Akira Kurosawa’nın Kagemusha & Ran Filmleri Üzerine
“İstediklerimize eriştiğimizde gönül rahatlığıyla bir sevinç duyamıyorsak hiçbir şey kazanılmamış, her şey yitirilmiş demektir. Yıkıp yok ederek yaşamaya çalışmaktansa, yok ettiğimiz şey olmak daha rahat olurdu.” Lady Macbeth (Macbeth, William Shakespeare)
Japonya’nın soylu imparatoru Akira Kurosawa’nın Kagemusha (1980, Gölge Samuray / Dublör) ve Ran (1985, Kaos) filmleri koşut olarak okunması mümkün olan iki başyapıt. Her iki başyapıt da, evrensel bir tema olan iktidar hırsını kalkış noktası alarak yozlaşmayı, sonu gelmez tutkuları ve bunun sonucunda baş gösteren tükenişi konu edinen en olgun yapıtlardan. Birbirlerini tamamlayan bir öze sahip olduklarını söyleyebiliriz; bu nedenle ayrı ayrı okuma yapmaya gerek duymuyorum.
Kagemusha’da, yönetici vasfına, kültürüne muktedir olmayan sıradan birinin bile iktidara geldiğinde, iktidarın gerekliliklerini öğrenip yönetselliğin işlevselliğini sağlayabileceğini ironik tonda tasvir eden Akira Kurosawa; Ran’da ise iktidarı elinde bulunduranların/iktidarı ele geçirmek isteyenlerin güç ve egemenlik savaşlarını yine ironik bir biçemle anlatıyor. Kagemusha ve Ran, iktidarın, kimlerin, hangi güç odaklarının elinde olursa olsun yozlaştırıcı, “baştan çıkarıcı” bir niteliğe haiz olduğunu belgeleyen iki büyük klasik.
Kagemusha’da da, Ran’da da başrolün aynı aktör (Tatsuya Nakadai) tarafından canlandırılması da bu yüzden olsa gerek. Kagemusha’da taklit kabiliyeti sayesinde iktidar sahibinin dublörü olan, onun gibi giyinip, onun gibi konuşan başfigür (Shingen Takeda/Kagemusha); Ran’da, topraklarını üç oğlu arasında paylaştıran, oğullarının kanlı egemenlik savaşlarının ortasında kalan birine (Lord Hidetora) dönüşüyor. Kagemusha’da, bir müddet sonra dublörlüğüne son verilip itilip kakılan, “dışarıda” bırakılan başfigür; Ran’da bu kez oğulları tarafından “iktidarın uzağında” tutulan, “dıştalanan” bir figüre evriliyor. Kagemusha’da, yapay da olsa, aslında olan bitenin “görgü tanığı”, iktidarın “suç ortağı” konumunda olan gölge-yönetici; Ran’da, iktidarının, gözlerinin önünde yıkılıp gidişine şahit olur.
İroniyi oluşturan, her iki yapıt için sağlam bir ortak nokta ise şu: Kagemusha’nın gölge-yöneticisi, sahte de olsa, iktidarının alaşağı edildiğini görünce kendisi de “yıkılır” ve yaşaması, varlığını idame ettirmesi için bir neden kalmaz. Ran’da, bizzat oğulları tarafından iktidardan uzağa fırlatılan kişi, tüm maddi ve manevi gücünü, varlığını, yaşamın anlamını yitirir. Her iki yapıtta da Kurosawa, bireyin, iktidar ile varolabildiğini, bireyi, iktidarı oluşturan ve fakat iktidarın şekillendirdiği birer ontolojik figür olarak gözlemlediğini apaçık beyan eder: Birey = iktidar = birey-iktidar.
“İktidar her yerdedir.” Michel Foucault
İktidarın araçsal değil de, amaç olarak, hem bireyin mevcut düzenini, gücünü sürdürdüğü bir “sistem” olarak; hem de varlığı salt ona bağlı, varlığı salt onunla açıklanabilen bir “üstün-mevkii” olarak görünür kılar Kurosawa. Tüm bu vizyon, felsefi ve sosyolojik saptamalar içerir. Hülasa iktidar mekanizmasını hep bir mesafeli konum takınarak ironi yollu sorunsallaştır Kurosawa.
Aidiyetini, yaşamsallığını iktidarın hızına koşumlayan birey; iktidarı ele geçirdiğinde yine aidiyetini, yaşamsallığını korumak veya güçlendirmek için iktidarın terkisine biner. İktidar, gücün tamamlayıcısı değil, düpedüz varlık sebebi, sürdürücüsüdür. Kagemusha’da kişi, iktidar ve onun nesnesi “güç” olmadan bir hiçtir. Ran’da iktidarın dışına itilen kişi, yaşama hevesini, yaşama olan bağlılığını yitirir.
“…devlet; herkesin kendini yitirdiği yer, iyilerin ve kötülerin: devlet, herkesin ağır ağır kendi canına kıymasına ‘hayat’ denen yer.” Friedrich Nietzsche (Böyle Buyurdu Zerdüşt)
Her iki örnekte de iktidar, gerçekten sahip olunduğunda, gücün de somutlaştığı bir mekanizmadır. Fakat Kurosawa’nın ironik vizyonu burada bir kez daha devreye girer, girmelidir. Şöyle özetlenebilir bu da:
İktidara sahip olmak kadar, iktidardan uzaklaştırılmak da olasıdır.
İktidarı elinde bulunduranlar, sanıldığının aksine çok da yetkin, donanımlı kişiler değillerdir.
Herkesin doğasında yönetici olma tutkusu vardır.
Sonunda birey iktidara değil, iktidar bireye sahip olur.
İktidar sahibi, gün gelip de devran döndüğünde, “yok ettiği şey”e dönüşür.
Halkın gözünde “iktidar” değil, “iktidar miti” vardır. Bu mit bizzat iktidardaki bireylerce yaratılır.
Savaşların çoğu, halkın “doğrudan” taraf olmadığı, iktidardakilerin bireyselliklerinin ürünü olan bir sonuçtur.
Bu elbette daha da çoğullaştırılabilir; yine de bu kadarı bile günümüz gerçekliğine ışık tutabilecek ölçüde güçlü evrensel ipuçları barındırıyor.
hakanbilge@sanatlog.com