Erhan Bener Diye Bir Yazar Var, Tanıyor musunuz?
Türkiye’de acaba kaç kişi, kaç okur, Erhan Bener adlı yazarla tanıştı. Çok merak ediyorum, geçen günlerde küçük bir kentte katıldığım bir mini kitap fuarında, Bener’in remzi kitapevinden çıkan tüm yapıtları uygun fiyata satılıyordu. Gözlem yapmak oldum olası sevdiğim bir şeydir, özellikle kültürel konularda yapılan gözlemler, ülkenin hâkim zihniyet yapısını fark etmemi sağlar. Özellikle Türkiye’nin İzmir ve İstanbul gibi kentlerden ibaret olmadığını bilenler için geçerli bir yöntemdir bu. Okurların ve öylesine gezenlerin neredeyse hiç biri Bener’i tanımıyordu. Bu düşünceler kafamdan geçerken, çok sevdiğim ve hayatımda gördüğüm en işlevsel okur olan dostum bana şöyle bir saptamada bulundu? – “bu ülkede bu kadar iyi bir yazar olup bir o kadar da tanınmayan bir yazarlar listesi çıkarılırsa Bener bunun başında yer alır.”Dedi. Katılmamak elde değildi bu görüşe. Peki, bunun nedeni ne olabilir? Ülke de o kadar çok yazar! O kadar çok yayınevi! Bir sürü edebiyat dergisi ve gazetelerin kitap eki varken bu yazarımız nasıl gözden kaçabiliyordu. Okur muydu tek suçlu? Peki, birkaç eleştirmen ve bilim insanı dışında ondan bir kelime bile söz etmeyenlerinde bu görmezden gelmeye katkıda bulundukları söylenemez miydi? Kitap eklerinde, dergilerde, sosyal paylaşım sitelerinde yazılan onca yazı yığıntısı arasında neden Bener ile ilgili şeyler bir elin parmaklarını geçmiyordu?
Oğuz Atay geliyor aklıma, o da yaşadığı yıllarda ne edebiyat otoriteleri! Tarafından fark ediliyordu, ne yazdığı tek oyun olan “oyunlarla yaşayanları” sahneletebilecek bir tiyatro ve tiyatrocu, ne yarı aydın çetesi tarafından ve üzülerekte olsa maalesef okur tarafından, garip bir yalnızlık içinde bu durumun sıkıntısını “günlük”lerinde uzun uzun anlatmıştı. Ancak Atay’ı Bener’den ayıran en önemli şey, Atay’ın günümüz edebiyat dünyasında neredeyse bir mit haline gelmiş olmasının yarattığı farktır. Bener ne 70 lerde ne de şimdi bırakın mit olmayı, hala kıyıda köşede kalmış, büyük bir romancıdır. “Tutunamayanlar” ın neredeyse bir histeri derecesinde takip edildiği bir ortamda Bener’in yine bir tutunamayan karakteri çok farklı varoluşsal kurguda işlediği “Baharla Gelen” ya da yine küçük burjuva bir bireyi toplumsal ve siyasal arka planı ile ayrıntılı olarak işlediği “Oyuncu” adlı romanları ise hala yalnız bir şekilde okur tarafından fark edilmeyi beklemektedir.
Türkiye’de değişik bir edebiyat ortamı var, istedikleri yazarları istedikleri zamanlarda, çağın koşullarında ve pazarlama stratejilerine uygun olarak yüceltip bir “çok satan”a dönüştürebiliyorlar… Bu düşüncem tabi ki tüm çok satan romanları kapsamıyor. Ama günümüzde artık okuma eyleminin bile belirli göstergelerle, üstünlük belirtisi olarak görüldüğü bir edebiyat çetesi düzeninde ne Bener hakkında yazı yazmak onlara bir şey kazandırır ne de okurun Bener’in romanlarını okuması… Çünkü ikisi de toplumsal yaşamın yarı entelektüel ortamlarında bir fark yaratmaz… Fark yaratmayı bırakın insanın yalnızlaşmasına bile neden olabilir. Şüphesiz bu yalnızlaşmanın histerik küçük burjuva yalnızlaşmasından daha samimi olacağı kuşku götürmez…
Pirim yapmak için “Tutunamayanlar” romanı vardır ne de olsa, ya da Atılgan’ın “Aylak Adam”ı yetişir hemen imdada… Öyle insanlar tanıdım ki, bu iki roman olmasa hayatlarında okuma ve edebiyatla ilgili zihinlerinde hiçbir şey kalmayacak. Tıpkı toplumcu gerçekçi romancılar dışında roman sanatının olamayacağını savunan az gelişmiş entelektüel edebiyat bozmaları gibi.
Örneğin dantellerle dolu bir bara ya da cafeye gittiğin de “Tutunamayanlar” yerine Bener’in “Oyuncu” adlı romanını koyan bir insana kimse ilgi göstermez. Kitapçıya ne zaman girseniz en az bir kişiyi “Tutunamayanlar” ile ilgileniyor bulursunuz. Ama Bener’in kitaplarını bulmak için raflar arasında küçük bir gezintiye çıkmanız gerekecektir. “Baharla Gelen”i bulmak için eğer kitapçıya sorarsanız size çok absürd öneriler sunması muhtemeldir. Tabi Bener soyadı ile üç yazar edebiyat sahnesinde olduğu için küçük bir anlamlandırma karışıklığı da doğabilir. Özellikle Erhan Bener ile yeni tanışacak olanlar için, Vüsat O Bener ve Yiğit Bener gibi isimlere de bir süre sonra yabancı olamayacaklardır.
Erhan Bener, ülkemizin en iyi beş yazarı arasına kesinlikle girmektedir. Onu anlayabilmek için, klasik genel geçer okumaların dışında, psikoloji ve felsefe ve toplumsal yapı ile haşır neşir olmak gerekmektedir. Şüphesiz bu her edebiyat eseri için gerekli olan bir durumdur ama Bener gibi -saygın bir eleştirmenimizin de belirttiği üzere - psikolojik romanın ülkemizdeki en önemli temsilci ise o zaman çok daha yoğun bir okuma ve anlamlandırma evresi devreye girmektedir. Tüketim çağının tüket ve sonra da kaldırıp at türünden roman ve öykülerine benzemez onun yazdıkları, bireylerin yaşadıkları çağ ile kendi dünyaları arasında olan uçurumların çelişkileri vardır onun karakterlerinde, sinemasal bir düş dünyası ile kavrar okurlarını, hayal gücünün uçsuz bucaksız evreninde dolaşmaktır onun yapıtlarını okumak…
Yukarıda değindiklerime paralel olan bir olay birkaç hafta önce başıma geldi. Fanzin çıkardığını söyleyen genç bir üniversite öğrencisi heyecanlı bir şekilde bana yazdıklarını gösteriyordu. Sohbet ederken hangi yazarları okuduğunu ve takip ettiğini sordum. Bana Oğuz Atay okuduğunu ve neredeyse başka yerli yazar okumadığını söyler gibi oldu. Biraz da Tezer Özlü’den bahsetti… Sadece bu ikisini okuyarak Türk edebiyatı üzerine başka bir kaynağa gereksinim duymuyor gibi hissediyordu kendini. Anlayabileceği şekilde onun şevkini kırmadan bu durumun yaratabileceği sakıncalara değindim. Ve ona şu örneği vererek sohbeti tamamladım. “yıllar önce bir atölye çalışmasına katıldığım İtalyan yazar Mario Fratti, tam otuz yaşına kadar hiçbir şey yazmadığını söylemişti. Dinleyicilerin şaşkınlığını şu cümle ile tamamlamıştı. “Ama otuz yaşına kadar dünya edebiyatı üzerine ne bulursam okudum”
Bizim yarı aydın çetesi bırakın dünya edebiyatının hepsini okumayı kendi edebiyat tarihlerini bile bizden olanlar ve olmayanlar diye ayırıyorlar… Kemal Tahir’e nasıl baktıkları ve davrandıkları üzerine bir roman bile yazılabilir. Post-modern edebiyatın bile doğru düzgün anlaşılmadığı edebiyat surları içerisinde Bener gibiler hala yer olmaması aslında şaşırtıcı bir durum değil. İçerikten çok biçime önem verilen bir çağın biçimsel (!) açıdan da Bener’e ihtiyacı yok. Ne Oğuz Atay gibi yakışıklı ve karizmatik ne de efsane haline gelebilecek bir öz yaşam öyküsüne sahip… Yazar merkezli değerlendirmelerin hastası olan bizim eleştiri ve edebiyat dünyası, toplumsal histeri krizine devam ediyor… Hep yeni mitler yaratmak istiyor… O fanzin çıkarak genç üniversitelide mitlerin peşinden koşmaya devam ediyor…
İşin en trajikomik sonuçlarından birisi ise eğer Oğuz Atay uzaklarda bir yerde yazdıkları mı okuyorsa eğer, bana bıyık altından hüzünle gülüyordur. Anlaşılmadığı bir çağdan yanlış anlaşıldığı bir çağa evrildiğini görmek… Bener ise ciddiyetle bunların önemsizliği üzerine düşünüyor ve yazmaya devam ediyordur…
Oyuncu adlı romanında yazarlık anlayışını şöyle aktarmıştı; “Ben, kendimi anlatıyorum. Zaten kimse bir başkasını anlatamaz. Anlattıklarının toplumsal bir yönü varsa, o da benim yapımda var olduğu içindir, onunla sınırlıdır. Ben hiçbir zaman bir maden işçisini anlatamadım. Bir toprak kölesini de”