Burhan Günel - Bilgisayar, Jan Darm ve Mecnun
Kendini evde, çalışma masasının sandalyesine oturmuş durumda, bilgisayarın başında buluyor. Çevresine bakınıyor. Yine kuşkulanıyor: Düş mü görüyorum? Hayal mi kuruyorum? Başını iki yana sallayıp durumu saptıyor: Düş değil, hayal değil…
“Bilgisayar ekranında bir göz belirdi, bana bakıyor,” diye mırıldanıyor.
Gerçekten öyle. Güzel bir göz; uzun kirpikli. Sık aralıklarla açılıp kapanarak göz kırpmaya başlıyor. Az sonra yumuşak, güven verici, inandırıcı bir ses beliriyor:
“J tuşuna basınız.”
Efe gülümsüyor. Seviniyor. Bilgisayarın şaşırtıcı işlerinden biri daha! Hemen J tuşuna basıyor. Ding ding dong sesinin ardından, tanıdığı o güzel yüz beliriyor. E ama bu kadar da olmaz artık! Efe çok şaşırıyor. Karşısındaki on bir on iki yaşında gösteren genç kızın sınıf arkadaşı İklim’e çok benzediğini ayırt ediyor. Yüz öne doğru yaklaşıp büyüyünce durum iyice belirginleşiyor; evet onun yüzü bu! Ama giysileri farklı. İklim, günümüzden yüz yıl, iki yüz, üç yüz yıl öncesini anlatan bazı sinema filmlerinden anımsadığı kadınlar ve genç kızlar gibi giyinmiş nedense. Dalgınca uzaklara bakıyor ve uykuda sayıklıyormuş gibi derinden gelen bir sesle konuşmaya başlıyor:
“Benim adım Jan Dark. Ben bir yurtseverim. Vatanım için canımı verdim. Ülkemin düşmanları ateşe atıp yaktılar beni ama ölüler dünyasında değilim. İnsanlığın belleğinde, halkımın yüreğinde, tarihin derinliklerinde, kitaplarda, ansiklopedilerde, filmlerde, tiyatro sahnelerinde, edebiyatta, sanatta, hatta bilgisunar dünyasının sanal ortamlarında bile yaşıyorum… Kısacası, beni öldüremediler aslında; yalnızca gövdemi yaktılar ama kimliğimi, kişiliğimi yok edemediler…”
Bir an susup duraksıyor İklim’i andıran Jan Dark. Sonra yine uzaklara bakarak, sözcükleri ağır ağır söyleyerek, tek tek vurgulayarak yeniden konuşmaya başlıyor.
“Jan Darm adında, çok sevdiğim bir savaş arkadaşım vardı. Son çatışmada düşmana karşı birlikte çarpışmıştık. Birbirimizi çok sevmiştik ama savaş sonunda birbirimizi yitirdik. Daha sonra beni Paris’teki bir meydanda yakmak üzere halkın karşısına çıkardıklarında, kalabalığın arasında onu görür gibi olmuştum. Son karşılaşmamızdı, bir daha görüşmedik. Ben uzun uykuya daldığımdan beri, zavallı dostum, silah arkadaşım, güzel insanım Jan Darm, dünyanın her yerinde beni arıyor. Dağlara çıkıyor, ovalara iniyor, ırmaklardan geçiyor, denizlere açılıyor… Ona seslenemiyorum ama onu görüyor, izliyorum. Belki bize yardımcı olursunuz da birbirimize kavuşuruz. Bu amaçla anlatıyorum başımıza gelenleri. Bir gün yeniden buluşursak, onunla birlikte dalacağız sonsuz uykumuza.”
Susuyor yine Jan Dark.
Yüzünde acı ile özlemin, sevgi ile ayrılığın izleri beliriyor ve hızla derinleşiyor. Jan Dark’ın sesiyle yüzü ekrandan çekilirken İklim’in sesi ile yüzü beliriyor:
“Şimdi size Jan Dark’ın öyküsünü anlatacağım. Bunu yaparken bazı görüntülerden, seslerden, görsel malzeme ve belgelerden yararlanacağım.”
Görüntü yitiyor, ses kesiliyor. Kısa bir aranın ardından görüntüler belirip İklim’in sesi görüntülerin üzerine düşüyor:
“İşte Jan Dark’ın öyküsü…”
Fransa ile İngiltere arasındaki ‘Yüz Yıl Savaşları’ çoktan başlamıştır ve Jan Dark’ın ilk gençlik yıllarında da sürmektedir. Jan Dark on yedi yaşında çok güzel bir kızdır ama erkek kılığına girerek yanındaki altı silahlı kişinin eşliğinde yola çıkar. Amacı, İngilizlerle savaşmakta olan Veliaht VII. Charles’a yardım etmektir. Ona yardım ederek Fransa’yı düşman kuvvetlerinden kurtaracağına inanmaktadır. Bu inanç, Tanrı ile arasındaki gizemli bir iletişimin sonucunda oluşmuştur. Tanrı’nın onu bu amaçla görevlendirdiğini düşünmektedir.
İngiltere ile Fransa arasında 1337 yılında başlayıp 1453 yılında sona erdiği kabul edilen Yüz Yıl Savaşları, İngiltere kıralı III. Edvard’ın Fransa Kırallığı’nda hakkı olduğu savını öne sürmesinden çıkmıştır. Fransa kıralı IV. Philippe’in, annesinin babası, yani dedesi olması nedeniyle Fransa tahtında hakkı olduğunu öne sürerken, başlattığı bu savaşın çok uzun süreceğini ve daha sonra ‘Yüz Yıl Savaşı’ diye anılacağını bilemezdi elbette. O dönemdeki Fransa Devleti bu savı kabul etmeyince savaş başladı. İlk saldırıyı gerçekleştiren İngiliz ordusu 1346 yılından başlayarak pek çok kez Fransız ordusunu bozguna uğrattı ve Fransa’nın bazı bölgelerini ele geçirdi. Bu arada Fransızlar da karada ve denizde yengiler elde ettiler, işgal edilen topraklarını kurtarmaya çalıştılar ve en sonunda başarılı oldular. Günümüzden beş yüz seksen iki yıl öncesine yani 1429 yılına gelindiğinde Fransa tahtının veliahtı olan VII. Charles çok zor durumdadır.
Yüz Yıl Savaşlarını anlatmakta olan İklim’in sesi burada yükseliyor.
“Bakın işte, çadırının içinde kara kara düşünmekte ve dört dönmekte olan VII. Charles’ı izliyoruz şimdi…”
İklim’in sesi görüntülerin üzerine düşmektedir yine.
Çadırın önüne kadar gelip duran yedi atlı, veliahtla görüşmek istediklerini söylüyorlar nöbetçilere. Nöbetçilerden biri durumu iletmek üzere çadıra giriyor ve az sonra geri çıkıyor. Erkek kılığındaki Jan Dark ile en güvendiği arkadaşı olan Jan Darm silahlarını dışarıdaki nöbetçilere teslim edip içlerinden birinin gözetiminde çadıra yöneliyorlar.
“İşte görüyorsunuz, çadırın girişindeki perdeyi aralayıp içeriye süzülüyorlar. Jan Dark ve Jan Darm Veliahtı başlarıyla selamlayıp öne doğru eğilerek şapkalarını çıkarıyor, sağ elleriyle yere doğru indiriyorlar.”
İklim susarken, görüntüdeki Jan Dark konuşmaya başlıyor:
“Sayın Veliahtımız, Fransız ordusuna katılmak üzere beni size Tanrı gönderdi. Onu düşümde gördüm; yoğun bir ışık topu hâlindeydi ve neredeyse gözlerim kör olacaktı. Ona doğru bakamadım bile, yalnızca buyruğunu dinledim. İşte o buyruk nedeniyle huzurunuzdayım. Yanımda silahlı altı arkadaşım daha var, emrinizdeyiz.”
Bu noktada sözü yine İklim alıyor:
“Veliaht VII. Charles, bunun üzerine Jan Dark’a bazı sorular yöneltiyor ve sonunda kendisini kabul edebilmesi için din adamlarının görüşünü alması gerektiğini söylüyor. Birtakım sınavlardan geçirilen Jan Dark’ın arkadaşlarıyla birlikte orduya katılmasına karar veriliyor. Onların gösterdiği üstün başarılar nedeniyle yeni bir heyecana ve dirence kavuşan Fransız ordusu işgal altındaki bazı toprakları geri alıyor. Bu sürecin sonunda, Veliaht VII. Charles’a kırallık tacı giydirildi. Bu oluşumda büyük katkısı olan Jan Dark, İngilizlerin diş bilediği biri durumuna geldi ve yakalanarak bir meydana toplanan halkın önünde diri diri yakıldı. Jan Dark’ın yanından hiç ayrılmayan Jan Darm ise son çatışmada yaralandı ve öldü sanılarak savaş alanında bırakıldı…”
İklim soluklanıyor. Oldukça üzücü olan bu tarihsel öykünün devamını anlatmak için konuşmaya yeniden başlıyor.
“Bir genç kız olduğu hâlde erkek kılığına girerek işgal altındaki vatan topraklarının kurtarılması için savaşan ve sonunda canından olan Jan Dark, zaman içinde bütün dünyada tanındı ve yurtseverliğin örneklerinden biri, hatta simgesi oldu. Bunun yanı sıra, onun yakılmasına ön ayak olan sahte din adamlarının utandırıcı davranışı da insanlık ve uygarlık tarihinde yer aldı. Ne adına ve ne amaçla olursa olsun, insanın insanı yakması, başka örneklerle birlikte Jan Dark’ın da adı anılarak her koşulda kınandı ve genç kuşaklara anlatıldı…”
İklim oldukça yoruldu; yine soluklanıyor.
“Bildiğiniz gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra ulusumuzun bütün saldırgan ve işgalci ülkelerin ordularına karşı verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Jan Dark’ı anımsatan genç kızlarımız, analarımız, ninelerimiz, genç yaşlı demeden tüm kadınlarımız düşmana karşı savaşmışlar, ordularımızı desteklemişler ve başarılı olmamızda önemli katkılarda bulunmuşlardır…”
İklim susunca görüntü buğulanıyor, ekran kararıyor ve bozkırın ortasında yürümekte olan ve neredeyse altı yüz yaşında gösteren, saçı sakalı uzamış, giysileri lime lime olmuş, yorgun bir adam beliriyor. Görüntü netleşince İklim yeniden konuşmaya başlıyor.
“Bu gördüğünüz, yüzyıllardır Jan Dark’ı arayıp duran, Jan Darm adındaki askerdir. Dikkatli bakılırsa, yüzündeki derin yara izi görülecektir…”
Adamın yüzü büyüyerek yaklaşıyor ve tüm ekranı kaplıyor. Gerçekten öyle, yanağında çok eskiden kalma yara izi var. Yara izi birden uzamaya başlıyor; adamın boynunu, sol omzunu geçip yüreğine ulaşınca oradaki derin çizikle buluşuyor ve yürek yarası görüntünün tamamını oluşturuyor. Bu iz, kılıç izi, bıçak izi, kurşun izi değildir; bunların hepsinin yapabileceğinden daha derindir.
Görüntü değişiyor.
Şimdi bozkırda değil çölde yürümektedir Jan Darm. Bir süre yürüdükten sonra, kendini andıran başka bir adamla karşılaşıyor. Durup selamlaşıyorlar.
“Merhaba dost!” diyor Jan Darm.
“Merhaba… Merhaba dostum,” deyip belden eğilerek Jan Darm’ı selamlıyor çölden gelen yabancı.
“Benim adım Jan Darm,” diyor omzunda ilkel bir silah taşıyan yaşlı ve yorgun asker. “Yitirdiğim çok değerli bir varlığı arıyorum,” diye ekliyor. “Uzun süredir iz sürdüm, sonunda yolum çöle düştü…” Yalvarırcasına bakıyor yabancının yüzüne ve soruyor: “Onu gördün mü?”
Yabancı, hiç düşünmeden yanıtlıyor:
“Görmedim!” Omuzlarını silkiyor. “Benim adım Mecnun, ben de Leylâ’yı arıyorum. Ondan başkasını gözüm görmez zaten, görsem de kimse ilgimi çekmez, kimseyi tanıyamam…”
Jan Darm umutsuzca bakıyor Mecnun’un yüzüne; elini omzuna tıp tıp vurduktan sonra mırıldanıyor:
“Desene aynı yolun yolcusuyuz dostum!”
Mecnun yine omuzlarını silkiyor.
“Bilmem ki öyle midir? Kuşkuluyum. Herkes kendi yolunda yürür, kendi Leylâ’sını arar ve asla bulamaz.” Soluğunu bırakıyor. “Bulunca, hayatın anlamı azalır, insanın yaşama amacı kalmaz… Bu durum vatansız kalmayı andırır. Her şey değersizleşir.”
“Biliyorum dostum, haklısın,” diyor Jan Darm, içini çekiyor. “Aşkların en büyüğü vatan aşkıdır ama insanın insanı sevmesi de çok önemlidir. Sevmezsen yaşayamazsın, ölüsündür. Beni yüzyıllardır ayakta tutan, ölümümü erteleyen, bana direnç veren, Jan Dark’a olan sevgim, hatta tutkumdur.”
“Anlıyorum,” diyor Mecnun, dostça bir bakışla, bilgece bir duruşla süzüyor karşısındaki altı yüz yaş dolayındaki adamı.
Jan Darm, kendisini anlayan biriyle karşılaşmanın sevinciyle sürdürüyor:
“Jan Dark’ımı bulduğum zaman her şeyin sona ereceğini, sonra da yeni arayışların başlayacağını seziyorum.” Elini uzatıyor. “Seni tanıdığıma sevindim.”
Tokalaşıyorlar.
“Yolun açık olsun,” diyor Mecnun.
“Sağ ol, senin de,” diyor Jan Darm. “Aramak iyidir, hepimiz bir şeyler ararız, iyi ki bulamayız ama hâlâ karar veremedim: Bulmak mı daha anlamlıdır yoksa aramak mı?”
Belli belirsiz gülümserken sağ elini sol yanağındaki derin yara izinin üzerine kapatıyor Jan Darm.
“Hoşça kal dostum.”
“Güle güle,” diyor Mecnun.
İkisi ters yönlerde ilerleyip uzaklaşıyorlar; bir daha karşılaşmayacaklarını sezdiklerinden olmalı dönüp son bir kez bakmıyorlar birbirlerine. Jan Darm’ın omzundaki ilkel silahın gölgesi uzayıp Mecnun’a kadar ulaşıyor; sonra gölge Jan Darm’ın ayak izlerine doğru çekilip sahibinin ardından sürükleniyor. Bu silahı öldürdüğü İngiliz askerlerinin birinden almıştır Jan Darm. Wels Longbow adında, ok atan yaylı bir silah. Jan Darm’ın ayaklarında tabanları delinmiş postallar vardır. Mecnun ise yalınayak bir çöl adamı. Tabanları patlamış, her yanı yara bere içinde. Leylâ onu bu durumda görse tanıyabilir mi acaba, sevebilir mi?
İklim’in sesi beliriyor yine.
“Bugünlük bu kadar. Anlattığım öykülerin gerisini öğrenmek size kalıyor sevgili dostlarım. Anlatırken biraz değiştirip eklemeler, çıkartmalar yaptım; öykülerin aslına ulaşmayı da öneriyorum size. ‘Leylâ ile Mecnun’ söylencesi için ansiklopedinin L ve M harflerinin olduğu bölümlere, Jan Dark için de J harfinin olduğu bölüme bakabilirsiniz. Ayrıca bilgisunar ortamında bunlarla ilgili ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz. Doğal olarak, yayımlanmış kitaplara ulaşmanız da mümkün. Belki Jan Darm’a ilişkin bilgilere ulaşamazsınız; o zaman kendinizi onun yerine koyup onu anlamaya çalışmanızı öneriyorum. Çünkü onu Efe ile ikimiz var ettik.”
Ekranı kaplayan yüzü gülüyor şimdi İklim’in.
“Hoşça kal kanka!” deyip el sallarken tüm gövdesi görünmeye başlıyor. “Yine görüşeceğiz…”
Efe şaşkın durumda, o da el sallıyor.
“Güle güle dostum,” diye mırıldanıyor.
Sonra bilgisayarı kapatıp ayağa kalkıyor. Şimdi sıra ansiklopedide. Aradıklarını bulamazsa bilgisunardan yardım alacak. Bilgisayarına çok güvendiğini anımsayıp gülümsüyor. O bir dost, bir arkadaş, yetenekli ve incelikli bir yardımcı. Evin çöl ıssızlığında geniş bir sığınak.
gunelburhan@gmail.com