Belki de insanlığın, sevginin, inançların, etik değerlerin, hukukun, yaşamın bu derece aşındırılmış olduğu bir ortamda kitaplardan söz etmenin hiç anlamı yok.
Oktay Akbal suçumuz insan olmak demişti. (1)
Ama en azından benim bilebildiğim kadarıyla, hiçbir normal dönemde insan olmak bu kadar ağır ve örgütlenmiş bir saldırıyla karşılaşmamış, kendi değerlerini başkalarına ve sisteme zarar vermeden savunmaya kalkanların üzerine böyle acımasızca gidilmemişti. Karşıt görüşler geçmişte de, özellikle güçlendikleri zamanlarda yönetenlerin çok ağır baskılarıyla karşılaşmışlardı. Tüm kurallarla birlikte kendi koyduklarını da tanımayan tek kutuplu bir kutuplaşmanın hedeflenmesinin ise, oldukça yeni ve yaratıcı bir buluş olduğu söylenebilir.
Türkiye’nin yönetiminde hiçbir şekilde söz sahibi olmadığım için kendimi çok şanslı buluyorum.
Büyük güç, büyük sorumluluk gerektirir.
Benim küçük bir gücüm bile yok. 21. yüzyılın artık haklara, özgürlüklere ve insan değerlerine saygılı olmasını umduğum dünyasında tutarlı bir birey olmaya çalışıyorum.
Gücün ne olduğunu görecek, biraz anlayacak kadar yaşadım. Ailede babanın, erkek ve büyük kardeşlerin gücünü, kendi çıkarlarını nasıl acımasızca dayatabildiklerini gördüm. Okulda güçlü çocuğun bazen isteklerini elde etmek, bazen yalnızca başkalarına eziyet ederek eğlenmek için yapabildiklerini gözledim. İş dünyasında hem ilkeli olmanın, hem de ayakta kalıp kazananların arasında kalabilmenin ancak çözümsüz denklemlerin aşılmasıyla bir araya gelebildiğinin bilincine vardım.
Güç, normal yaşamda politik örgütlenmelerle temsil edilir. Normal yaşam bittiği anda silahlar konuşur, güvenlik birimleri devreye girer.
Yaşam barıştır, ötesi savaştır, ölümdür.
Bir devlet devlet olacaksa, işe yarayacağı ilk alan barışı korumak olacaktır. “Yurtta barış, dünyada barış” demek, insanlık dilini öğrenmeye ve geliştirmeye çalışmak, kendi kurduğu düzenin gerçekten adil ve haklı olmasını sağlamak, insana değer verdiğini ve sorumluluğunu taşıdığı tüm yurttaşların haklarını ve özgürlüklerini koruduğunu göstermek.
Barışı korumanın ilk adımı insanı korumaktır. Tek bir yurttaşına bile evrensel hukuk sisteminin sınırlarının dışına çıkarak zarar verebilen bir devletin çürümesi başlamış demektir.
Bir devlet barışı koruyacaksa atacağı ilk adım kendi yurttaşlarını dinlemek, onları ortak değerler çevresinde birleştirmek olmalıdır.
Bir devlet barışı koruyamıyorsa çöküşü başlamış demektir. Büyük güç iktidardır. Küçük güçler diğer partilerdir. Milletvekilleri bu topraklarda yaşayan herkesin temsilcileridir.
Ortak bir gelecek ancak yaşamı savunarak, barışla kurulabilir. Dışarıda ve içeride yapılan yanlışların sonucunda yükselecek bir savaş ortamının neler götürebileceğini göstermeye ise, ne yazık ki şu ana dek yaşanan acılar bile fazlasıyla yetmiştir.
Güç, ekonomik yapılarla desteklenen, politik örgütlenmelerle temsil edilir. Türkiye’de yaşananların, yaşanacakların sorumlusu kimdir?
Okunan ve okunmayan, parayla satılan veya parasız dağıtılan, desteklenen ve yasaklanan kitapların geleceğimiz üzerinde bir etkisi olabilir mi?
….
Ücretsiz kitapların bir değeri var mıdır?
Bir zamanlar bir arkadaşım bir festivalde açacakları sergi için kısa bir broşür hazırlamıştı. Bu tek sayfayı izleyicilerle satmakla ilgili sözü hep aklımda kaldı:
“En azından sembolik bir bedel almalıyız. Yoksa bazıları hızlıca göz gezdirip hemen atıverir. Çoğu kişiyse bakmaya bile gerek görmeden direkt çöpe gönderir.”
Kendimi tüketim toplumunun iyi bir üyesi gibi hissetmiyorum. Bir satınalma kararı vermeden önce en az iki kez düşünürüm. Bu yaklaşımım yalnızca parasal maliyetle ilgili değil. Kişiliğim çevreyle aşırı etkileşime girmememi söylüyor. Gereksiz bir hareketle çevreye geri dönüşü olmayan bir zarar verme korkum var.
Ama geçmişte, birçokları gibi ben de bir doküman toplayıcısıydım, broşürler, örnek setleri, deneme teklifleri, ne olursa olsun almaya ve saklamaya hazırdık.
Bu durumun değiştiği kesin zamanı hatırlamıyorum, ama bir süre sonra, evrende bıraktığım gelişigüzel ayak izlerimi en aza indirmeye çalışmaya başladım. “Herhangi bir iz bırakıyorsan mutlaka bir anlamı olmalı” diyen bir duygu kazandım.
Karar anlarının kritik noktalarında, eğer benim için kesinlikle gerekli değillerse ve onları parasını ödeyerek de almaya hazır değilsem, bedava ürün tekliflerini reddetmeye başladım.
Küresel iletişim ve etkileşimin yeni dünyasında, Chicago Üniversitesi Yayınları’nın teklifini ilk gördüğümde günlük mesajların artan trafiği nedeniyle elektronik teklifleri de reddetme eğilimindeydim.
Ancak bu kez, önerilen ücretsiz kitabı istedim. Bu kitapların benim için bir değer taşıyabileceği, onları makul bir süre içinde en azından hızlı okumak için bir zaman bulabileceğim izlenimi edinmiştim. Üstelik elektronik kopyaların çevre etkileri yoktu ve onlar için fiziksel bie depolama yeri gerekmiyordu.
Böylece ücretsiz kitaplar serüvenim başlamış oldu.
….
Ücretsiz kitapların değeri var mıdır? Nasıl ölçülebilir?
Kitapların değeri farklı yönlerden tartışılabilir. Entelektüel, bilimsel, kültürel veya sanatsal ürünlerin ticari değerleri olarak. Yaygınlaştırmanın, etkileşimin, toplumsal etkinin veya geri bildirim oranının ölçülebilir değerleri olarak. Uluslararası bilimlerin standart yaklaşımlarıyla belirlenen akademik değerler olarak.
Sanat ürününün değeri genel arz ve talep eğrileriyle açıklanabilir mi? Üretim ve değişim sistemleri bu mekanizmaları standart ürünler için bile tam olarak açıklayamamaktadır. Sürekli iletişimin karmaşık dünyasında etkenlerin hiçbiri yanıtı tek başına veremez. Değer dinamikleri, açıktanımsız ürünlerin değerlerini anlamak ve bu değeri tanımlayabilecek yeni kriterler bulmak için kullanılabilir.
Sorulabilecek çok fazla soru bulunmaktadır. Yeni dinamik modeller için yeni üretim ve değişim biçimlerinin eğilim analizi tümüyle yapılabilir mi? Ödeme yapılmayan bir ürün değersiz midir? Bedel ödeniyorsa ve pahalıysa bir ürün gerçekten değerli midir? Sektörlerdeki işe başlama ve giriş maliyetleri hem standart ekonomi ürünleri, hem fikri mülkiyet hakları için geçerli midir? Sanatın ve edebiyatın işlevi nedir? Ekonomiyle ilgileri nedir? Bağımsız bireyler olarak sanat ve edebiyat üreticilerinin ve tüketicilerinin işlevleri nelerdir? Amaçları nelerdir? Ekonomiyle ilişkileri nasıl yönetilmektedir? Bir özgürlük sorunu var mıdır? Mevcut ve istenen durumlar arasında büyük boşluklar var mıdır? Sanat ve edebiyatın değerleri üzerindeki soruların sayısı sonlu bir değer midir?
….
Hızlı yaşamanın iletişim çağında, “Bilgisayarlı Yaşam Desteği” olmadan ayakta kalmak mümkün olmayabilir.
Bir zamanlar “Işık Hızında İnsan Olmak” sözü üzerine “Işık Hızında Ticaret” sözünü not almıştım.
Günümüz dünyasında fiziksel veya soyut bir varlığın ayakta kalabilmesi ticari bir değer taşımasına bağlıdır. Bu yüzden ticaret önemlidir.
Bu durum bariz bir paradoks yaratır.
En azından bazı ürünlerin, ahlaki ve ticari değerlerin arasındaki dengeyi korumak için ticari sistemin dışında tutulması gerekir. Ancak bu yaklaşımın mevcut sistemde kendisine bir yer bulabilmesi henüz çok uzak görünmektedir.
Öte yandan yaşam, iletişim teknolojileriyle yeni anlamlar kazanmaktadır.
Tıbbi desteklerden, sağlık uyarı ve izleme sistemlerinden söz etmeye çalışmıyorum.
Yaşamın bireyler için anlamının üzerine doğrudan odaklanıyorum. Kendini, bölgeni, dünyanı ve tüm bir evreni anlamak, varlığına bir anlam katmak, büyük sistemin bir parçası olduğunu hissetmek, onun hoş olmayan yanlarından bir bölümünü değiştirebileceğine inanmak.
Sosyal medya dünyanın her yanına yayılmış çok sayıda kişiyle iletişim kurma ortamını yaratarak yaşam için yeni fırsatlar vermektedir. Bu, birey için yeni bir yaşam biçimidir, yeni ve muhtemelen çok etkili bir varoluş biçimi.
Ücretsiz kitaplar yeni çağın büyük değerleri olabilir mi? Gelecek dönemde var olmanın standart ve kusursuz yolu olabilirler mi? Dünyanın her bir üyesinin açıklamaları ve soruları depolayacağı ve hızla büyüyen bir geliştirme çevriminin içinde yanıtlar ve yeni sorular alacağı bir etkileşim platformunu inşa edebilirler mi?
Entelektüel varlıkların değerini ölçmek için yeni bir değerlendirme sistemine ihtiyacımız var mı?
….
Görmemenin biçimleri var mıdır?
Olmayanı görmek, görmemekle aynı anlamı mı taşır? Var olmanın yeni bir biçimi var mıdır?
“Görmek ya da görmemek.“
Yukarıdaki açıklama John Berger‘in Görme Biçimleri kitabına dayanır. (2)
“Görme Biçimleri, yazar John Berger’in ve yapımcı Mike Dibb’in yönetiminde hazırlanmuş 30 dakikalık dört bölümlü 1972 BBC yapımı bir televizyon dizisidir. Dizinin senaryosu uyarlanarak aynı adla kitap olarak da yayımlanmıştır. Dizi ve kitap, geleneksel batı kültürel estetiğini görsel malzemelerde gizlenmiş ideolojilerle ilgili sorular sorarak eleştirir. Dizi, batının sanatsal ve kültürel ölçütlerine daha gelenekçi bir bakışı temsil eden Kenneth Clark’ın Uygarlık dizisine kısmen bir cevaptır.”
Görme biçimleri her zaman belirli bir oranda görmeme biçimleri içermiştir. Ancak, günümüzün küresel iletişim köyünde, görmeme biçimlerinin görme biçimlerine karşı egemen olması için harcanan çabaların gücüne tanık olmak benim için şaşırtıcıdır.
İster söz, ister ses, ister görüntüye yaslansın, sanatın tüm dalları bir biçimde gerçekliği yansıtır. Daha doğrusu onun seçilmiş bir bölümünü, üstelik de dönüştürerek, değiştirerek, hatta çarpıtarak sunar.
Bir açıdan bakınca yöneldiği gerçeği anlar, yorumlar, açıklar, anlatır.
Bir başka yorumla da anlamaz ya da bilerek anlamamış gibi yapar, çarpıtır, karmaşıklaştırır, anlaşılamaz bir duruma getirir.
Bu anlamda “Görme Biçimleri” kendi içinde “Görmeme Biçimleri” taşır.
Bir yanı gösterirken her yanı sise boğar.
Gerçeği onu anladığını sanan gözlerden saklar. Büyük bir neşeyle, tadını çıkararak saklar.
Gözümüzle gördüğümüze daha kolay inanma eğiliminde olduğumuz için görsel sanatlarda bu etkinin önemi artar.
Egemen düşüncelerin peşine takılmış kalabalık izler her yanı kaplar.
Toplumsal çatışmalarla aşınıp yıpranan dış dünyayı anlamak, yorumlamak zorlaşır. Arayışlar içe döner. (3)
….
“Işık Hızında İnsan Olmak” mümkün müdür?
Belleğim iyi değil. Her şeyi unuturum. Yazmak bu yüzden benim için çok değerlidir. Her zaman notlar alırım. Dijital dünyanın arama seçeneğine hayranlık duyarım ve çok severim. Ancak, arananın bulunabilmesi sonucu önceden garanti edilebilen bir işlem değil. “Işık Hızında İnsan Olmak” sözünün kaynağını bulamadım. Bulabildiğim tek bağlantı Jane Friedman‘ın bloguyla ilgili notlarım oldu. (4)
8 Şubat 2024, @JaneFriedman. “Elektrik Hızında İnsan Olmak” notunuzu gördüm, “Işık Hızında Düşünmek” geldi aklıma. Sanırım insan olmak daha zor.
27 Mart 2024, @JodyHedlund. Bu çok insanca sanırım. Jane Friedman’ın “Elektrik Hızında İnsan Olmak” notu için bir örnek olabilir. Paylaşmanın yaşamak olduğuna inanıyorum.
“Işık Hızında Ticaret” ve “Sürekli Tedarik ve Ömür Boyu Destek” çalışmalarını da hatırladım. Bir makale bu konuyla ilgili olarak ABD ve Japonya’yı karşılaştırmış:
“Bu makale, 1985’te ABD’de geliştirilen ‘Sürekli Tedarik ve Ömür Boyu Destek’ insiyatifinin uygulanmasına dayanan elektronik iş alanında, ABD ve Japonya’da savunma tedarik ve operasyonel destek işlemlerinin kâğıt yerine elektronik ortam kullanarak yapılarak geliştirilmesi çalışmalarını raporlar ve karşılaştırır. Bu insiyatif muhtemelen ilk elektronik iş uygulamasıdır ve bu yüzden e-iş etkinlikleri hakkında önemli dersler vermiştir. Genel bir özet ve iki farklı kültürel ve endüstriyel bağlamda nasıl uyarlandığı aktarılmıştır. Sistemin Birleşik Krallık’ta kurulması için muhtemel seçenekler özetlenmiştir.” (5)
Günümüzde “Işık Hızında İnsan Olmak” kolay değil. İnsan olmak bilgi çağından önce de çok kolay değildi. Ama şimdi, tüm bilgi ve iletişim kanallarının varlığına karşın, dünyanın gerçekte neler yaşadığını ve neler hissettiğini anlamak çok zor.
Bir keresinde ışık patlamalarını özetlemeye çalışmıştım:
“Yaşamımız her an hızlanırken ‘Işık Patlamaları‘ ayrı bir önem kazanıyor. Binlerce yıl karanlıkta yaşayan insanlar ateşle aydınlandıklarında, eskiden el yazmaları ve duman işaretleriyle iletilen bilgiler matbaa ve elektrikten yararlanarak iletildiğinde başlamış değişim sürecinin yeni bir aşamasına girildi. Işık hızıyla haberleşen bir dünyada yaşamanın yeniden tanımlanması gerekiyor.” (6)
….
İster taş devrinde, ister dijital çağda olsun, “Düşünüyorum, o halde varım.” (7, 8, 9)
Işık hızında da öyle midir, yoksa farklı mıdır?
“Düşünüyorum, o halde yazıyorum. Yazıyorum, o halde varım.“
Buradaki “yaz”, “oku” ile mi değiştirilmelidir ışık hızı frekansında?
Mağaralardaki ilk izlerden küresel çoklu ortam karmaşasının anında günlük yaratılmasına kadar, kim yazıyor, kim düşünüyor, kim yaşıyor? Niçin düşünüyor? Niçin yazıyor? Niçin yaşıyor?
Niçin?
….
Ücretsiz kitaplar serüvenim Chicago Üniversitesi Yayınları‘nın teklifini ilk gördüğümde başladı. O günden beri ilginç başlıklı pek çok kitap aldım, hepsine hızlıca bir göz attım, kendi kendime “Ne kadar ilginçler, en kısa zamanda onları okumalıyım” dedim.
Ama bugüne dek kitapların hiçbirini okumadım. Kötümser değilim. Günün birinde bazılarını okuyacağımdan eminim. Bu durum yalnızca yoğun programımdan kaynaklanan normal bir gecikme!
Agatha Christie‘nin Hercule Poirot romanlarından birinde Bay Hastings’in Manş’ı geçerken yapılan deniz yolculuklarıyla ilgili bir yorumunu ve ilgili sahneyi hatırlıyorum. Yolculukların süresiyle ilgiliydi, başlamak için çok kısa, hiçbir şey yapmamak için çok uzun.
Bu yolculuklar sırasında hiçbir şey yapmamaktan yakınıyordu. Başlangıçta zamanının herhangi bir şey yapmak, çevreye bakıp keyfini çıkarmak veya bir kitap okumak için yeterli olmadığını düşünüyordu. Geminin içinde hep bir yerden diğerine koşturup durduğunu, bu duyguyla gemide geçen zamanı boşa harcanmış gördüğünü söylüyordu.
Bu durum çoğumuzun yaşam yolculukları için de geçerli değil mi? Yaşamak istediğimizi yaşamak için gerekli zamanı bulabiliyor muyuz?
….
Chicago Üniversitesi Yayınları‘nın sitesinde bir tanıtım var. Aşağıdaki alıntılar orada verilen bilgilerden geliyor:
“1890’daki başlangıcından beri Chicago Üniversitesi’nin üç ana bölümünden biri olarak Yayınevi, görevini en üst standartlardaki bilimsel bilgiyi yaygınlaştırmak ve eğitimi geliştirecek, genel anlayış düzeyini yükseltecek, kültürel yaşamı zenginleştirecek nitelikli çalışmaları yayımlamak olarak benimsemiştir.”
“Kitaplarımız ve dergilerimizle yalnızca geleneksel disiplinlerin içlerindeki ve aralarındaki akademik iletişimi geliştirmenin yollarını aramıyoruz, ayrıca, Chicago Üniversitesi’nin deneysel geleneğine de bağlı kalarak, bilginin ve entelektüel çalışmanın yeni alanlarının tanımlanmasına yardımcı olmaya çalışıyoruz.”
“Yayınevimiz ayrıca baskı ve elektronik teknolojilerindeki yenilikleri izlemekte, yayınlarımızın biçiminin okuyucularımızın ihtiyaçlarını karşılaması zorunluluğunu dikkate almaktadır.” (10)
Ücretsiz kitaplar kültürel değişimin ve uluslararası programların başarısı için önemli bir destek olarak değerlendirilebilir mi? (11)
….
Chicago Üniversitesi Yayınları arasında ilk ilgilendiğim kitap “Fransızca Düş Görmek“, “Jacqueline Bouvier Kennedy, Susan Sontag ve Angela Davis’in Paris Yılları” kitabıydı.
“İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana sayısız Amerikalı öğrenci o görüşün çekiciliğine kapılmış, onların Işığın Şehri’nde yaşadıklarının etkisiyle değişmişlerdir. ‘Fransızca Düş Görmek’ o deneyimin ve bu olağandışı üç Amerikalı kadının yaşamlarını nasıl değiştirdiğinin öyküsünü anlatmaktadır.”
“Üç kadının her biri Amerikan kültürel, entelektüel ve politik yaşamında önemli kişilikler olacaktı. Ama Fransa’ya gitmek için gemiye bindiklerinde gençtiler, az tanınıyorlardı, geleceklerinden emin değillerdi, yalnızca Paris’in verebileceği kültüre, sofistikeliğe ve dramaya çekilmişlerdi. Yine de geçmişleri ve düşleri bundan daha farklı olamazdı.”
Jacqueline Bouvier: 1949–1950
“Jacqueline Bouvier sahneye yeni çıkmış yirmi yaşında bir gençti, varlıklı bir Doğu Sahil ailesinin Katolik kızı.”
Susan Sontag: 1957–1958
“Susan Sontag yirmi dört yaşındaydı, mütevazı gelirli bir Kuzey Hollywood ailesinden gelen erken gelişmiş Yahudi bir entelektüel. Paris onun için annelikten, başarısız bir evlilikten ve Oxford’da felsefe alanında yapacağı lisansüstü çalışmadan kaçtığı bir sığınaktı.”
Angela Davis: 1963–1964
“Angela Davis, Birmingham, Alabama’daki önde gelen bir Afrikalı Amerikalı aileden geliyordu. Birmingham’dan gelen tüm haberlerin benzeri görülmemiş ırkçı şiddet olaylarıyla ilgili olduğu bir yaz döneminde, katıldığı yurtdışı programı sırasında kendini oradaki tek siyah öğrenci olarak buldu.”
“Kaplan okuyucuları bu genç kadınların yaşamlarına, umutlarına ve tutkularına götürüyor. Paris’e giden yollarını izliyor. Keşiflerinin, entelektüel serüvenlerinin, dostluklarının ve orada buldukları aşklarının izlerini sürüyor.
“Her üç kadın için de Fransa geçici bir sevgi değildi. Kaplan‘ın gösterdiği gibi aksine, yurtdışında geçirdikleri yıl onları etkilemeyi sürdürdü, yaşamlarının geri kalan bölümü boyunca entelektüel ve kültürel biçimlenmelerinin önemli bir parçası oldu.” (12)
….
Bilgisayar çağında bile kayıt tutmak kolay değil ama hatırladığım kadarıyla Phoenix Poets (Biz de Anka Şairleri diyebiliriz) istediğim ilk kitaplardan biri olabilir.
David Ferry’nin “Stranger” (Yabancı) kitabından aşağıya dört dizesi alınan “A Charm” (Bir Büyü) orada okuduğum ilk şiir olabilir:
“Bir ikizim var benim adımı taşıyan
Utançla taşıyan adımı kendiyle”
“Ben cesurken, o korkaktı
O gerçeği söyledi; ben yalan” (13)
Phoenix Poets tanıtımında “düşüncenin niteliğiyle altı çizilen düşüncenin duygusu, hareket içindeki zihin, önemli konuların sunulmasındaki göze ve kulağa incelikle seslenen biçimsel ustalık”, “modaya aldırmadan yazılmış en iyi şiir kitaplarını yayımlamak isterken” “dizide somutlaşmış özelliklerden bazıları” olarak belirtiliyor.
“Phoenix Poets, Robert von Hallberg ve Press tarafından 1982‘de kuruldu. Amerikalı ve İngiliz özgün şairlerle kitap yayımlamaya 1983’te başladı. İlk yıllardan sonra Donald Davie’nin Toplu Şiirler’i (1990) ile yükselerek odağını Amerikalı şairlere kaydırdı. Phoenix Poets tarihin keskin farkındalığı ve şiirin olanaklarıyla sıyrılan kitaplar yayımlamayı sürdürmektedir.” (14)
….
İlk kitaptan beri, ücretsiz pek çok başka kitap aldım. Ne yazık ki, herhangi birini tam olarak okuyamadım. Öncelikler, öncelikler!
Bir açıdan bakınca bu, programın bir başarısızlığıdır. Kitapların hiçbiri bana bütün bir mesaj iletemedi.
Bir başka açıdan bakınca, bu yine de bir başarıdır. Chicago Üniversitesi Yayınları ve birçok, onlarca kitap hakkında bilgim oldu. Bu, bir kitapçıda kitapları karıştırmaktan ya da İnternet üzerinde kitapların tanıtımlarını ve alıntılarını okumaktan çok daha fazla bilgi veriyor.
Yanıt açık ve tek değil. Yaşamda, doğada ve insan topluluklarındaki herhangi bir yanıt gibi. Karmaşık ve dönüşen bir biçimi var. Bir yanıt değil, fakat bir dizi yeni soru. Okunabilecek herhangi bir kitap gibi. Ve bilinmeyenlerin ve bilgi parçacıklarının karmaşık bulutu bile görünür, kararlı ve kalıcı değil. Zihne dokunduğu anda buharlaşmaya başlıyor. Söylenen ya da işitilen, yazılan ya da okunan, gönderilen ya da alınan, paylaşılan veya kişisel tutulan herhangi bir söz gibi.
Yine de Chicago Üniversitesi yayınlarından bazı ışıltılı yansımalar alabildiğim için mutluyum.
Onları bir süre sonra, belki birkaç yıl, belki daha fazla, ama kesinlikle bir yüzyıldan fazla değil, hatırlayamayabileceğimi bilsem bile.
Bu yaşamdır, bugüne dek yaşadıklarımla bildiğim ve hissettiğim kadarıyla, öyle değil mi?
….
Sonuç olarak ne diyebiliriz? Ücretsiz kitapların değeri var mıdır? Mevcut ve potansiyel okuyucularının üzerindeki etkileriyle bu değer ölçülebilir mi?
….
Sanırım yazıyı Orhan Veli‘nin şiiriyle (15) bitirmek gerek:
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
….
İnsanlık “Bedava“.
….
Bu yazı, giriş bölümü ve Orhan Veli’nin yukarıdaki şiiri dışında, İngilizce yazılmış bir yazının (16) yaklaşık bir çevirisi. “Bedava” şiirinin çevirilerini İngilizce yazının yorum alanına eklemek isteyenler olursa mutlu olurum.
Mehmet Arat
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.
Notlar
- Oktay Akbal, Suçumuz İnsan Olmak,
- http://www.idefix.com/kitap/sucumuz-insan-olmak-oktay-akbal/tanim.asp?sid=B2GFS1SXG1WGITRT2UV4&gclid=CMXmx5H55MoCFWQq0wodpzwEgA
- Ways of Seeing, https://en.wikipedia.org/wiki/Ways_of_Seeing
- Mehmet Arat, Gormeme Bicimleri, http://sanatlog.com/sanat/gormeme-bicimleri/
- Mehmet Arat, My Tweetures 2024, https://mehmetarat2000.wordpress.com/2013/06/30/my-tweetures-2012/
- Tony Holden, Ruth A. Schmidt, Commerce at light speed – an international comparative evaluation of CALS strategy and implementation in the USA and Japan, http://www.emeraldinsight.com/doi/abs/10.1108/02635570110366014?journalCode=imds
- Mehmet Arat, Cocuklar ve Secmenler, http://sanatlog.com/sanat/cocuklar-ve-secmenler/
- 7. Mesut Selek, “Düşünüyorum; o halde varım…”, http://blog.milliyet.com.tr/-dusunuyorum-o-halde-varim——r-descartes/Blog/?BlogNo=75977
- René Descartes, Cogito ergo sum, https://en.wikipedia.org/wiki/Cogito_ergo_sum
- René Descartes, Cogito ergo sum, https://tr.wikipedia.org/wiki/Cogito_ergo_sum
- About the Press, http://press.uchicago.edu/press/about.html
- International Partnerships, http://harris.uchicago.edu/applied-experience/international-partnerships
- Alice Kaplan, Dreaming in French, The Paris Years of Jacqueline Bouvier Kennedy, Susan Sontag, and Angela Davis, http://press.uchicago.edu/ucp/books/book/chicago/D/bo8503445.html
- The University of Chicago Press, Chicago Shorts, Thirty Years of Phoenix Poets, 1983 to 2024, http://press.uchicago.edu/ucp/books/book/chicago/T/bo17321692.html
- Randolph Petilos, Acquiring Editor, Phoenix Poets, http://press.uchicago.edu/ucp/books/series/PP.htm
- Orhan Veli, Bedava, http://www.siir.gen.tr/siir/o/orhan_veli_kanik/bedava.htm
- Mehmet Arat, The Value of Free Books, https://mehmetarat2000.wordpress.com/2016/02/06/the-value-of-free-books/