Zamana Direnen Bir Efsane: Marilyn Monroe
“Benim için bir gelecek olduğunu biliyorum; ama ben onu bekleyemem.”
Marilyn Monroe
“Hollywood’un gerçek değerlerine…”
Marilyn; (1926 – 1962) küçük yaşta cinsel tacize uğramış, babasını erken yaşlarda yitirmiş, daha on dört yaşındayken çocuk aldırmış, çocuğunu bir yuvaya teslim etmiş, üç mutsuz evlilik geçirmiş (sırasıyla; James Dougherty, Joe Dimiacho ve Arthur Miller) ve henüz otuz altı yaşındayken yaşamına son vermiştir.
Marilyn’in Billy Wilder, Howard Hawks ve John Huston gibi önemli yönetmenlerle çalışmasına rağmen, payına düşen rollerin genellikle fetiş nesnesi konumundaki özneler olduğunu ısrarla vurgulamak ve hayat kadını, model, koro kızı, aktris, şarkıcı, sekreter gibi “aptal sarışın” imajına uygun düşen ikinci derece rollerde sık sık görünmesini kendi seçimi olarak değil; bilakis tecimsel düşünen Hollywood prodüktörlerinin eğilimi şeklinde algılamak gerekir. Gerçekte hiç de “aptal sarışın” değildi Marilyn. Ömrü boyunca entelektüel idollere ilgi duymuştu, edebiyatla arası iyiydi. Kocası Arthur Miller (Miller, Marilyn’in oynadığı The Misfist’in senaryosunu da yazmış ünlü bir edebiyatçıydı.) ile birlikteyken okuma aşkı daha da artmıştı. Hatta James Joyce’un Ulysses’ini okurken çekilmiş bir fotoğrafı da vardır. Bu romanı okumuş olanlar, en azından hakkında biraz bilgisi olanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. Sonuçta kültürsüz, şöhret peşinde, yığınların yaftaladığı gibi içi boş bir star asla olmadı Marilyn. Proleter bir aileden geliyordu o, annesi akıl hastanesinde ölmüştü. Ezilmiş ve çok acı çekmişti çocukluğunda, bu da yaşamı boyunca peşini bırakmayacaktı.
Öte yandan yetenekli bir oyuncuydu da Marilyn. Sahnedeki duruşu, jestleri ve özellikle etkileyici ve zeki bakışları hayranlık uyandırıcıydı. Bütün bu artılar, üstün nitelikler kariyeri boyunca bildik rollere bürünmesini engelleyemese de başka herhangi bir aktrisin olamayacağı kadar popüler olmayı başarmış, birlikte rol aldığı aktörleri ise derinden etkilemişti. Ölümünden sonra gerek dostları, gerek meslektaşları ve gerekse de Arthur Miller, konuşmalarında, yazılarında Marilyn’in “bir kurban”, “acılı bir eş”, “arafta bir ruh”, “çok başarılı ve değeri anlaşılamamış bir oyuncu”, “mutsuzluğunun kaynağı çocukluğunda aranması gereken bir yıldız”…şeklinde tanımlayacaklar ve yaşarken tam anlaşılamadığını, Hollywood’un ise Marilyn’in oyunculuk gücünü göremediğini belirteceklerdi. Misal aktör Sir Laurence Olivier, “Marilyn’e hırçın davrandığını, gereken nezaketi göstermediğini” itiraf edecekti.
Söylemek gerekir ki Marilyn, “perdeye yansıyan kişi” değildi, olamazdı zaten. Ait olduğu yaşam tarzı, onu biçimlendiren kültürel atmosfer buna engeldi. Burjuva doğmamıştı, bu nedenle sosyetik çevrelerde ağır makyajıyla dolaşırken hep rol yaptı, yapmacık gülücükler dağıttı etrafa, mutlu görünmeye çalıştı. Kendisini gerçekten seven birini aradı yıllarca ve bu esnada nice erkek geçti hayatından: Marlon Brando, Warren Beaty, John F. Kennedy, Arthur Miller, Joe Dimiacho, Frank Sinatra, Yves Montand… Fakat gerçek anlamda hiç mutlu olamadı Marilyn.
Beyaz perdede son olarak, bir baba gibi gördüğü ve çok sevdiği Clark Gable ile John Huston’ın yönettiği The Misfist (Uygunsuzlar - 1961) ve George Cukor’ın çektiği Something’s Got to Give (1962) adlı filmlerde görülen Marilyn; hayatına son verişinin ardından hayran kitlesini ve çevresindekileri yasa boğdu, 20. yüzyılın en popüler starı ve dahası en trajik figürü olarak tarihe geçti.
hakanbilge@sanatlog.com
Başlıca Filmleri:
The Asphalt Jungle (Elmas Hırsızları – 1950 – John Huston)
All About Eve (Perde Açılıyor – 1950 – Joseph L. Mankiewicz)
Clash by Night (Gece Çarpışması - 1952 - Fritz Lang)
Don’t Bother to Knock (1952 - Roy Ward Baker)
Monkey Business (Maymun Aklı – 1952 – Howard Hawks)
Niagara (1953 - Henry Hathaway)
Gentlemen Prefer Blondes (Erkekler Sarışınları Sever – 1953 – Howard Hawks)
How to Marry a Millionaire (Bir Milyonerle Nasıl Evlenilir - 1953 - Jean Negulesco)
River Of No Return (Dönüşü Olmayan Nehir – 1954 – Otto Preminger)
The Seven Year Itch (Yaz Bekârı – 1955 – Billy Wilder)
Bus Stop (Otobüs Durağı – 1956 – Joshua Logan)
The Prince and the Showgirl (Prens ve Şovkızı - 1957 - Laurence Olivier)
Some Like It Hot (Bazıları Sıcak Sever – 1959 – Billy Wilder)
Let’s Make Love (Gel Sevişelim – 1960 – George Cukor)