Erdem Yalanı
Süslü sözlerin, ağdalı bir dilin gerçekte hangi amaçla kullanıldığını hiç düşündünüz mü? Edebiyatın neden var olduğunu veya neden yüksek perdeden cümleler savurduğumuzu biliyor musunuz? Peki bizlere erdem diye yutturulan bütün o kavramların içinin boş olduğunu hiç düşünmediniz mi? Neden insanların laf cambazlığı yaptığını hiç merak etmediniz mi? Burada yazdıklarımı okuduğunuza göre artık merak ediyorsunuz.
Erdem sandığımız her olgunun aslında birer uyutma ve kullanma çabası olduğunu; bu olguları işlevli hale getirmek için başvurulan yolun ise edebiyat olduğunu umarım fark etmişsinizdir. Eğer fark etmediyseniz yeni bir dünyanın kapılarını açmak üzere sizi alttaki paragrafa davet ediyorum.
Edebiyat, büyük bir kandırmacadır; süslü sözlerle uyutma sanatından ibarettir. Temel mantık ise başarılı insanlara yetişemeyen diğer insanların, başarılı insanların yanında aciz, zavallı ve biçare görünmemeye çalışmasıdır. Hayatlarımızı yönlendiren her toplumsal kural mutlaka başarısız bir insan tarafından uydurulmuştur. Bu insanlar çalışmak, uğraşmak ve kazanmak yerine süslü sözlerle başarısızlıklarını maskelemiştirler.
Bu maskeleme tekniklerini kullanan ve böylece sorumluluklardan kaçan insanların hayatlarımıza soktukları kalıpların bazılarına şöyle bir bakmak konunun anlaşılması hususunda hepimize yardımcı olacaktır.
Birinci örneğimizde adalet ve intikam kavramlarını ele almayı düşünüyorum. Çünkü her ne kadar farklı olduklarını düşünsek de adalet ve intikam birebir aynı anlama gelir. Adalet, intikamın meşrulaştırılmış halidir. İnsanların içgüdülerinde her zaman intikam alma arzusu yatar. Karşısındaki insandan gördüğü bütün kötü muameleleri yine karşısındakine de yaşatmak ister. Bu insanın doğasında olan bir duygudur ve insan doğası bizleri her daim anarşiye götürür; kuralsızlığa, özgürlüğe ve bağımsızlığa olan arzularımız doğanın tadına baktıkça daha da güçlenir. İntikam duygusu da doğamızın bir parçası olduğu için bu duyguyu tattıkça insan doğasına daha da yaklaşırız ve böylece özgürlüğe ve bağımsız bir yaşama eğilim gösteririz.
Ancak sizin de bildiğiniz üzere toplumda erk sahibi olanlar, kitleleri yönetenler güçlerini kaybetmek istemezler. İşte bu noktada bu güç sahiplerinin başvurabileceği tek bir yol vardır o da insanı doğasından uzaklaştırmaktır. İnsan doğasından ne kadar uzaklaşırsa özgürlük arayışı, yönetime başkaldırma arzusu o derece azalır. Bunun sonucunda da yönetilmek için can atan bir temiz vatandaş elde edersiniz.
Fakat intikam arzusu dinmez. Çünkü insan, kendi doğasından kaçamaz. İktidarda olan kesim, doğanın insanlara sürekli olarak fısıldayacağını bilir. Bu yüzden de bir yandan filmlerle, kitaplarla, felsefeyle ve sanatla intikam mefhumunu kötülerken bir yandan da intikam arzusunu tatmin edebilecek bir başka sistemi yürürlüğe sokar: Adalet.
Adalet; intikamın iktidar elinde olan halidir; hem doğal intikam arzunuzu tatmin eder hem de hala sizi yöneten gücün bir kölesi olarak kalırsınız. Doğanızı da gücün ellerine teslim edersiniz ki bu tam olarak erk sahiplerinin istediğidir.
Bu konuda biraz önyargılı olanlar için küçük bir örnek vermek isterim. Adaleti gerektirecek bir durum hayal edin; bir cinayet, bir hırsızlık, bir gasp, bir istismar… Suçlu insanı adaletin kollarına teslim etmenin en büyük argümanı toplumsal kaosu önlemektir. Bunu da devre dışı bırakmak adına suçlu insanı toplumdan dışlamayı bir ceza seçeneği olarak sunalım. Yani suç işlemiş bir bireyi hapis cezasıyla cezalandırmak yerine onu toplumdan uzak tutacak önlemler alacağımızı söyleyelim ki böylece bir daha aynı suçu bu toplumda işleyemesin. Böyle bir durumda adaletin gerçekleştiğini mi söylersiniz yoksa o suçlu insan için “yaptığını yanına mı kalacak?” dersiniz?
İşte o “yaptığı yanına mı kalacak” argümanı adalet değildir, intikam arzusunun bir dürtüsüdür. Gerçi adaletin de intikam olduğunu söylemiştik ama yine de sizin adalet anlayışınıza göre değerlendirdiğimizi varsayıyoruz.
İlk örnekte de gördüğümüz üzere kirli ve pis intikam sözcüğü yerine adalet gibi pırıl pırıl, bakanlık onaylı süslü bir sözcüğü seçiyoruz. Çünkü güç sahipleri bir toplumsal isyan durumunda birer birey kadar güçlü olabilecektirler ve bu güçsüzlüklerini ve acizliklerini süslü bir sözcükle saklamışlardır.
İkinci örneğimizde ise bencillik ve fedakarlık üzerine konuşacağız. Bencillik yine insan doğasında olan bir başka mefhumdur. Hayatta kalmak için insanın kendi menfaatlerini düşünmesi tamamen doğal bir tepkidir ve her doğal özelliğimiz gibi bencilliğimiz de ayıplanır, aşağılanır ve sindirilmeye çalışılır.
Yine o erk sahipleri, diğer insanların kendilerine (iktidara) hizmet etmesini ister. Diğer insanların kendileri (iktidar) için çalışmalarını arzularlar; onları her türlü tehlikeden korumalarını ve arzu ettiği her şeyi kendilerine sunmalarını talep ederler.
İşte bencillik duygusu iktidarların bu talepleriyle çelişir. Bunun yerine güce hizmet eden fedakarlık kavramı daha işlevseldir. Otuz yılını halkın dolayısıyla iktidarın –çünkü iktidarın devamlılığı halkın yaşam kalitesine bağlıdır- hizmetine adamış bir insanlar onurlandırılırlarken, kendisinden başkasını düşünmeyen insanlar ise kötülenir, aşağılanır ve toplumdan dışlanırlar.
İşte sanatlı anlatımın, felsefe yapmak olarak adlandırılan laf cambazlığının devreye girdiği yer tam olarak burasıdır. Sanat, edebiyat ve felsefe bu noktada fedakarlığı över. Fedakarlığı aşkla ve sevgiyle özdeşleştirir ve onu diğer insanlara değer verdiğini gösterme yolu olarak tanımlar. Böylece siz saf saf sevginizi göstermeye çalışırken iktidarın sizi kullanma planına hizmet edersiniz.
Bir örnek de gösterişten gelsin, daha doğrusu kibir ve alçakgönüllülük. Her insanın dikkat çekmek gibi bir arzusu vardır. Değer görmek ve sevilmek isterler ve böylece güç elde etmenin verdiği zevki tadarlar. Ancak erk sahipleri, iktidarlarının tehlikede olmasını istemezler, güçlerinin devamlılığı onlar için en önemli meselelerden biridir.
İktidar, koltuklarının tehdit altında olmasını engellemek amacıyla insanların, gücün zevkinin farkına varmalarını önlemek isterler. Bu noktada kibrin önüne geçmeleri gerekir çünkü toplumda kibre karşı bir önyargı olmazsa kibir sahibi insanların bu kibri taşıyacak donanımda olmasına istinaden sevilecek ve değer verilecek insanlara dönüşmeleri kaçınılmaz olacaktır. Bu yüzdendir ki kibre karşı bir önyargı oluşturulmuştur. Böylece yapabildiklerinden bahsedemeyen insan toplumdan ilgi görmez ve bu ilgi, sevgiye ve değer görmeye dönüşmez. Bu durumda o değerli olma durumu da güce evrimleşmez.
Bu noktada güç sahipleri yine felsefeyle, edebiyatla ve sanatla insanlara şunu dikte eder: “Alçakgönüllülük erdemdir.” İşte tamamen insan doğasına aykırı bir mefhumu süslü sözcüklerle meşrulaştırma örneğidir bu cümle. İnsanların güç elde etme arzusundan uzak durup, güce hizmet etmeleri için gerekli ortamı hazırlamak adına uydurulmuş ve hiçbir mantıksal dayanağı olmayan bu cümleyle aynı zamanda diğer insanların da arasında bir kargaşa oluşması engellenmiştir. Çünkü alçakgönüllülük erdemdir denmeseydi bilgili ve kültürlü insanların kibirli olması engellenemezdi ve insanların kıskançlıkları bir kaos ortamı yaratırdı. Bu da iktidarın işini zorlaştırır, gücün devamlılığını tehlikeye sokardı.
Hiçbir şekilde çabalamadan sadece kelime oyunlarıylasorumluluklardan, yükümlülüklerden ve çalışma disiplinlerinden kaçmaya çalışan insanların başarılı insanları kıskanmaları nedeniyle ayrıca başarılı insanların kibirlenmelerini engellemek ve kendi eksikliklerini gizlemek için başvurdukları yol da yine bu alçakgönüllülük kavramıdır.
İktidar genelde ağzı laf yapan insanlardan oluşur. Çünkü dediğimiz gibi çabalamak yerine süslü cümleler kurmak ve böylece acizliklerini saklamak iktidarın bir numaralı silahıdır. Güç sahipleri, toplumu göz önüne alırsanız güçsüz ve zavallıdırlar çünkü güçleri dışında sıradan bireydirler. Bütün o erdem cümleleri sadece ağzı laf yapan bu zavallıların ezilmeye davetiye çıkaran davranışlarını kotaran ucuz ve içi boş cümlelerinden ibarettir.
Sonuçta erdem olarak bildiğimiz her kavramın kötülenen bir başka kavramın meşrulaştırılmış hali olduğunu ve erdem addedilen her davranışın aslında insan doğasına aykırı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Erdem denilen kavramınsa güç sahiplerinin, sistemin bir illüzyonudur; halkın özgürlüğe, bağımsızlığa ve başkaldırıya eğilimini engellemek için söylenen yalanlardır.
Yazan: Serhat Çolak
colakserhat@hotmail.com
İyiler Bencildir
İnsanlar çevrenin baskısıyla onların iyi kavramlarına uymaya zorlanır. Kabul edilen, standart, olağan iyilik kavramlarını kendi karakterlerimizle örtüştürdüğümüzü varsayıp iyilerin bencil olduğu konusuna değinelim.
İnsanlar hayatta daima çıkarları için yaşarlar. Sosyal düzen bir anlamda vahşi bir arenadır ve insan hayatta kalacak yeterlilikte bencilliğe sahiptir. Ancak bu bencillik kendisini her noktada gösterir. Ağızlarınızdan bencilleri yeren sözcükler dökülürken bile kendi benliğinize hizmet edersiniz ki bunun adı da bencilliktir zaten. Sonuçta kötü addettiğiniz insanların en büyük karakteristik özellikleri olan bencilliğin sizin en büyük silahınız olan iyilik ve yardımseverlik kavramlarınız üzerine etkisini göstereceğim sizlere.
İyiliklerin karşılıksız olduğuna dair bir inanç vardır toplumlarda. En süper iyilik karşılıksız olandır güya. Fakat karşılıksız iyiliğin olamayacağını gösterecek deliller var elimde. Hazır olun. Açıklıyorum.
İyilik yaparken ortalama bir insanın iki kazancı vardır:
1. Yapılan iyiliğin sonunda hissedilen o rahatlama, ferahlama duygusu ki bu herkes için ortaktır.
2. Dini bir inancınız varsa bunun adı sevaptır.
Öncelikle her kazancın maddi olmadığını bildiğinizi varsayıyorum. Zira sevap kazanmak bir tür manevi çıkardır. Zaten Tanrı’yla cennet ve cehennem pazarlığı yapmış insan topluluğunun karşılıksız iyilik yapamayacağı konusunda itiraz eden olmaz. Tanrı, inanın cennete yollarım, en olmadı cehenneme gitmezsiniz, diyorsa ve insanlar bunun için inanıyorsa burada pragmatizmin keşif kokusunu alabilirsiniz. Dini hassasiyeti olan insanların bu noktada sinir küpü olduğunu bildiğimden ve “hayır o öyle diiil bi kere” ile başlayan cümlelerinin önünü kesmek açısından tek soru soruyorum: Cennet ve cehennem olmasa tanrıya kim inanırdı ya da inanma ihtiyacı hissederdi? Sırf yanmamak veya lezzet diyarında zevk köşelerini kapmak için inandıkları bir Tanrı olduğu sürece bu insanların bencillikleri konusunda şüphe duymamamız gerektiğini görmemiz en doğrusu olacaktır.
İlk ve daha kapsamlı olan maddeye dönüyorum. Yapılan iyilik karşısında her zaman bir duygu hissederiz. Biraz rahatlatıcı, biraz ferahlatıcı ve sanki nefessiz kaldıktan sonra bir anda derin bir nefes almak gibi bir duygu. Zaten bu duyguyu yaşayınca sert bir nefes bile veririz. Adına huzur dediğimiz bir kadınla sevişiriz adeta. Size iyi hissettiren şey ise yaptığınız iyiliğin doğru bir şey olduğunu ve bu doğru şeyin doğruluğunun toplum tarafından tescillendiği yönündeki kanaatinizdir. Doğru görülen davranış ödüllendirilir. Yani toplumdan bir aferin alırsınız ya da toplum tarafından alkışlanırsınız. İnsanlar sizi sever, yüceltir. Bencillik buradadır zaten. Yapılan iyilik birine yardımcı olmak adına değil toplumdan aferin alma adınadır. Bu aferin din tarafından da verilebilir. Zaten bazı iyiliklerin saklı kalmasındaki temel mantık din bunun saklı kalmasını söylediği içindir ve siz ona uyup dini bir aferin alırsınız.
İyilik yaptığınız insanın ne durumda olduğu sizin canınızı yakar. Onu öyle can yakan, sizi üzen durumda görmek istemezsiniz. O insanlara yardım etmenizin onların sorunlarına çare olmakla alakası yok. Tamamen o tabloları görmeye tahammül edememe ve toplumsal ödüllendirme içindir. Vicdanınızı susturmaktır. Dilencilere verdiğiniz para sonrası bir iyilik yapmış olduğunuzu hissetmeniz fakat o dilencinin o parayla ne yaptığını umursamamanız, tatmin olduktan sonrasını düşünmemeniz bu duruma en güzel örnektir. Tam olarak bencilliktir.
Hayatımızdan pis, kötü, pespaye görüntüleri silmek ve diğer insanları da bu kirli sahnelerden kurtarıp alkışlanmak, sevilmek için iyilik yaparsınız. İyilik yapılan insanın durumunu umursamaz, düşünmez ve önemsemezsiniz. Her durumda bencilsinizdir. Üzülmeyin, bu yanlış değil. Hayatta kalmak için buna ihtiyacınız var ama kirli bencilliklerinizi de iyilik kisvesi altında sunmak gibi riyakar hareketler yapmayın. Onun dışında bencillik zaten doğanızda, içgüdünüzde var. Sadece bunları kabul edin ve saf saf “ama iyilik karşılıksızdır” gibi saçmalıkları savurmayın. Akıllı olun.
Yazan: Serhat Çolak
colakserhat@hotmail.com