Diktatörlerin Yargıtatörleri
Dünya edebiyatının üzerinde hemfikir olduğu bir alan varsa o da “hapishane edebiyatı” dır. Yazarların çeşitli suçlardan –bu çoğunlukla düşünce suçlarıdır- dört duvar arasına sokulmaları sonucunda içeriden dışarıya yaptıkları “yazın” katkısıdır. Ülkemiz bu alanda dünya ölçeğinde değerlendirildiğinde yeterince verimli konumdadır. Tarihsel olarak bakıldığında toplumumuzda düşünen, yazan ve muhalif olanlar, çeşitli dönemlerde baskı altına alınıp hapishanelere doldurulmuşlardır. İşin en ironik kısmı olayın yarattığı sonuçlarda yatar. Tehlikeli (!) düşüncelerinden uzaklaşması istenen yazarlar, içeride daha bir bilenirler ve dışarıda olduğundan daha fazla ve daha dikkat çeken önemli yapıtlara imza atarlar. Türkiye’nin düşünsel-edebî mirasını oluşturanların büyük bir bölümü hapishanelerde deneyim kazanmış ve oraları bir üniversiteye dönüştürmeyi başarmışlardır.
Günümüzde çeşitli davalardan yargılanan birçok kişi, hapishanelerden ses vermeye devam etmektedir. Bu isimlerin en önemlilerinden biri de Gazeteci-Yazar ve Milletvekili Mustafa Balbay’dır. İçeride geçirdiği yıllar boyunca, okuyucuları ile bağını koparmayan, gazetedeki köşesinin dışında yazdığı kitaplarla bu ilişkiyi sürdüren yazarlarımızdandır. Balbay, Silivri’de yaşananları, ülkenin geldiği siyasal-toplumsal koşulları, çeşitli kitaplarında incelemiş ve incelemeye devam etmektedir.
Ancak bu sürece yaptığı son katkı diğer yapıtlarından ayrı olarak, sanatsal ve estetik bir müdahale anlamında “hapishane edebiyatı” tarihinde bir köşe taşı olarak şimdiden yerini almıştır. Silivri’deki mahkeme sürecini, ülkedeki siyasal koşullarla paralel bir şekilde işlediği “Yargıtatör” adlı tiyatro oyunu, yazarın çok farlı türlerde de nitelikli üretimler gerçekleştirebilecek olduğunun örneğini sunması açısından önemlidir.
Balbay’ın kitabına seçtiği alt başlık, tıpkı “Zülümhane”de olduğu gibi yaşanan sürecin en önemli ayırt edici noktasını yansıtması açısından çok işlevsel olmuş. “Öyle Büyük Bir Yalan Üret Ki Kimse Karşı Çıkamasın”, Hitler’in Propaganda Bakanı olan Joseph Goebbels’in ürettiği bu yalan ve karalamaya dayalı propaganda taktiklerinin günümüzde de nasıl kullanıldığını göstermesi açısından önemli bir alıntı.
Yazarın, oyunun girişinde, Marco Polo’nun, “Gördüklerimin tümünü yazmadım, zira inanmayabilirlerdi.” cümlesini koyması, yaşadıklarının çoğunun inanılacak türden şeyler olmadığının okuyucu tarafından bilinmesi, yorumlanması isteğinin yansımasını oluşturmaktır.
Balbay’ın önsözde, tıpkı yukarıda değindiklerimi tamamlar şekilde bir Silivri edebiyatı oluştuğundan bahsederek bu sürece nasıl katkı sunduğunu anlatıyor. Ve oyunun toplumun hukuksuzlukları görmesinde ve adalet arayışına katılmasına küçük bir katkı olursa kendisini özgür hissedeceğini belirterek önsözü noktalamış. Bu düşünceleriyle mütevazılığını tekrar belli eden Balbay’ın oyunu okununca aslında sadece Silivri edebiyatına değil, Türk tiyatro yazınına da ne kadar önemli bir katkı sunmuş olduğu fark ediliyor. Güncele karşı söz söyleyen, politik konuları gündeme getiren tiyatro guruplarının ve tiyatro metinlerinin bir elin parmaklarını geçmediği günümüz tiyatro dünyasında “Yargıtatör” önemli bir boşluğu doldurabilecek bir metin olarak kendini gösteriyor.
Tiyatro sanatının dramatik bir çatışmayı merkezine alan, karşıtlıklar ve çelişkilerle ilerleyen yapısı, oyunun atmosferi ile ortaya çıkan durumun yarattığı dava süreci ile beraber başarılı bir şekilde kurgulanmış. Ülkenin en önemli siyasal davalarından birini konu olarak seçmek ve ona bu sürecin bir aktörü olarak kendi yaşanmışlık deneyimini katmak, oyunu klasik “politik” oyun düzleminden çıkartarak daha geniş bir perspektife ulaşmasını sağlamış. Oyun birinci perdede sekiz, ikinci perdede altı bölümden oluşuyor. Sahne belirmesi gayet net ve anlaşılır şekilde ve yönetmeninin yorumuna açık bir şekilde bırakılmış. Ancak davanın yürütüldüğü salonun güvenlik açısından en ince noktalarına kadar tasarlanmış olduğu notu ise sahnelemeyi yapacak olanlara önemli bir ayrıntı olarak sunulmuş.
Tema olarak “Adalet” üst başlığı ile incelenebilecek oyun, gerçek-yalan, hukuk-hukuksuzluk gibi karşıtlıklarla oluşturulmuş. Böylesine önemli ve ciddi olduğu söylenen davanın yarattığı durum ve yaşanılanlar yer yer absürd denebilecek diyaloglarla ortaya serilmiş. Biçim açısından açık biçim olarak yapılandırılan oyun bu özelliği ile sadece toplumsal bir oyunun fotoğrafını ortaya sermenin dışında seyircilere de yaşananlar karşısında sessiz kalmamalarını ve sürece tepkisellik ortaya koymalarını düşündürtmesi açısından önemli bir misyonu yerine getirmektedir.
1. Bölümde, “Dava Kurgucularının Birinci Toplantısı” ve 2. Bölümde “Dava Kurgulayıcılarıyla Hükümlünün Gizli Tanık Pazarlığı” başlığı altında, bu ve buna benzer davaların nasıl kurgulandığı üzerine bir sahne yer almaktadır. Heryerekon adı altında sürdürülecek olan davanın, ilerleyen zamanlarda nasıl şekil alacağı bu ekip tarafından gerçekleştirildiği gösterilmektedir. 3. Bölümde “Sanığın Delil Bulundurmama Suçu” başlığı altında, sanıkların ne şekilde ve anlamsızca köşeye sıkıştırılmaya çalışıldıkları ele alınmıştır. “Avukatın Müvekkilinin Dosyasını Bulundurma Suçu” başlıklı 4. Bölümde, sanık avukatlarının savunma sürecince yaşadıkları trajikomik durumlar yansıtılmıştır. 5. Bölüm “Gizli Tanık Pusu’nun Herkesi Suçlama Özgürlüğü” başlığı altında, gizli tanıkların nasıl kullanıldıkları ve davaları ne şekilde etkiledikleri üzerine kurgulanmış bir sahnedir. 6. Bölümde “Koğuşta Yanına İki Kişi Verilen Mahpusun Terörist Olarak Suçlanmasına Sevinmesi” başlığı altında ise yazarın ironide ne kadar başarılı olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu sahne yazarın da hapishanede yatmakta olan bir kişi olmasından dolayı, gözlemlerinin ne kadar önemli olduğunu ve bunu yansıtabilme noktasında, öznel olandan nesnel olana ulaşabildiğini ortaya çıkarmaktadır. 7. Bölümde “Cezaevi Revirindeki Hastanın Kanser Sevinci” başlığı altında, tutuklu bulunanların yaşadıkları sağlık sorunları ve bunların yarattığı durumların trajikomik bir üslupla yansıtılması sağlanmıştır. Bu bölüm acı olanın, trajik olanın ironi ile harmanlanması sonucu oluşan, yer yer kara komedi unsurlarının bulunduğu önemli bir sahne olarak oyunda yer almıştır. Okurken bile etkisi yüksek olan bir metnin, sahne etmenleri ile ortaya serilmesinin özellikle bu gibi sahnelerde daha önemli olacağını düşünüyorum. 8. Bölüm “Açık Yargılamaya Mafya Liderinin ve Hamalın Katkısı” başlığını taşımaktadır. Burada olayların birbiri içine nasıl girdiği, yargılamaya dâhil olan iki farklı tipin yarattığı absürd durum ele alınmıştır.
Oyun bu bölümden sonra ikinci perdeye geçer. Perde aralarının oyunun bütünlüğüne olan katkısı ve seyircinin merak duygusunu en yüksekte tuttuğu an olarak belirlenmesi ve diğer perde başlangıcı ile olan organik ilişkisi düşünüldüğünde, oyundaki bu perde bölümlemesinin okurken olmasa da sahneleme aşamasında bazı sıkıntılar yaratabileceği düşünülebilir. Ancak oyunun açık biçim olan yapısı bu tarz değişikliklere rahatlıkla alan açmaktadır. Sahnelemede farklı bir perde bölümlemesi, belki de tek perde düzenlemesi yapılabilir. Oyunun açık biçim olan yapısı bu tarz değişikliklere rahatlıkla alan açmaktadır.
2. Perde, 1. Bölüm, “Dava Kurgucularının İkinci Toplantısı” başlığını taşır. Bu bölümde, oyunun başlangıcında ele aldıkları planların nasıl uygulandığı ve ilerleyen süreçte neler ekleyebilecekleri üzerine, kurgucuların yansıtıldığı bir giriş bölümüdür. 2. Bölüm, “Sanığın İddianameyi Eleştirme Suçu” başlıklı, sanıkların dava süreci içerisinde kendilerini savunma konusunda ne kadar zorlandıkları, yargılamanın bir cezalandırmaya dönüştürülmesi gibi durumlar açımlanır. Bu bölümde, Balbay’ın ince keskin mizah anlayışının en yüksek dozda ortaya çıkması ve oyunun biçimsel yönünü belli etmesi bakımından çok başarılıdır. Oyun kişisi olan sanık A ile Başkan arasında gelişen şu diyaloglar anlatılan durumun örneklenmesi açısından önemlidir.
Sanık A- Sayın Başkan İddianameyi eleştiriyorsunuz, hakkımızda suç duyurusunda bulunuyorsunuz. Bizim kurduğumuzu iddia ettiğiniz örgütün gerçekte ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Suçunu itiraf etti diyorsunuz. Kafka’nın Dava’sına taş çıkartacak bir anlayış içindesiniz.
Başkan- Bizi başka davalarla karıştırmayın…
Sanık A- Hayır sayın başkan, ben Kafka’nın Dava kitabından söz ediyorum.
Başkan- Kafka adlı bir şahıs bizim davamızın sanığı değil. Ayrıca bu davada yargılanan kitap da yok. Lütfen konuyu dağıtmayın, savunmanızı yapın.
Sanık A- Sayın Başkan, Brecht tiyatrosunda böyle sahneler olsa abartılmış denir.
Başkan- (Sinirlenir) Artık sabrımızı taşırıyorsunuz, burayı tiyatroya benzetemezsiniz, bu kadar hakareti kaldırmayız…
Sanık A- Tiyatroya benzetmek hakaret midir sayın başkan?
Başkan- (Çok sinirlenir.) Burada çok ciddi bir yargılama yapıyoruz. Tiyatroya falan benzetemezsiniz burayı. Üstelik bize “breh breh” de diyemezsiniz.
Sanık A- Sayın başkan, gözünüz dosyadan başka bir şey görmediği için Brecht’i bir an farklı yorumlamış olabilirsiniz.
Başkan- (Daha da sinirlenir, sesini yükseltir.) Yeter! Hâlâ ısrar ediyorsunuz… Ciddi bir mahkemeyi tiyatroya benzetmekten hakkınızda suç duyurusunda bulunacağız. Oturuma ara veriyoruz. (s. 85–86)
Devamında hemen, ”Mahkeme Heyetinin Hukuktan Bağımsız Hareket Etmesi” başlıklı 3. Bölüm yer alır. Bu sahnede Sanık A, önceki bölümde yaptığı savunmaya devam eder. Yaşanan hukuksuzlukları ve mantıksızlıkları ortaya serer, ancak iddia makamı bunları dikkate almaz ve suçlamalara devam eder. Bu bölümde Balbay’ın neden oyunun başına Goebbels’in “Öyle Büyük Bir Yalan Üret Ki Kimse Karşı Çıkamasın” sözünü aldığı anlaşılır, Sanık A yaşanılan durumu somut olarak tarihten örneklerle yargılayıcıların yüzlerine çarpar. Bölümün sonunda, Sanık B adlı kişinin tamamen rastlantısal şekilde yargılananlardan biriyle olan tanışıklığı sonunda nasıl sanık haline geldiği resmedilir. Burada yazarın vermek istediği, bu ve buna benzer yargılamaların toplumun her kesimine eklemlenebileceği gerçeğidir. 4. Bölüm ise, adından da anlaşılabileceği gibi “Sokrates’in Dosyasının Mahkemeye İstenmesi” adlı ironi dolu bir sahnedir. Sanık A önceki bölümlerde sürdürdüğü, tarihsel örneklerle yaptığı savunmasına kaldığı yerden devam eder. Sanık A’nın örnekleri ve karşısındakilerin ısrarla anlamamaları ve yanlış anlamaya dayanan cevapları dilde komik olanı ortaya çıkarır. Balbay’ın köşe yazılarından tanıdığımız kelimelerle dansı oyunda da hayat bulur. 5. Bölümde, “Sanık A’nın Savunma Yapmak Suçundan Bir Kez Daha Tutuklanması” başlığı altında, Sanık A’nın yaptığı savunma nedeniyle aldığı cezaların açıklandığı ve Sanık ’A’nın verdiği karşıtlığı ele alınır. Bu bölüm hukuksuzluğun geldiği noktanın gösterilmesi açısından önemli bir sahnedir. Sanık A düşüncelerini kararlı bir şekilde, içindeki tüm hüzne rağmen, bilimin ve aklın er geç galip geleceğine olan inançla sürdürür. Son bölüm ise, “Dava İzleyicilerinin de Sanık Haline Getirilmesi” başlığını taşır. Yazar burada, seyircilerin bakması ve görmesi gereken yere işaret eder. Herkes sanık sandalyesine oturabilir. Bölümün sonunda Sanık A’nın sözleri oyunun finaline damgasını vurur: “Zalim bir diktatörlük bir kişinin milyonlarca insana hükmetmesi değildir, milyonlarca insanın bir kişinin diktatörlüğünü kabul etmesidir. Susmaktan yorulmadınız mı? Yoruldunuzsa ses veri…” (s. 125)
Balbay, son olarak, kitabın sonsöz bölümünde, bu oyunun Türkiye’nin düştüğü hukuksuzluk uçurumundan bir haykırış olduğunu ifade ediyor. Okuyucunun da kendisi gibi umutlu ve dirençli olmasını söylüyor.
Mustafa Balbay, “Yargıtatör” adlı oyunuyla, ülkemizde yaşanan, hukuksuz olarak nitelendirilen birçok benzer davanın fotoğrafını çıkarmış. Demokrasi ve adalet anlamında eleştirel bir düzlemde yapılandırılan oyunun okuyunca bile estetik bir haz oluşturması çok önemli. Ancak biz yine de tiyatro oyunlarının “okunmak için değil oynanmak için” yazıldığını unutmayalım. Oyunun anlatıma dayalı olan yapısı, iyi bir sahnelenmeyle aksiyon kazanabilecek potansiyeldedir.
Benim asıl merak ettiğim, Balbay’ın “Yargıtatör”ü sahnelenmesi için Devlet Tiyatroları’na gönderse, Devlet Tiyatroları Dramaturji Bürosu’ndan nasıl bir rapor çıkar ve edebî kurul oyunun repertuvara alınıp alınmaması konusunda ne karar verir?
Yargıtatör/ Mustafa Balbay/ Cumhuriyet Kitapları/ 2024/ 128 sayfa
Cumhuriyet Kitap Ekinin 16 Mayıs 2024 tarihli 1213. sayısında yayımlanmıştır.
Serkan Fırtına
serkanfirtina35@gmail.com
Yazarın diğer yazılarına ulaşmak için tıklayınız.