Kaos GL: 126. Sayı
Kaos GL #126
Eylül-Ekim, 2024
Bu dergi, direnişlerin bir manzarası… Hastalıktan ideolojiye damgalamaya karşı bedensel direnişlerin… Bunun ne anlama geldiğini LGBT’ler ve kadınlar çok iyi bilir dedik; hem kendi direnişlerimizi derledik, hem de çemberimizde kihikâyeleri… Toplum sağlığını bozan ve toplum düzenini tehdit eden bizler, işte karşınızdayız!
Dosyamızın masaya yatırdığı meseleler dillendirmekle bitmiyor: Kürtaj tartışmalarının ve çocuk doğurma telkinlerinin gölgesinde, Dilan Bozgan,“Bedenim ne kadar benim?” sorusunu soruyor. Elif Kutlu, normlarla belirlenmiş ve sınırlanmış olmayı; Elif Yılmaz, insana, hayvana ve yeryüzüne özgürlük etrafında bedensel haykırışı; Erinç Seymen, neyin hasta ve neyin sakat olarak adlandırıldığını; Erkan Oruçoğlu, tıbbın kollarında can çekişen eşcinselliği; GüçlüSevimli, 2024’li yılların ölüm orucu direnişlerini; İlksen Gürsoy, trans kimliklerin “hastalıklı” tanımlanışını ve damgalanışını; Nurhayat Köklü, imkânsız kimliklerive kimliklere karşı direnen bedenleri; Ruveyda Tunç, İsrail’deki gençlerin vicdaniret direniş pratiklerini; Sait Çetinoğlu, “bu coğrafyanın kadim halklarının yokolmaya karşı direnişini”; Sema Semih, “zır bir lubunya olarak” dünyanın geri kalanına karşı koyuşunu; Seven Kaptan, DSM-5 sürecinde transseksüelliğin rotasınıve Ulaş Sona “Her şey bu kötü dünyada yaşadığımız için ideolojik, 37 yerinden yaralı bir hareketin yol arkadaşları olduğumuz için de her birimizin varlığı politiktir!” cümlesiyle trans direnişini dergiye taşıyor. Müge Tuzcu ve OsmanEvcan da, dergiye şu an bulundukları hapishanelerden yazıyor. Müge Tuzcu, Amed’in ayakta kalan çocuk bedenlerini; Osman Evcan ise bedensel bir direnişolarak veganlığı anlatıyor.
Dosya dışında, Cenk Erdem, gitarın ustası Carlos Santana’yı, yeni albümüne dair konuşmak üzere dergimize davet ediyor. Hakan Bilge, yazısıyla “Sapına kadar erkekler, feminizmi def ederler!” diyor. Osman Bulugil, gösterinin futbolunu vefutbolun gösterisini yazıyor. Ozan Ezgi Berberoğlu, 31 Temmuz’da aramızdan ayrılan, eşcinsel yazınının büyük ismi Gore Vidal’in anısına “gözler kapalıyken, gerçek dünya başlar” diyor. Nevin Öztop, “kum bataklığı” anlamına gelen TREIBSAND serginin derleyicileri Susann Wintsch ve Necla Rüzgar ile sohbet ediyor. 7. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın 1.lik ödülü kazananı Çağla Esmeratise, “Brezilya Nakışı Günlüklerim” öyküsü ile dergiyi taçlandırıyor.
UMUM sayfasını taçlandıran çalışma, Nilbar Güreş’ten geliyor. İçine soktuğu parmaklarıyla, minicik dünyasının zarını yırtarak onu sonsuz kılan kadını bizlerle tanıştırıyor. Dergi kapağının konuğu ise, “Bir Kadının Günlüğü” serisi ile Murat Tosyalı oluyor.
127. sayının dosya konusu “Sosyal Politikalar”. Yazılarınızı ve önerilerinizi, 5 Ekim’e kadar editor@kaosgl.org adresine bekliyoruz. Bizi sizsiz bırakmayın sakın!
İçindekiler
Nevin Öztop, “Bu dergi, direnişlerin bir manzarası…”
Osman Bulugil, “Gösterinin Futbolu - Futbolun Gösterisi”
Ozan Ezgi Berberoğlu, “Gözler kapalıyken, gerçek dünya başlar”
Elif Kutlu, “Normlarla Belirlenmiş Olmamak Toplumsal Cinsiyet Permütasyonları”
Erkan Oruçoğlu, “Tıbbın Kollarında Eşcinsellik”
Erinç Seymen, “Hasta ve Sakat*”
Nurhayat Köklü, “İmkânsız Kimlikler, Kimliklere Direnen Bedenler”
Kaos GL, “İnsan Hakları Haftasında Ayrımcılıklara Karşı Sempozyum”
Seven Kaptan, “DSM–5 Sürecinde Transseksüalite”
İlksen Gürsoy, “Trans Kimlikler Hastalık Değildir*”
Ulaş Sona, “Biz Üç Kişiydik: Ben, ben ve ben”
Sema Semih, “Deliliğimi mazur görün!”
Dilan Bozgan, “Bedenim “ne kadar” benim?”
Osman Evcan, “Bedensel Bir Direniş Olarak: Veganlık”
Elif Yılmaz, “Hayvan özgürlüğü derken…”
Güçlü Sevimli, ““Hayata Dönüş” Operasyonu ve Ölüm Orucu Direnişi”
Sait Çetinoğlu, “Bu coğrafyanın kadim halkları yok olmaya karşı direndi!”
Müge Tuzcu, “Amed Bedenlerinin* Ayaktaki Çocukları”
Ruveyda Tunç, “Shministim”
Hakan Bilge, “Sapına Kadar Erkekler, Feminizmi Def Ederler!”
Çağla Esmerat, “Brezilya Nakışı Günlüklerim”
Nevin Öztop, “TREIBSAND: Birlikte yaşamın bir aynası”
Kaos GL, “LGBT Gündem”
Cenk Erdem, “Carlos Santana’dan yeni bir ses: Shape Shifter”
Federico Fellini Klasikleri (2) - Roma (1972)
2 Ağustos 2024 Yazan: Editör
Kategori: Film Listeleri & En İyi Filmler, Klasik Filmler, Manşet, Modern Klasikler, Sanat, Sinema
“Uygarlık kenetlenmiş biraraya, altında toplanmış bir yönetimin,
Gözüküyor barış içinde binbir yanılsamayla;
Ama ölçülüp biçilmiş insan yaşamı
Dehşete kapılsa da, durduramıyor bir türlü
Kudurmuşçasına arıyor yüzyıllardan bu yana,
Kudurmuşçasına arıyor, azgınca, her şeyi yıkarak
Varmak için gerçeğin ıssızlığına
Elveda Mısır ve Yunanistan, elveda ve elveda Roma!” (W. B. Yeats)
Federico Fellini, Roma’da (1972) henüz prologda ereğini ifşa eder bize. Bu olabildiğince şahsi bir gezinti olacaktır. Dolayısıyla fazla bir şey beklememek düşecektir izleyiciye. Nihayetinde bu Roma üzerine bir dokümanter değildir (Gerçi bazen dokümanterin stil araçlarını kullandığı olur Fellini’nin; bu nedenle deyim yerindeyse Roma, dokümanter film ve sinema filmi arasında bir “ara-yapıt”tır.), Roma’nın Felliniyen yorumudur önünde sonunda. Düşlerden yoğrulma, anıların bulanık izinden yapılma bir Roma. İlerleyen kısımlarda da -epizot denebilir- kadrajda boy gösterip dolaylı yollardan yapıtının ontolojik gerçeğini tekrar tekrar açıklama gereği duyar.
La dolce vita (1960, Tatlı Hayat) ve Otto e mezzo (1963, Sekiz Buçuk) gibi görece daha olgun yapıtlarında da varlığını hissettiren ironik tutum, Roma’da da biçemsel örgünün bir parçasıdır. Mesela, bir meydanda, yönetmenin yoluna çıkan gençler, şu an çekimi yapılan filmde -Roma’da- kendi sorunlarının da yer almasını kendisinden rica ederler. O ise soğukkanlılıkla, kendi sorunlarını çözemiyorken başka sorunları çözebilmesinin namümkün olduğunu beyan eder. Hem zaten şahsi bir “Fellini-esque Roma’dır” yollarında yürüdüğü. Öyle ki, giderek Roma’nın kendisi (hem şehir olarak, hem de sinema yapıtı olarak Roma) bir ironiye, bir söylentiye dönüşür. Sanki şehir olarak Roma, şu an izlediğimiz Roma’dır. Yok, eğer Fellini’nin Roma yapıtı ise izlediğimiz, bir gerçek “şehir” olarak Roma nerededir?
İşte: Fellini’nin Roma’ya tutuklu olduğunu söylemek yerindedir. Bu tutukluluk sendromu, Roma’yı çok sevmesine, geceleri bilcümle Romalılar uyuyorken gezintiler yapmasına karşın, sokak ve meydanları arşınlamasına, şehrin bilinçaltına inmesine karşın, pek iyimser değildir. Aktörel olarak “çığırından çıkmış” bir Roma’dır betimlediği. Karşıtlıklardan kurulu bir şehirdir o. Söz gelimi, sisli gecede bir fahişe belirir antik taşların arasından. Tünellerin, dehlizlerin diplerinde görkemli, büyük ve kadim Roma’nın tarihinin izleri sözde-medeniyetin teknolojik darbeleri sonucu silinmekte, Yeni-Roma, eski-Roma’nın üzerine sünger çekmektedir. Loş sokakların güzelim restoranlarında şişman ve çaçaron kadınlar… Ağır makyajlarıyla gotik genelevleri dolduran o malum Felliniyen kadınlar… Bir geniş meydanda ağır ağır öpüşen 68’liler… Vesair.
Roma, cilalı imajların bahçesinde eriyip gitmiştir. Ancak anılara, düşlere sığınarak (ki bazı epizotlarda önümüzde beliren toy gazeteci, bir zamanların genç ve acemi gazetecisi Fellini’den başkası değildir) sözüm ona suçluluk duygusundan arınılabilir. Yaratıcı, gerçekliğin bunaltıcılından Felliniyen diyara taşınır. Felliniyen diyarda fantasma ve gerçek bazen iç içe katlanır, bazen de karşı karşıya durarak diyalektik bir bütün oluşturur. Şüphesiz, toplumsaldan kaçış diyarı değildir Fellini-esque diyar. Olsa olsa bir düş-kent’tir. Bir yerde de, katı gerçekliğin grotesk imgelerle yabancılaştırıldığı, dönüştürüldüğü ara-bölge’dir. Bu nedenle, “Felliniyen” denilen olgu, konumuz gereği Roma, hiper-eleştireldir.
Küçük sürprizler de vardır Roma’da: Gore Vidal, Anna Magnani… Fakat Vidal, karamsar yorumuyla yönetmenin düşüncelerine ışık tutar gibidir. Magnani ise perdeyi kapatan son sözlerden birini sarfeder: “Artık evine dön!”
Roma’nın düş-gezgini Fellini, aheste aheste evine dönerken, geride büyük ve sancılı bir yapıt bırakır…
Hakan Bilge
hakanbilge@sanatlog.com
Bu yazı Bireylikler’in 26. sayısında (2009) yayımlandı.
Yazarın öteki incelemeleri için tıklayınız.