkışınca Kara gülerek onu durdurdu. “Bu herhangi bir giysi değil” dedi. Onu kenardaki bir çerçevenin yanına götürdü. Paketi yerleştirdi. Met’ten içinden geçmesini istedi. Met söyleneni yaptı. Yine bir titreme oldu.
“Nasıl giyilip başlatılacak sistem?” diye sordu Met.
Birden Kara’nın yanına geldiğini ve öpmeye başladığını gördü. Ayrılmaları çok zor oldu.
“Hangisi daha iyiydi?” diye sordu Kara. “Bu mu, önceki mi?”
Met bir fark görememişti. İkisi de unutulmayacak değerdeydi. Kara’nın daha mutlu olacağını düşünerek “İlki” dedi. “Doğal Kara’mı daha çok seviyorum.”
Kara bu sözden pek etkilenmiş görünmüyordu. “Kara’n artık nerede olursan ol seninle olacak, dokunacak, okşayacak, sevecek” dedi.
Gerçekten de o gece Kara’yla ilk uzak birliktelik deneyimlerini yaşadılar.
….
Met, Kara’nın ona ilgisinin nedenlerinden birinin, Met’in çalışmalarıyla geliştirdiği bedenle ruh ilişkisi yenilikleri, gerçekle ötesini arayışları olduğunu bilmiyordu.
Kara, Met’in değerlendirmelerine önem veriyordu. Onun deneyiminin yeni Ten versiyonlarına büyük katkıları olabileceğini düşünüyordu. Met’in Teni dünyayı kaplayacak, belki de ele geçirecek Ten Zinciri’nin ilk önemli adımı olacaktı.
Met akıllı tenini ilk giydiğinde hiçbir şey hissetmemişti. Ne bir rahatsızlık, ne hoşlanma, ne sıkıntı, ne de gizli de olsa bir haz. Etkisi yok gibiydi. Sanki yaşamla kurduğu maddi bağ aynen sürüyordu. Ama kullandıkça, Kara’yla etkileşimi geliştikçe tenin ondaki etkisi arttı.
Met’in teni bir erkek teni miydi? Tenin cinsiyeti olur mu? Bir erkek sapına kadar erkek, bir kadın yüzde yüz dişi olabilir mi? Bir erkekte kadın, bir kadında erkek oluyorsa, mutlaka olmak zorundaysa, ona ne zaman erkek, ne zaman kadın diyebiliriz? Tenine mi, aklına mı, bedenindeki erillik ya da dişilik izlerine göre mi karar vermeliyiz? Met bir gün dayanamayıp Kara’ya sorduğunda Kara çok şaşırmış, uzun bir açıklamaya girişmişti. Ten yalnızca yüzeysel olarak ele alınabilecek bir konu değildi. Arkasında insanlığın çağlar boyunca biriktirdiği bilgi birikimi ve uygarlıklar vardı. Tek bir hücresi için bile binlerce saatlik araştırma ve geliştirme çalışmaları yürütülmüştü. Kendi enerjisini ve temel maddesini içinde taşıyordu. Gerektikçe çevreden yeni katkı da alabiliyordu. Ayrıca geçilmez bir sınır oluşturuyordu. Sistem izin vermeden kimse Ten koruması altındaki birine zarar veremezdi.
Met işin bu yanıyla çok da ilgilenmiyor, daha çok Ten’le gelen güzellikleri yaşamaya çalışıyordu. Kara onu aradıkça bedeninde dolaşan dokunuşların güzelliğine kendini tümüyle bırakıyordu. Yaşadıklarına inanamıyordu. Sevdiği kadının elleri istediği yer neresiyse hemen oraya gidiyordu. Sanki aklından geçenleri, daha kendisi bile bilmeden, o biliyordu. Sanki onu en az kendisi kadar tanıyan bir kadınla sevişiyordu. Üstelik araya kattığı küçük sürprizlerle olağanüstü bir renk, müthiş bir gerçeklik, bir başkasınca anlaşılmanın verdiği kıyaslanmaz bir başarma ve rahatlama duygusunu da yaşıyordu. Üstelik Met’in Teni öğreniyordu da. Bu yalnızca gözlemek, kaydetmek, ilişkilendirmek, hatırlamak değildi. Kavrıyor, anlıyor, Met gibi düşünüp hissediyordu. Met de artık evreni yeni teniyle hissediyordu. Met’in Teni, Evrenin Teni olmuştu. Kendi küçücük sınırları Kara’nın Ten Sistemi’ne girenlerle genişliyor, yayılıyor, insanlığı kaplıyor, ötesine geçiyordu. Kara’nın verdiği Ten, artık Met’in evreninin sınırıydı. Onun kontrol kutusuydu, dışarı gönderebildiklerini ve geri alabildiklerini o belirliyordu.
Met, bireysel dünyasında bir devrim olacağına inandığı yeni teninin tutsağı olmuştu. Yaşamının en anlamlı kararını verdiğine inanarak bu olağanüstü buluşun ürününü almasını sağlayan kadın, artık Met’in bedeninin ve düşüncelerinin her noktasına egemendi. Met’i en çok şaşırtansa, kadının bedenindeki esrarengiz bir uzantının onun cinselliğini de sararak ele geçirmesi olmuştu. Met’in beklemediği bir yenilik, ikisini eşitleyen bir oyundu bu. Başlangıçta olağanüstü bir güzellik, sonraları kadının gücünü Met’in üzerinde denemesini ve onu istediği an ele geçirmesini sağlayan yeni bir araçtı.
Büyü bir gün bozuldu. Met bir an için Meri’yi düşünmüştü. Göğsüne bir iğne battığını hissetti. Baktı, bir iz yoktu. İlk kez biraz korktu. Yapay tenin altında bir sorun olursa nasıl çözülecekti? Kara’ya sordu. “Tarihin en gelişmiş sağlık koruma sisteminin içindesin, bir sorun olamaz. Ten seni içindeki ve dışındaki düşmanlarından korur” dedi. Sonra Meri’nin kim olduğunu öğrenmek istedi. Met şaşırdı ama sorun etmedi. Anlattı.
Met, üzerindeki tensel algı sistemindeki değişimleri ilk zamanlarda doğal karşıladı. Sonra bozulduğunu sandı. Ama Met Meri’yi hatırladıkça Kara’nın açık saldırıları belirginleşti. Önceleri küçük ve ince acılar, sonra daha büyük baskılar, Met’in algı evrenine büyük ataklarla bir saldırı başladı. Met’in beş duyusunu da ele geçirmek, beyin duyusunu parçalamak, Meri’yi ve Kara dışında her şeyi dışarıda tutabilmek için Met kuşatılmıştı. Kara artık çok sinirliydi. Met’in onun adını söyleyişi bile cezalandırma konusuydu.
“İlk günden beri kaç kez söyledim sana, adımı doğru söyle diye. İnadına mı kısacık bir Kara diyorsun, beceremiyorsan Kağra de, bundan iyi.”
Met susuyordu.
Kara yüklendikçe Met Meri’yi daha çok düşündü. Meri’yi düşündükçe Kara daha fazla saldırdı. Met’in teni bir işkence odasına dönüştü. Çektiği acılar ilkel yöntemlerle uygulansa bedeni çoktan parçalanmış olabilirdi.
….
Meri’yi yönlendiren insanca ve kadınca bir sezgi miydi, Ten Sistemi’nin ve onu geliştirenlerin yükselişinden duyduğu kaygılar mıydı, bilmiyordu ama yolunda olmayan bir durum olduğunu, Met’in bir Ten kafesine kapatılmış olduğunu anlıyordu.
Zor bir durumdaydı. Onu kurtarmaya çalışmak akıl işi değildi. Henüz Ten Sistemi bir zorunluluk değildi. Özgürce yaşayabilir, kendi üretim alanında egemenliğini sürdürebilirdi. Met gibi birini bulamasa bile, kuşkusuz Oria’dan çok daha iyisini bulabilirdi.
Ama ne kişiliği, ne inançları, ne de duyguları Met’in durumunu bile bile onu yok saymasına izin vermiyordu. Araştırmaya, çalışmaya, planlar yapmaya başladı. Met’i bulmasının, onun yanına gitmesinin bir yararı yoktu. Ten’i takan kadına ulaşmalıydı. Kara’nın peşine düştü. Tüm çevresini, ulaşabileceği herkesi kullanmaya çalıştı. Sonunda bilgiye ulaştı. Yapılması gerekene karar vermek ve uygulamak çok daha zordu. Kara kolay erişilebilir biri değildi. Sistem üzerindeki açık noktaları değerlendirmeye başladı. Kara’nın iletişim bağlantılarını sürekli izledi. Kendine özel bir kimlik oluşturdu. Öyle etkili oldu ki, Kara onun peşine düştü. Çok da uzun olmayan bir süre sonra, Meri Ten Sistemi’nin yeni müşterisi olarak daveti aldı.
İçeri girdiği anda fazla zamanı olmadığını, yapması gerekeni çok kısa bir sürede başaramazsa kendisi için de, Met için de bir çıkış yolu kalmayacağını biliyordu.
Kara onu çok sıcak karşıladı. Meri içten görünmeye çalışarak gülümsedi. İçeri girince çevreye bakındı. Kara’yla en azından eşit duruma gelebilmesi için gücü kesmeliydi. Sevincini belli etmemeye çalıştı. Sistemi kapatma düğmesi hiç de erişilemeyecek bir yerde değildi. Üstelik basit, mekanik bir şalterdi. Şifresi olamazdı, koruma kapağı bile yoktu.
Kara “Senin gibi hoş bir kadının aramıza katılması ne güzel” dedi.
Meri bir kez daha gülümsedi ve ani bir hareketle uzanarak şalteri indirdi.
Gördükleriyle donup kaldı. Kara yok olmuştu. Şaşkınlıkla çevreye bakındı. Yoktu. Sonra yerdeki kumaş dikkatini çekti. İnceleyince gördüğünün Kara’nın Teni olduğunu anladı. Peki Kara neredeydi? Kara’nın başına bir iş gelmesini göze alamazdı. Hem Met’in, hem Meri’nin sonu olurdu bu. Yapmak istediği yalnızca sistem açılmadan önce Met’e ulaşıp ondaki Ten’i çıkarmaktı. İyi hesaplamıştı. Yetişebilirdi. Yeniden başlama süresi içinde varabilirdi. Ama Kara’nın kaybolmasını hiç beklemiyordu. Onun şaşkınlığından yararlanıp fırlamayı, Met’i bedenini saran işkence aracından kurtarmayı planlamıştı.
Enerji kesilince havalandırma da susmuş, keskin bir koku yayılmaya başlamıştı. Meri korkarak içeriye doğru yürüdü. Yatak odası sandığı yere girince dayanılmaz kokuya korkunç bir görüntü eklendi. İleri teknolojili bir hasta yatağında Kara, daha doğrusu gerçek anlamda bir deri bir kemik olmuş iskeleti yatıyordu. Meri kendini toplamaya çalıştı. Kara bir yolunu bulup kurtulurdu. O hemen Met’e yetişmeliydi.
Destek sistemi çalışmazken Kara’nın varlığı adeta yok olmuştu. Yine de Meri’nin içeride olduğunu anlamıştı. Kendisinden kuşkulanıp kuşkulanmadığını Meri bilmiyordu.
“Yüzlerce yıl geçti. Bedenim taşıyamıyor tenimi. Ama ben yaşıyorum.”
Kara çökmüştü. Teni yoksa, o da yoktu. Meri sesini çıkarmadan dışarıya fırladı.
….
Met birden şaşırdı, korktu. Büyük bir güzellik ve rahatlık içindeydi. İlk önce ne olduğunu anlamamıştı ama artık kuşkusu yoktu. Annesi saçlarını okşuyor, ona sıkıca sarılıyor, kulağına fısıldıyor, “Merak etme, hep senin yanındayım sevgili yavrum, sana güveniyor, seni seviyorum” diyor, onu kokluyor, öpüyor, ağlıyordu. Met’in buna benzer düşleri çok olmuştu ama bu düş değildi. Tüm duyuları, bilinci, varlığı, dünyayla bağ kurabildiği ne varsa ona annesini getiriyordu.
….
Meri, Met’in yanındaydı. Ten’i çıkarmış, saklama dolabına koymuştu. Met’in başı kucağındaydı. Meri, sevdiği adamın saçlarını okşuyordu.
Tüm yaşadıklarından sonra Meri’nin aklında tek bir şey kalmıştı. Neredeyse saplantıya dönüşmüş istek. Ne yapıp edecek, Met’in ve Meri’nin çocuklarının, bunu yapamıyorsa da tohumlarının geleceğe kalmasını sağlayacaktı. Met’in babası veya atalarından biri bir çözüm bulmuş, geleceğe Met’le ulaşmayı başarmıştı. Belki on çocuk değil, üç de değil, hiç değilse bir çocuk. Met’in ve Meri’nin içlerindeki sonsuz güzelliğin izlerinin hiç değilse bir bölümünün geleceğe kalması, başka izleri ezmeden doğanın yaşam yarışına katılması için.
Meri çocuk istiyordu.
….
Merilia yatağa uzandı. Met’le tanıştıktan sonra kavuşana dek geçen olayları hatırlamak onu çok yormuştu. Dolaptan çıkardığı Ten’le uğraşacak, Met’in gerçeğe dönmesi için bir deneme daha yapacak gücü kalmamıştı.
Metilius’a sarıldı. Aylardır üstesinden gelemediği tükenmişliğini, umutsuzluğunu, neredeyse yaşayan bir ölüye dönüşmüş bedenini kucakladı. “Seni çok seviyorum sevgilim” dedi. Metilius istediklerini yapamadığı, geçmişiyle ve dünyayla tüm bağları koptuğu için yaşadığı tükenmişlik duygusundan bir an kurtularak gülümsedi.
Mehmet Arat, Facebook
mehmetarat@ymail.com
Önceki Öykü:
Mehmet Arat, Yitirdiğim Anılar,
http://blog.milliyet.com.tr/yitirdigim-anilar/Blog/?BlogNo=351792
1. Meera Senthilingam, Body maps reveal the bacteria and chemicals lurking on skin,
http://edition.cnn.com/2015/04/09/health/3d-map-human-skin-bacteria-chemicals/
2. Autodesk Research: Project Cyborg,
http://labs.blogs.com/its_alive_in_the_lab/2013/04/autodesk-research-project-cyborg.html
3. John Poppleton,
https://www.facebook.com/JohnPoppletonUVArt/
4. Mehmet Arat, Met’in Teni,
http://blog.milliyet.com.tr/met-in-teni/Blog/?BlogNo=525238