Sanat yapmak için her gün çabalayan onlarca insan kent sokaklarını dolduruyor, sonra da hayatın gerçek sorunlarıyla başetmeye çalışırken, hayallerinden vazgeçiyor. Ekonomik yaptırımların en çok hissedildiği anlar, işte bu umutsuzluk dolu günler olarak herkesi olumsuz etkiliyor. Ekonomi ve sanat birbirine karıştırmamalıdır. Bu etik ve güzel olan eserleri kötü etkiler. Hep bu değerler ile öğrenildi, üretim ve sonrasında gelen aşamalar, ancak günlük akış için bu öğreti eksik kalıyor.
Hepimiz güzel insanlar olmak için çabaladık. Güzel öyküler yazıp dünya için haykıran filmler çekmek istedik. Bugün evden çıkıp okula, işe bile gitmek istemiyoruz. Mutsuzluk bir yaşam modeli olamazdı. Yine de daha iyisini ararken, en kötüye maruz kalıp kabul etmek, küresel bir depresyon yarattı. Çözümünü başka yerlerde aramaya gerek yok. En büyük sorun sistem sorunuydu, bunu anlamak da bir çıkışa götürmedi. Şimdi düşününce, ben de kendime soruyorum.
Hayaller ve vazgeçişlerin arasında yok olan yüzlerce insan varken, benim bugün istediğim sanat ortamının doğmasını beklemem, çok mu bencil bir düşünce?.. Eski zamanlar için bir üretimin en büyük sorunsalı, kadın olarak kendine ait bir odanın olması olarak tanımlanmış. Bugün, var olmak dahi ciddi bir durum, düşünün! Kendinizi tanımlamanız ve yazmanız yetmiyor. Daha iyi metinler, daha iyi filmler, daha yüce eserler nasıl çıkabilir? Tutun ki siz bir şekilde, o üretimi gerçekleştirdiniz. İzleyici ile nasıl buluşturacaksınız? Bu bir çıkmaz! İfade edeceğiniz ve yeniden doğabileceğiniz hiçbir alan yok. Hepsi bir şekilde başka ellerin tekelinde sürünüp duruyor. Sistemle barışmak gibi bir ihtimal nasıl olabilir? Tüm seçenekleri kabul de etsek, politika ve ekonomi bocalamasında, kendi içimize çekilip yok olma sürecini bekliyoruz. Korkuyoruz. İnsan hayallerini bir kere kendi eliyle öldürürse, geriye dönecek bir sebep de bulamaz. En büyük, en acınası ruh hali işte burada başlıyor.
Ölüm bile artık korkutmuyorsa insanları, varoluş üzerine hiç düşünmeyenler oturup da biz şimdi gerçekten ne yapabiliriz noktasına geldiyse, bu iyi bir dönüşüm gibi görünebilir. Gerçek bunun çok uzağında, bizler bugün bunu biliyoruz. Küresel depresyon tehlikeli ve acil çözülmesi gereken bir sorun, diğer meselelerin de önünde bir durum olarak kabul edilmek zorunda. Bugün bunları ciddiye almazsak eğer, yarın düşünmemiz için çok geç olacak.
Otorite her coğrafya için, kendini farklı gizemlerde gösterir. Dünyanın klasik tarihi aslında bir diğerleri ve biz arasına çizilen ince, renkli çizgiyi hizalama mücadelesinin hikâyesidir. İnsanlar, şüphesiz ki otoriteler altında hırpalanan, genellikle aşırı hamlelerin düşkün kişisi olarak mağdur sıfatını zorla alırlar. Mağduriyeti yaratanların, kadınları sistemin dışına itilme mecburiyetinden kaynaklanan bir ters savunma mekanizmaları vardır. İlginç olan her koşul altında bir cevaplarının olmalarıdır. Her cevabı olanı doğru kabul etmek mümkün değildir. Akıl dışı yaptırımlar ve hatta koşulsuz kabullenmenin getirilerince kötü sonuçları olacaktır.
Dünyanın canlılarının ihtiyacı olan tek şey sevgidir, diye söylendiğiniz zaman sizin bir hayalperest olduğunuzu düşüneceklerdir. Siz o kimseleri ciddiye almayın. Onlar, henüz yaşamın gizemlerini ve derinliğini kavrayamamış bencil insanlar olarak kabul edilmelidir. Ne kadar yazıktır ki dünyamızın büyük bir bölümünü o insanlar oluşturuyor. Şu dünyanın haline dönüp tekrar bakın! Tekrar bakın, bunu sık sık tekrar edin. Dikkatlice izleyin. Hassas bir zekâ dengesinin pratik olarak hiçbir düzenleme yapmadığını göreceksiniz. Yönetimlerde oluşan dengesizliği tersine çevirmek için harekete geçmenin tek sonucu eylemsel bir sonuç yaratmaktır. Burada önemli olan ‘eylem hali’ nasıl olursa etkili bir sonuca ulaşır sorusuna aranacak cevap olmalıdır.
Yönetim sistemlerinde fazla deneme yanılma yöntemine yer yoktur. Sorun temsil edilen kitlenin niteliğinin yeterli olmadığı noktada oluşmuş olmasıdır. Yönetimin yalnız hissettiği her bölümde birilerine danışmak, demokratik bir hamle olarak kabul edilemez.
Kadınları ne kadar tanıyorsunuz, bilmiyorum. Bir kadın baskı ve şiddet uygulamadan gereksiz telaş yaratmadan küçücük bir çocuğun zihnini karanlık fikirlerden arındırabilir.
İnsanların, küçümsediği mucizeler tam olarak umutsuzluk halinde yeniden doğarlar. Eylem ve eylemsizlik bir seçim olarak kabul görülebilir. Herhangi bir ‘erk’ tarafından kadın fikrinin yok edilmesi düşüncesi akıl dışı olsa dahi anlaşılabilir görünüyor. Uzun yılların bir getirisi olarak bir düzen çizilmiş ve bunun sonuçları hızlıca değiştirilemiyor. Anlaşılamaz olan, bir kadının başka bir kadın karşısında düşmanca duruş sergilemesidir. Akıl tutulmasının yaşandığı en değişik durum olarak kabul edilebilir bu.
Tüm bu küçümseme ve yok sayma durumunu yaratan temel sebep nedir? Korkunun derinlerine indiğimiz zaman bu durumu daha sağlıklı tahlil etmek mümkün olabilir. Kadın özgürlüğü ve düşünce sistemine müdahale ev içinden başlar. Bu asla kaçınılmaz ve acınası bir sondur. Birey olarak, kadının kendini ve cinsel kimliğini belirlemesinden sonra, özgür olarak kendini ortaya koyması zaman isteyen bir süreçtir. Sosyal hayatında yaşadığı ilişkilerin iniş ve çıkışları o bireyin kararıdır.
Aşk ve evlilik üzerine yapılan tüm konuşmaların sonucu, aşk yaşarken tükenir, evlilik ise zaten bir tükenme sürecine gönüllü olarak başlamaktır. Tüm bu sıralanmış koşullar içerisinde, kadın bir evlilik takvimi belirlemeye çalışırken, ilk aşamada arada kalan olacaktır. Henüz ortada bir durum yokken dahi, her açıdan saldırılara maruz kalacaktır. Hazır olup olmaması çok önemli değildir. Koşullar uygun duruyorsa eğer, evlilik gerçekleşebilir. Ruh eşi vardır, onu bulana kadar beklemeniz gerektiği masalları sadece evliliği teşvik etmek adına yazılan mevsimi geçmiş ütopyalar olarak hayatımızda yerini alırlar.
Evlilik bir iş anlaşması gibi görülebilir. İlk zamanlar her şey çok hoş ve sevilesi görülecektir, daha sonra bireylerin gerçek kimlikleri ortaya çıktığında kişilerin kendilerini değiştirmeye çabalama ve çoğu zaman da başarısız olma durumlarını gözlemleriz. Bir arada olabilmek için birilerinin onayına ihtiyaç duyduğunuz zaman tam olarak bir iş anlaşmasına imza atmış olursunuz. Kendi öz benliğinizi asla tamamlayamadığınız gibi bir de değişmeye başlarsınız. Bu değişim sizin isteğiniz üzerine gerçekleşmez, genellikle zorunlu sürecin getirdiği bir sonuç olarak karşınıza çıkar. Hikâyelerden başlayarak anlatılan kahramanlık tanımlamalarının tamamının erkek olması tesadüf değildir. Elbette toplumsal hayatın yansımalarında büyük ayrımlar gözlenmektedir. Kadın olarak ya da erkek olarak kodlanan bireyler, farklı bir deneyime kapalı kalmak zorunda hissederler. Görevler ve sorumluluklar bu bilince göre şekillenir. Tüm bu sorunsalları alalım, hepsi bir arada daha da tehlikeli görünüyor.
Kadın olarak var olmayı başarabilmek.
Kadın olarak sanatçı olabilmeyi düşünmek.
Popülarite ve otorite ile uzlaşmayı öğrenememek.
Toplumsal kodların dışında kaldığınızda dışlanmaya hazır olmaya alışamamak.
Merve Balcıoğlu
merveb073@gmail.com
Yazarın diğer yazıları.