“Bir hayatım tamamlandı, şimdi başka biri başladı.” (Tolstoy, Diriliş)
Nabokov’un aktardığına göre Tolstoy’un, yaşlılık yıllarında canı hiçbir şey okumak çekmez, artık yorulmuş, bıkmıştır. Sadece tek bir romanın kendisini heyecanlandırdığını söyler, kitabın adı, Anna Karenina’dır. Klasikler böyledir; insan kendi yazdığına bile yabancılaşıp onu yeni bir eser gibi okuyabilir. Sıradanlığa, rutine ve yaşamın olanca acımasızlığına karşı panzehirdir Gogol’ün, Dostoyevski’nin, Tolstoy’un, Turgenyev’in, Çehov’un eserleri. Edebi sanatın amacını sıradanlık ve tekdüzelikten kurtuluşta bulan Viktor Shklovsky’ye göre klasikler bu edimi, yabancılaştırma ile yapar. Yabancılaştırmanın iki işlevi vardır: Gündelik yaşamda yitip giden duyumsamaların sanat yoluyla yeniden kazanımını sağlamak ve sanat geleneğinin sürekli yenilenmesine hizmet etmek. Tolstoy’un, kendi kitabını yeniden diriltmesini de burada aramamalı mı öyleyse?
Pelevin’in şapkası
Yabancılaştırma yönteminde, yeni çarpıcı deyişler icat edilir, anlatı parodiye yaslanarak sanatsal teknikleri vurgulanır. Nitekim çağdaş Rus yazarlardan Mariya Vardenga ‘Yazar Pelevin: Yeni Edebiyat Konusunda Bir Ders’ adlı öyküsünde, devrim sonrası ülkesindeki edebiyata yaklaşımı ironize eder. Bir edebiyat öğretmeninin öğrencilerle diyaloğunun esas alındığı öyküden ülkenin yeni yazın ikonunun Viktor Pelevin olduğunu, gençleri, televizyon ve internet bağımlılığından nasıl kurtardığını öğreniriz: “Böylece, çocuklar, anlamış bulunuyoruz ki, Pelevin, sosyalist düzen-budizm olarak belirleyebileceğimiz yeni formasyonda sosyal realist bir yazar. Çernişevski’nin sanat metodunu yeniden gözden geçirdikten sonra, yazar bize alışık olmadığımız bir formda, olmak ya da olmamak, ne yapmalı, suçlu kim gibi, ebedi soruların yanıtıyla ilgili ipuçları veriyor. Evde yazarın buluşu üzerinde düşünün çocuklar. Şimdi, haydi diskoteğe!”
Vardenga, parodiye başvurarak, bir yandan ‘taklit’ ettiği edebi arkaplanın biçimsel özelliklerini vurgularken diğer yandan mizahı kullanarak yazınsal geleneği canlı tutar; tıpkı Pelevin gibi… Zira Viktor Pelevin’in, Homo Zapiens’te kapitalizmin yeni yeni yeşerdiği, kokainin, mafyanın ve serbest pazarın eni konu yerleştiği Rusya’yı anlatır bize. Bir yüzyıl içinde iki sarsıcı devrim yaşamış, büyük bir imparatorluğu kurup kaybetmiş, uzayı fethetmiş ama kendi ülkesini fethetmekte başarılı olamamış bir ulustur bu. Zalim bir zekâyla yazdığı bu romanında televizyon çocuklarını, seyirci kalmanın anlamı üzerine düşünmeye çağırır Pelevin. İç savaşta ölen ve sonradan Rus folkloruna mal olan Çapayev’i tema edindiği Buda’nın Serçe Parmağı’nda yine ironik üslubuyla Rusya’nın içine düştüğü boşluğu çırılçıplak göz önüne serer; Böceklerin Yaşamı’nda klasik Rus edebiyatının yeraltı insanına gönderme yaparak duyargaları tüm tehlikelere açık karıncaları, kızböceklerini, kozasında kıvranan krizalitleri ve ışığa uçan pervaneleri anlatır. Omon Ra ise Sovyet Uzay Programı üzerine acımasız bir hicivdir. Pelevin’den etkilenen çağdaş yazar Sergei Lukyanenko da fantastik türdeki Night Watch, Day Watch ve Dusk Watch’da, internet bağımlılığı üzerinden günümüz Moskova’sını anlatır. İlginç yanı kahramanlarının vampir oluşudur; Kızıl Meydan ve vampirler, Rus Balesi ve vampirler… Anlaşılan, klasik dönemin yazarları “Gogol’ün paltosu”ndan çıktıysa, günümüz yazarları da siberçağın üstadı Pelevin’in şapkasından çıkacaktır!
Marksist düşünür Bakhtin biçim ve üslup kaygılarına kuşkuyla yaklaşan çağdaşı Lukacs’dan farklı olarak biçimi de önemser. Ancak biçimsel değişimleri, keyfi teknik oyunların değil, yeni görme biçimlerinin sonuçları olarak değerlendirir. Peki nedir bu yeni görme biçimleri?
Tolstoy’un başyapıtı Diriliş’in kahramanı Nehlûdov’un ikinci yaşamındaki yenilik, başka yaşama koşullarına uymasından çok, o zamandan başlayarak onun için her şeyin bambaşka bir anlam almasından ileri gelir. Yeni Rus yazarlar da bir yandan geçmişin izleriyle uğraşırken yeni yaşam koşullarında değişen mânâları bulma uğraşındadırlar.
Devrim sonrası çözülme
Romanı “günlük konuşmaya karşı örgütlü bir şiddeti” temsil eden tür olarak addeden ve analitik yöntemleri günümüze dek geçerliliğini koruyan Rus Biçimcileri’nin etkisi, 1930’da Stalin tarafından yasaklanıncaya dek sürer. Stalin’in ölümünden sonraysa bir ‘çözülme’ dönemi başlar; baskıların gevşediği, yeni bir çağın başladığına dair duygulanımlar ağır basar. Çözülme imgesi, liberal bir iyimserlik eğilimidir şüphesiz. Ancak devrim sonrası yazılan romanlara baktığımızda Sovyetler’in geçirdiği değişim, hiç de iç acıcı bir atmosfer sunularak anlatılmaz. Buna mukabil, yepyeni teknik arayışlara gidilir; postmodernizm kendini güçlü biçimde hissettirir, uzun yıllar Rus edebiyatında ‘hayat öğretmeni’ görevini yürüten yazar, görevini bırakır, simgelerle yüklü bir anlatıma rastlanır. Yayımlanışından ancak yüzyıl sonra dilimize kazandırılan, simgeci Rus yazar Andrey Belıy’in ünlü romanı Petersburg, 20. yüzyıl Rus edebiyatının arayışlarına önemli bir kaynaktır. Ekim Devrimi öncesi Petersburg’da geçen roman, devrimle de karşı-devrimle de, devrimciyle de karşı-devrimciyle de dalga geçer. Fakat hepsinden önce, Ataol Behramoğlu’nun belirttiği gibi, resmî, kanıksanmış, basmakalıp olanın üstündeki hastalanmış deriyi acımasızca çekip çıkarır… Goncourt ve Médicis ödüllü Andrey Makine de Bir Sovyet Kahramanının Kızı’nda, Sovyetler Birliği’nin, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana geçirdiği köklü değişimleri, bir Rus ailesinin dramı çevresinde işler. İdeallerin ölüşünü, uğruna savaşılan değerlerin çöküşünü, değişime ayak uyduramayarak yitip giden bir kuşağı lirik üslubuyla anlatan Makine, birçok eleştirmen tarafından Nabokov’la kıyaslanır. Modern çağın büyük üslupçusu Nabokov da bir anka kuşu gibi devrimin ve sürgünün ateşinden ve küllerinden doğmuştur. İnsanın ikizi temasını, çıldırışı tüm eserlerinde işleyen yazarın kitapları, bireyleşememiş yeni çağ insanının dramını aktarır.
G. Orwell ve A. Huxley’in esin kaynağı, kuşağının en radikal yazarı Yevgeni Zamyatin, Onlar ve Biz adlı romanlarında, totalitarizm tehlikesine işaret ederek, anti-ütopyayı radikal bir eleştiri silahına dönüştürür. Komünizm sonrası edebiyatta nesir, gündelik yaşamın bunalımını, gerçeğin parçalanmasının yollarını yansıtmak isteyen mitolojik bir gerçekliğin yollarını arar. Çağdaş Rus edebiyatında en çok görülen türlerden biri de bir özgürlük vaadi öneren bilimkurgudur. Harap olmuş bir ülke temeli üzerine fabl ve bilimkurgu arasında bir eser olan ve belleği yok olmuş bir otomat insanı anlatan Gün Uzar Yüzyıl Olur’da (Cengiz Aytmatov) modern dünyanın, insanı çılgınca yok edişi anlatılır. Ki çağdaş Rus yazarların karakterleri ya çok kiniktir ya da çılgın. Andrey Kurkov Buz Üstünde Piknik’te yalnızlıktan bunalan, sonunda çalıştığı hayvanat bahçesinden bir pengueni kendine arkadaş seçen Viktor’un kaosuna odaklanırken; bilimkurgu edebiyatının önemli ismi Arkadi ile Boris Ştrugatski kardeşler Yokuştaki Salyangoz’da, insanca bir yaşamın hasretini çeken iki entelektüelin öyküsünü karanlık bir orman atmosferinde aktarır. Anatoliy Vasilyeviç’in Gogol’ün Kafası ise çeşitli ülkelerde ve zamanlarda geçen fantastik olayların, kafalarla bağlantı kurularak anlatıldığı bir romandır. Genç kuşak yazarlardan Aleksandr Ikonnikov’un Lizka ve Erkekleri romanı, ‘kadın’ endeksli bir yeni dönem anlatısıdır. Günümüz Rusya’sında özgür ve bağımsız olmaya çabalayan Lizka’nın hayatına giren tüm erkekler, Rusya’nın ta kendisidir aslında. Ya Rusya’nın kadınları kimdir?
Rus kadın edebiyatı 1900’lerin ikinci yarısında eserler veren Zinaida Gippius, Teffi ve Anna Ahmatova dışında kadın yazara rastlanmaz. 1907’de ilk Oset kadın yazar Roze, Gedı Leg (Yalancı Adam) adlı komedi türü piyesinde ve pek çok makalesinde kadınlara seslenerek başlık parasına karşı çıkmalarını, kendilerini sattırmamalarını öğütler. Dönemin romantik şairi Marina Tsvetayeva da kadınlara seslenir, ancak Stalinci devlet anlayışı tarafından dışlanarak Sibirya’ya sürgüne gönderilir. Bağımsız bir kadın olduğundan mülteci olarak yaşamakta zorlanır ve 1939’da tekrar SSCB’ye döner, fakat yoksulluğa ve aşağılanmaya dayanamayarak kendini asar. ‘Kaçmayalım Cehennemden’ adlı şiiri, makus talihine dair trajik bir umudu barındırır: “Kibar kızlar, benim sevgili kız kardeşlerim, / Emin olun bulacağız kendimizi cehennemde!”
Bir Büyük Aşk ve Kızıl Aşk adlı kitapları dilimize çevrilen Alexandra Kollontai, eserlerinde savaş sonrası dönemin cinsel yaşamının psikolojik irdelemesini yaparken Eşlik Eden, Kara Acı, Uşak ile Yosma adlı kitaplarıyla tanınan Nina Berberova da aşktan ve göçün getirdiği acılardan söz eder. Hayatından damıttığı kahramanlarının mutsuzluk, yoksulluk ve yoksunluğa karşı tek silahı vardır: Korunan ve savunulan bir yalnızlık, geleneksel Rus ruhunun kinizm ve nihilizmi. Bu iki özellik Berberova’nın kahramanlarını ayrıksı kılar. Dostoyevski’ye özgü ruhsal bir yeraltından çıkan, metafizik boyutları içinde amansız yaşamı simgeleyen Astaçev Paris’te ‘nin yanı sıra Mozart’ın Dirilişi’nde, İkinci Dünya Savaşı arifesinde kendi halinde, duyarlı bir kadının karanlıkla savaştaki ümidine tanık oluruz. Çünkü Berberova da Julia Voznesenskaya gibi sürgünlüğü yaşamış ama umudunu hep yüksek tutmuştur. Sovyetler’in ilk bağımsız kadın kulübü Maria’nın kurucusu olan Voznesenskaya, Kadınlar Dekameronu’nda, Leningrad Doğumevi’nde bir araya gelen değişik kesimden on kadının birbirlerine anlattığı öyküleri aktarır. Aşk, bağımlılık, kadın erkek ilişkilerine ilişkin deneyimler, Sovyetler Birliği’nin de genel tablosudur.
Genç yazarlardan, Çehov’un mirasçısı Liyudmila Ulitskaya, Yoksul Akrabalar’da, Rus toplumuyla ilgili gerçekleri çok az çağdaşının betimleyebildiği şekilde açığa sererken 1996 Medicis Yabancı Roman Ödülü kazanan Soneçka, 1930’larda Sovyetler Birliği’nde yaşanan kargaşadan, ev içi yaşamın tekdüzeliğinden edebiyata sığınarak kaçan küçük Sonya’nın dünyasına götürür bizi. Rusya’da ‘best seller’ olan, Irina Denezkina’nın Bayan Ölüm Chat Odasında, on ilginç öykünün toplamıdır: İlk cinsel deneyimler, müzik, alkol, hızlı değişen ve bazen de paralel yürütülen ilişkiler… Ünlü polisiye yazarı Alexandra Marinina, Stilist’te yine 90’ların Moskova’sını zemin alır. Yaşları on dört ile on yedi arasında değişen ve tümü de eşcinsel olan erkeklerin ölümünü araştıran kadın dedektif Anastasia Kemanskaya, tutkunu olunacak bir tiplemedir gerçekten. Rus asıllı Türkiyeli yazar Ludmilla Denisensko da Bir Erkek Sevdim O Yoktu, adlı öykü kitabında kadın-erkek çatışmasını tema edinir. Bir teşbih ustası olduğu kadar güçlü bir kadın duyarlığına da içkin olan Denisenko’nun öykülerinde, hayatların yerle bir oluşları kadar yaraların otandıklarına da şahit oluruz.
Derin bir yalnızlık
Adını öykü, masal ve tiyatro oyunlarıyla duyuran Bir Numara ya da Başka Olanaklar Sunan Bahçelerde adlı eseriyle Rusya’da şiddetli tartışmalara neden olan Lyudmila Stepenovna Petruşevskaya ise günümüz Rus edebiyatının en önemli kadın yazarı. Sosyalist gerçekçilik yerine postmodernizmi benimseyen Petruşevskaya, eserlerinde yarattığı Rus kadını imgesiyle geleneksel idealleri alt üst ettiği için büyük tepki görür. Petruşevskaya’nın eserlerinde kadın, edebiyatın konusu olmaktan çıkarak edebiyatın sesi olmayı başarır ilk kez. Nitekim kadın hep erkeğin bakış açısıyla algılanmış, Puşkin’in Yevgeni Onegin’indeki fedakâr Tatyana, Rus kadına rol modeli olmuştur. Petruşevskaya’yla birlikte kadın bir ses, varlık kazanır. Sosyal statüleriyle, fiziki yapılarıyla, karakterleriyle birbirlerinden çok farklı da olsalar, paylaştıkları ortak bir kader vardır bu kadınların: Derin bir yalnızlık! Ama yazı da, işte bu yalnızlık içinden çıkar. Bedenin gerçek yalnızlığı, yazının dokunulmaz yalnızlığı haline gelir.
Hande Öğüt
Yazarın diğer yazıları.
Yeni Rus Yazarlar
BUDA’NIN SERÇE PARMAĞI
Viktor Pelevin, çeviren: Bülent O. Doğan, İş Bankası Kültür Yayınları
BUZ ÜSTÜNDE PİKNİK
Andrey Kurkov, çeviren: Yıldıray Karakiya, İletişim Yayınları
YOKUŞTAKİ SALYANGOZ
Arkadi Ştrugatski, Boris Ştrugatski, çeviren: Selahattin Erkanlı, İletişim Yayınları
STİLİST
Alexandra Marinina, çeviren: Ergin Altay, Merkez Kitapçılık
LİZKA VE ERKEKLERİ
Aleksandr İkonnikov, çeviren: Metin Alemdar, Merkez Kitapçılık
SONEÇKA, YOKSUL AKRABALAR, MEDYA VE ÇOCUKLARI
Liyudmila Ulitskaya, çeviren: Mehmet Özgül, Doğan Kitapçılık
BAYAN ÖLÜM CHAT ODASINDA
Irina Denezkina, çeviren: Barış Konukman, İnkılap Kitabevi
Bir Erkek Sevdim O Yoktu , Ludmilla Denisensko, Heyamola Yayınları
GOGOL’ÜN KAFASI
Anatoliy Vasilyeviç, çeviren: Tansu Akgün, Everest Yayınları (yayıma hazırlanıyor)