Salak Memo ve Çağdaş Aşiret Kültürü
Pek sık yaptığı bir iş değildi ama Salak Memo bir gazetedeki haberi okuyordu. Genellikle olaylarla ilgilenmezdi, yaşamı zaten zordu. Bilmesi gerekenleri televizyondan ya da tanıyıp güvendiği kişilerden kolayca öğreniyordu. Açıklamaları pek umursamıyordu. Büyükleri saymayı, onların söylediklerini tartışmadan kabul etmeyi, aşiretin isteğine asla karşı gelmemeyi yaşamanın temel yasası olarak çocukluğunda öğretmişlerdi ona. Çok büyük bir kente gelip eski dünyasından uzaklaşması onu yeni bir insan yapamamıştı. Aylardır işsiz olması kimsenin suçu değildi. Hiç değilse dağıtılan kömürler, erzak paketleri, yeni zenginlerin küçük hizmetler karşılığında bağışladığı yardımlar vardı. Karısı ve beş çocuğuyla aç kalmıyordu çok şükür. Aykırı görüşlerle karşılaşınca sanki elindekileri de kaybedecekmiş gibi öfke duyuyordu. Karşılaştığı aydın tipli, tepeden bakan, ona akıl vermeye kalkan, dediklerini pek de anlamadığı kişilerden hiç hoşlanmamıştı. “Konuşup çekip giderler, bir işin ucundan tutmazlar, adama değer vermez, bol bol akıl verirler” diyordu.
Başlangıçta ona çok kızdıysa da Salak Memo’ya bu adı, karşılaşıp biraz sevdiği eğitimli gençlerden biri takmıştı. “Mahmut Abi, kusura bakma da bu halde yaşıyorsun, okuyup yazman var, ne olup bittiğini görüyorsun, sen yokluk içinde, birileri sürekli zenginleşiyor, kendilerini zenginleştirmenin ilmini yapıp bunu sürdürmenin düzenini kuruyorlar, sen hala onlardan yardım bekliyorsun, hani dünyadan hiç haberi olmayan kara cahillerden biri olsan, ya da bozuk dönen çarklardan üç beş kuruş çıkarabilsen anlayacağım ama bu durumuna söyleyecek söz bulamıyorum. Senin gibilere adları ne olursa olsun ‘Salak Memo’ diyorum ben.”
Bunları bir başkası söylese Mahmut onu fena yapardı. Bu çocuk farklıydı, sesini çıkaramadı. Zamanla içindeki Salak Memo’yu tanıdı. Bazen biraz sevdi, çoğunlukla da kızdı. Kendine ve kendi gibi olanlara öfkesi, hiçbir zaman onlara aptal diyenlere duyduğu nefrete yaklaşamadı. İster akıl vermeye ister salaklığını yüzüne vurmaya kalksınlar, bu tondan konuşanlara hep “Evet, ben Salak Memo olabilirim, ama kimse bana böyle seslenemez” diye kızıp köpürdü.
….
Aydın kendini biraz yorgun hissediyor, bu yaşta soluğunun niçin böyle çabuk kesildiğini anlayamıyordu. “Belki de çok hızlı koştuğumuz için” diye düşündü. Her an iletişim içinde olunca bazen dakikalar saatler gibi yoğun geçiyordu. İnsanların oranlarla anlatılmaktan kurtulması gerektiğini düşünüyor, toplumun yüzde kaçının aptal olduğunu merak etmemeye çalışıyordu. Okumayı seven ve kafasının iyi çalıştığını düşündüğü Mahmut’un bile günü kurtaracak yardımlar dışında bir yol görmemesi iyice canını sıktı. Durumu kendince anlamaya çalıştı. Gözünün önüne büyük kentlere göçüp dışlanmış yaşamlar süren köylüler ve onlara aşiretlerinin buyruklarını cep telefonundan kısa mesajla gönderen eski ağalarının karikatürü geldi. “Eski düzen yeni biçimlerde sürüyor. Çağdaş aşiret kültürü kentlerde yeni bir ortaklığın temeli oluyor, eskiden yoksulluktan ağanın toprağında çalışmak zorunda kalan garibanlar, şimdi işsizlikten ve iş bulma umutlarının tümüyle ortadan kalkmasıyla onurlarını da yitiriyorlar. Yeni büyük ağaların küçük sadakalarına muhtaç oluyorlar.”
Aşiretlerin yoğun olarak hâkim olduğu bölgeleri koruyarak aşiret reisi ve ağa çocuklarını Osmanlı kültürüyle yetiştirmek amacıyla Sultan II. Abdülhamit 1892′de Mektebi Aşiret-i Hümayun’u açmış. (1)
Çağdaş aşiret kültürü. Böyle bir kavramın geçerliliği olabilir miydi? Bir “Türkiye Aşireti” mi kurulmak isteniyordu? Dindar nesil yetiştirme çabalarının amacı neydi? Üç çocuk yapma, kürtaj ve sezaryenden uzak durma, alkol kullanmama, kız erkek aynı evde kalmama, aykırı bulduklarını engelleyip ihbar etme çağrıları insanlara sorgulamayı unutturup tek bir yöne çevirmeyi mi amaçlıyordu? Toplumu aşiret kültürü benzeri bir yaklaşımla kaplayarak sessiz, söz dinleyen, karşı çıkmayı bilmeyen bir seçmen çuvalı yaratmak mı isteniyordu? Oysa sorgulayıcı, neden gösterici bir yaklaşımla toplumun etkinleştirilmesi, düşüncenin, bilimin, emeğin önünün açılması gerekmez miydi? Uzlaşma ancak böyle, karşıdakine saygı duyup anlamaya çalışarak, açıklamalar yaparak olmaz mıydı?
Tarihi ve yaşanmakta olanı çok iyi bilmese de özellikle kırsal alanda korunan eski tip ilişkilerin yeni İnternet’teki sanal cemaat ortamında bir anlamda sürebileceğini düşünüyordu. Bu durum nasıl başlamıştı? Her araç iyi ve kötü amaçlarla kullanılabiliyordu. Bir kâğıda yazılan not gerçeği yansıtabileceği gibi yalan da olabilirdi. Gazete, televizyon, İnternet haberleri gibi bilgisayar ve cep telefonlarına gönderilen mesajlar da doğru ve yanlış olabilirdi. Merkezi güç tüm teknolojik olanakları dürüstlüğü yasaklamak ve çağdaş aşiret kültürünü yaygınlaştırmak için kullanabilir miydi?
Büyük güç İnternet’i kontrol ettiğinde 1949′da canlandırılan 1984′ten bile daha derin bir karanlık mı başlayacaktı? (2)
….
Mahmut biraz zorlansa da haberi (3) okuyor, olup bitenleri anlamaya çalışıyordu.
Her şey bir salı sabahı başlamıştı. Yolsuzluk ve rüşvet soruşturması için düğmeye basılmış, sonrasında her gün yeni gelişmeler yaşanmış, tasfiyeler başlamış, istifalar olmuş, karşılıklı açıklamalar yapılmıştı.
Önemli iddialar varmış. Rüşvet çarklarının kara para aklama, altın kaçakçılığı gibi suçlar için döndüğü, para transferlerinden pay alındığı, engellerin de aynı yöntemlerle aşıldığı öne sürülüyormuş. Evlerde para sayma makinesi, çok sayıda çelik kasayla bir ayakkabı kutusunda para bulunmuş. Gün bitmeden karşı bir hamleyle operasyonu gerçekleştirenlerin de aralarında olduğu müdürler görevden alınmış. Yerlerine hemen yeni atamalar yapılmış, soruşturmaya ek savcılar atanmış. Bunların soruşturmaya müdahale olduğu söylenmiş. Gazeteciler işten atılmış. Tasfiyeler diğer kurumlara da sıçramış. Soruşturmada toplam 26 kişi cezaevine gönderilmiş. Birçok zanlı da serbest kalmış. Adli Kolluk Yönetmeliği’nde değişiklik yapılarak adli amir, savcı yerine emniyet müdürü ve vali olmuş. Hukuk çevreleri buna büyük tepki göstermiş. İptali için davalar açılmış. Emniyetin kapıları muhabirlere kapanarak basın odasını boşaltmaları istenmiş. “Herhangi bir yolsuzluk veya yanlışlık söz konusu olursa bunların üstü falan kapanmaz, kapanamaz” açıklaması yapılmış. Ardından bakan istifaları gelmiş. Bir bakan, başbakanın da istifa etmesi gerektiğini söylemiş. Bu arada ikinci bir soruşturma yürütüldüğü ortaya çıkmış. Gözaltı listesinde başbakanın oğlu için de ifade davetiyesi varmış. Ancak polisler gözaltı emrine uymamış. Kolluk kuvvetleri hakkında soruşturma başlatılmış. Dosyadan alınan savcı soruşturma yapmasının engellendiği açıklamasını yapmış. Başsavcı da onu eleştiren ve suçlayan karşı açıklamada bulunmuş. Adli kolluk yönetmeliğinin anayasaya aykırı olduğu söylenmiş. Kimliği belirsiz bir kişinin mali şube bilgisayarlarına girdiği söylenerek inceleme başlatılmış.
Yolsuzlukları protesto için Taksim’de düzenlenen eyleme polis müdahale etmiş. Çok sayıda kişi yaralanmış ve gözaltına alınmış.
Gerçeği görmek hiç kolay değildi. Her açıklamaya karşı tam tersi bir başkası yapılabiliyor, yavuz hırsızlar gariban evlerin sahiplerini bastırabiliyor, saraylara kimse giremiyordu. Olanlarda bir yanlışlık olmalıydı. Son dönemlerde yaşananları düşündü. Meydanların, caddelerin ve sokakların, sıradan insanların üzerine ne çok biber gazı sıkılmıştı. Kentte yaşayıp gözleri bu karanlık sisin içinde yaşarmayan, püskürtülen ilaçlı suları görüp yolunu değiştirmeyen insan neredeyse kalmamıştı. (4, 5, 6, 7) “Komplo, komplo, iç odaklar, dış odaklar deyip duruyorlar, onlar mı basıyor üzerimize bu gazları? Onlar mı getirip vermiş bu adamlara kutulara saklanan bunca parayı?” diye düşündü Mahmut.
….
Mahmut yoksulluk ve işsizliğin, başkalarına yalvarmaya ve sadakaya bağlı bir yaşamın çocuklarının da değişmez kaderi olabileceğini düşünüp deli gibi korktu. Genç arkadaşı sanki yanındaymış gibi onunla konuştu. “Aydın kardeş, Salak Memo olabilirim ama bu halkın yüzde kaçı öyle olursa olsun, ben aptal değilim” dedi. “Emaneti yağmalayanları bağışlamam, çocuklarımın geleceğini düşünüp bağışlamam. Ben artık aptal değilim!”
Mehmet Arat
mehmetarat@ymail.com
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.
1. Azınlık Okullarından Aşiret Mektebi’ne İstanbul’un En Gözde 100 Okulu,
http://www.millihaberler.com/yasam/azinlik-okullarindan-asiret-mektebine-istanbulun-en-gozde-100-okulu-h2785.html
2. Mehmet Arat, 1984, 1949′dan 2024+X’e,
http://sanatlog.com/sanat/1984-1949dan-2000xe
3. Fatih Yağmur, Türkiye’yi sarsan 12 gün,
http://www.radikal.com.tr/turkiye/turkiyeyi_sarsan_12_gun-1168406
4. Mehmet Arat, Taksim’siz Bir Mayıs,
http://blog.milliyet.com.tr/taksim-siz-bir-mayis/Blog/?BlogNo=413805
5. Mehmet Arat, Bir Taksim Polisiyesi,
http://sanatlog.com/sanat/bir-taksim-polisiyesi
6. Mehmet Arat, Kadınlar Nerde?,
http://sanatlog.com/sanat/kadinlar-nerde
7. Mehmet Arat, Türkiye CNN’de,
http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/turkiye-cnnde-24247