GİRİŞ
21. yüzyılla birlikte gelen dinsel reform hareketleri, tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de etkilemiştir. Cumhuriyet üzerinde temellenen laiklik tartışmalarının ışığında tekrar ortaya çıkan İslamcılık ve demokrasi anlayışı, kendisine kadını bir başlık olarak eklemlemiştir. Din ve devlet işlerinin ayrılması vurgulanarak oluşturulan kutuplaşma, kadınların özel alanda olduğu kadar, kamusal alanda da ayrımcılığa maruz kalmasına neden olmuştur.
Cumhuriyet’in kurulmasının ardından cinsiyetler üzerinden oluşturulan örnek kişiler arasında kadınlar ön saflara itilmiştir. Oluşturulan “Cumhuriyet kadını” imgesine bağlı olarak, kadınlar arasında ikili bir yapı meydana getirilmiş, özellikle kılık-kıyafet üzerinden modernlik vurgulanmıştır.
Bugün Türkiye’de varlığı tartışılan İslami feminizmle ilgili olarak, modernizmle bağlantılı kıyafet üzerinden yapılan reform hareketlerine bakmakta fayda vardır. Çünkü bugünkü anlamdaki İslami feminist hareket ve feminist hareketin altının çizildiği alan genellikle kadınların başörtüsü üzerinde olmaktadır. Özellikle siyasi arenada ortaya çıkan başörtülü kadınların “kullanılması” meselesi, üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu konu, kadınların bu alanda “dinci” erkekler tarafından önemsenmediğini ve ayrıca siyasi amaçlar için dâhil olmalarına “izin verilmelerinin” ardından tabir-i caizse kapı dışarı edildiklerini göstermektedir.
Feminizmler arasında dünyadaki durumu açısından farklı bir noktada yer alan İslami feminizmin Türkiye boyutunun ayrıca incelenmesine ihtiyaç vardır. Çünkü, “feminist” sıfatı, İslamcı kadınların kendisi tarafından benimsenmekten ziyade, toplum nezdinde özellikle medya tarafından verilen bir “yakıştırma” olarak karşımıza çıkmaktadır. İşin problem boyutunu oluşturan bu durum, bu çalışmanın kapsamında yer almaktadır.
“Yıllarca, laiklik ve modernleşmenin kadınlara sağlayacağı haklar ve bunların kadının güvencesi ve mutluluğu için gereği yenilikçi, laik ideolojiler tarafından savunulurken, bugün Türkiye’de İslamcı düşünce çağdaş yaşamdaki bu iki unsuru –laiklik ve modernizm- kadınların aşağılanmasının ve sömürülmesinin nedenleri olarak görmekte ve bu söylem ile kadınları mobilize etmeye uğraşmaktadır. Nitekim, son yıllarda Türkiye’de gelişen feminist hareket ile İslamcı hareket arasında bazı noktalarda paralellikler olup olmadığı hususu da toplumsal bilimcilerin dikkatini çekmiştir” (Tekeli ve Sirman Eralp’ten akt. Acar, 2024: 75).
Türkiye’deki İslami hareketler ve feminizm bağlantısının incelendiği bu çalışmada, kadın cinsiyeti üzerinden oluşturulan ikili yapı, siyaset ve din ilişkisine bağlı olarak siyasetin içerisinde yer alan İslamcı kadınlar, siyasi boyutla birlikte gelen ve üniversitelerde kendisini gösteren başörtüsü hareketi, İslamcı kadınların çıkardıkları dergiler ile basını kullanma şekilleri, genel olarak İslami feminizm ve Türkiye’deki yansımaları inceleme başlıkları olarak yer almaktadır.
Cumhuriyet’in Modern ve Geleneksel Kadınları (Bir Madalyonun İki Yüzü)
Cumhuriyet’in kurulmasının ardından pek çok alanda bazı değişikliklerin yapılması bir zorunluluk olarak duruyordu. Kıyafet alanında yapılan değişiklikler de bunlardan biriydi. Kılık-kıyafet devrimi ise elbette yalnızca erkekleri kapsamıyordu. Kadınların da modern ve yüzü Batı’ya dönük birer birey olabilmesi için dış görünüşlerinde değişiklikler yapmaları gerekmekteydi. Bu nedenle, özellikle erkeğe özgü olduğu düşünülen pek çok kıyafet kadınların da hizmetine sunuldu.
Dönem içerisinde Halide Edip Adıvar, Sabiha Gökçen gibi kadınlar, Atatürk’ün yanında yer alarak kıyafetlerindeki değişimleri Cumhuriyet Türkiyesi’ne tanıtmışlardır. Bu kıyafetler incelendiği zaman kadına ait pek fazla özellik taşımadıkları görülmektedir. Diğer taraftan erkekleştirmekten ziyade bir cinsiyetsizleştirme politikasının izlendiği de bir gerçektir. Bol pantolonları, ceketleri ve şapkalarıyla kadın cinsiyetinden uzak bir Cumhuriyet kadını profili çizildiğini görmek mümkündür. İlerleme ve modernleşme gereği yapılan bu inkılaplar, Türkiye’nin bir uyum süreci içerisine girmesini zaruri kılmıştır. Bu uyum süreci içerisinde ise karşılaşılan problemlerden biri, kadınlar arasında kıyafet üzerinden oluşturulan “modern” ve “geleneksel” ayrımıdır. Bu ayrımın yalnızca kılık-kıyafet üzerinden olmadığını Kurtoğlu (2005:208) şöyle ifade etmektedir:
“Nedenini anlayamadıkları bir şekilde, yaşadıkları dünyayı kendileriyle anlamlandırdıkları bildik, tanıdık kodları iptal edilen, dolayısıyla anlam dünyalarını yitiren yeni Cumhuriyet devletinin yeni yurttaşları, Batılı kodlar sisteminin kendilerine dayattığı dünyaya, bu dünyanın diline, zamanına, ilişkilerine, ölçülerine yabancıydılar”.
Modern olanın seküler olmasının yanında akla ve mantığa dayalı olan olarak vurgulanması, bu çemberin dışında kalanların “gerici”, “cahil” vs. gibi sıfatlarla anılmasına neden olmuş, kadınlar da bu sıfatlardan nasibini alan cinsiyet kategorisini oluşturmuşlardır.
Ancak burada gerek “modern” gerekse “geleneksel” olsun iki grubun kesişim noktası olduğunu söylemek gerekmektedir. Bu tezahür özellikle İslam ve İslam’ı yaymak adına çalışmalar yapan kadınlar ile Cumhuriyet’in koruyucusu konumundaki kadınların bir yola baş koyması şeklinde görülmektedir. Amaçlar farklı olmakla birlikte, İslamcı kadınlar ve Kemalist kadınların kendilerine yükledikleri “dava kadını” sorumluluğu kadınların Türkiye tarihi içerisindeki durumunu anlatmak açısından önemli bir noktaya işaret etmektedir.
Başörtüsü Üzerinden Gelen Eksik Feminizm
Feministler açısından kendi içerisinde çelişkili bir durum olarak görülmekle birlikte, kamusal alanda kadınların başörtüsü hareketi İslamcı kadın hareketinin gelişmesine büyük katkı sağlamış olduğundan feminist hareket içerisine dahil edilebilmektedir.
Barbarasoğlu’ndan aktaran Çaha (2010:307); 1950lerin başında tıp fakültesi öğrencisiyken kapanan ilk kız öğrencinin Hümeyra Ökten olduğunu ve başörtülü şekilde doktorluk yapamayacağı için işini bıraktığını söylemektedir. 1960lı yıllara gelindiğinde ise, üniversitedeki başörtülü kızların sayısı artmaktadır. 1968 yılında gerçekleşen Hatice Babacan meselesi[1], medya tarafından ele alınmış ve geniş kitlelere ulaşmıştır. Başörtüsünün “türban”a dönüşmesinin temellerinin bu tarihte atıldığını söylemek yanlış olmaz.
Sonrasında Şule Yüksel Şenler’in öncülüğünde dönüştürülen tesettür giyim “modası” kamusal alanda başörtüsünün anılmasını sağlamıştır. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konferanslar veren, “Huzur Sokağı” isimli bir romanı da olan Şenler, kamusal alanda kadının başörtülü dolaşması hususunda çaba göstermiş, okumuş başörtülü kadın kimliği ile bu anlamda model oluşturmuştur.
1970li yıllara gelindiğinde İmam Hatip liselerinde kız sınıflarının açılmasıyla birlikte, kızlarını okula göndermeyen baba sayısında düşüş olmuş ve daha fazla genç kız öğrenci olmuştur. İlerleyen yıllarda eğitim seviyesi liseyle sınırlı kalmamış, kız öğrenciler babalarının karşısına üniversite talebiyle çıkmışlardır.
1980li yıllar ise, başörtüsünü politik alandan ayırmanın mümkün olmadığı yıllara işaret etmektedir. Çaha (2010:316-317) her ne kadar “kamusal yaşamda yer alma süreci, kadınlar için bir erkeğin arkasındaki ya da altındaki pasif obje olmaktan çıkma şansını getirmiştir” dese de, türban üzerinden oluşturulan siyaset, kadınların ikinci planda kalmasına ve çıkarlar gerçekleştirildikten sonra bir kenara itilmesine neden olmuştur.
Kadına yüklenen “politik bacı” kavramına (Çaha, 2024:317), bakmak bu anlamda yeterli olacaktır. Bacı kelimesi, kadının cinsiyetinden kaynaklı cinsel kimliğini bertaraf etmekte, erkeğe kardeş ve erkeğin korumasına ihtiyaç duyan kadın imgesini pekiştirmektedir. Eşitlikten ziyade belirgin bir bürokrasi vardır. Nitekim bu bürokrasi ilerleyen zamanda kadının hep aşağı sıralarda kalmasına neden olmuştur.
Türkiye’de başörtüsü üzerinden işleyen İslami kadın hareketi, 28 Şubat 1998 sürecinde belirgin bir hal almıştır. Başörtüsü yasağının üniversitelerde uygulanmaya başlamasının ardından, bu konuda kadınlar tarafından çeşitli eylemler yapılmış ve inançlarını özgür bir şekilde yaşamak istedikleri vurgulanmıştır. Bu dönemde başını örten pek çok genç kızın, ailesinden bağımsız bunu yaptıkları yapılan çeşitli çalışmalarda[2] dile getirilmiştir.
Bugün bu yasağın kalkmış olması, başörtülü kadınlar tarafından o günlerde verilen mücadelelerin karşılığı olarak görülmektedir.
Siyasetin Getir(eme)diği İslamcı Kadın Hareketi
Cumhuriyet sonrasındaki dönemde, çok partili hayata geçildiği 1950’li yıllar, Türkiye’deki siyasi görüş ve ideolojik duruş ayrılığının yavaş yavaş belirlendiği yıllardır. İslam ve kadın açısından da bazı değişikliklerin olduğu görülmektedir. Demokrat Parti döneminde İslamcı gruplar siyasete daha fazla dâhil olmaktadır. Ancak bu dönem, kadınların siyasette yer alabilmesi için yine de erken bir dönemdir.
1980li yıllarda yalnızca “inancını daha özgür yaşama” talebiyle ortaya çıkmış olan Müslüman kadın, 1990lardan sonra hem geleneksel İslami yapının hem de Kemalizmin kendilerine çizdiği sınırı ve onlar için belirlediği rolü eleştirerek “Müslüman görüntüsü” ile kamusal alanda var olma mücadelesi içine girmiştir (Yılmaz, 2024:807).
Müslüman kadınların geniş kitlelerle siyasi bir harekete katılımları ilk olarak 1994 yılındaki yerel seçimlerde Refah Partisi’ne (RP) seçim çalışmaları boyunca verdikleri destekte görüldü (Yılmaz, 2024:807). Kadınlar ev ziyaretleri yaparak kadınlardan çok fazla sayıda oy toplamış ve o dönemde pek çok kadın RP’ye üye olmuştur. Ancak Refah Partisi’nin iktidara gelmesinin ardından bu emekleri hiçe sayılmıştır. Örneğin Sibel Eraslan ve çevresi Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı seçimlerini örgütleyen önemli bir grup olmasına rağmen, Erdoğan’ın belediye başkanlığı seçimlerinden hemen sonra “feminist” olmakla suçlanarak belediyenin merkez organlarından dışlanmıştır (Arat’tan akt. Yılmaz, 2024:807). Ayrıca kadınların seçimlerdeki aktif rollerine rağmen, RP’den hiçbir kadın milletvekili seçilememiştir. Bu tür bir olay 30 Mart 2024 yerel seçimleri sonucunda da gerçekleşmiş, seçim esnasında daha fazla oy toplamak ve evlere daha rahatça girilerek, kadınlarla daha kolay diyalog kurulması için kadınlar çalıştırılırken, seçim sonucunda kadınların herhangi bir kademede yer alamayacağı yönünde açıklamalar yapılmıştır[3].
Erkeklerin siyaset sahnesinde başörtülü ya da İslamcı kadınları bir mağduriyet hikayesi olarak kullanmasının bir örneği ise Merve Kavakçı hadisesinde görülmektedir. 1999 yılında yapılan genel seçimlerde Fazilet Partisi tarafından aday gösterilen ve milletvekili olarak seçilen Kavakçı’nın meclise başörtülü olarak girmesi sonrası gerçekleşen olaylar, Kavakçı’nın bu noktada herkes tarafından yalnız bırakıldığını göstermektedir. Kavakçı, Başörtüsüz Demokrasi isimli kitabında durumu şöyle anlatmaktadır: “Bir başkanlık divanı toplanıyor, benim gıyabımda ‘şunu şunu yapsın’ deniyordu. Elimde olmadan şu soru kafamı kurcalıyordu: ‘Ben bir erkek milletvekili olsam, bu kadar rahat gıyabımda karar alınabilir, ‘şöyle şöyle olacak’ denilebilir miydi? (akt. Yılmaz, 808)”.
Kadınlar kamusal alanda başörtüleriyle görünür olmayı isterken, bunun siyaset içerisinden yapılmış olması, kadınların ikinci hatta üçüncü kez ayrımcılığa uğramasına neden olmuştur.
Kadın Dergilerinde Olmayan Kadın
Kadın dergileri, feminist bakış açısının yer alması sebebiyle önemli bir yerde durmaktadır. Bu nedenle İslamcı kadınlar tarafından yayınlanan ya da İslamcı kadınların çalıştığı dergiler de bu çalışmanın kapsamı içerisinde yer almaktadır.
Feride Acar’ın Kadın ve Aile, Mektup, Bizim Aile gibi dergiler üzerinde yaptığı incelemesi bu noktada aydınlatıcı olmaktadır. Dergilerin değerlendirilmesinin sonucunda kadının eğitimi ve çalışmasıyla ilgili olarak yer alan yazıların, kadının ev içi rolleriyle ilgili yazılardan daha az olduğu bulunmuştur.
Genel olarak bütün dergilerde kadın eğitim konusu, kadın çalışmasından ayrı düşünülmekte ve kadının kamu alanındaki bu iki tür varlığı farklı biçimde değerlendirilmektedir. Müslümanlığın, ilmin kadın erkek herkese farz olması anlayışından kalkarak kadınların eğitimine karşı çıkılmamakta, ancak kadının ev dışı çalışması çok daha az hoşgörü ile karşılanmaktadır. Kadının ev dışında çalışması çok defa ancak maddi zorunluluk karşısında çaresiz kalındığında kabul edilirken, bu durumda dahi temel koşul olarak İslama uygun biçimde çalışma zorunluluğu (yani erkeklerle temas etmemesi) aranmaktadır (Acar, 2024:77).
Başörtülü kadınların üniversite eğitimlerinin ardından çalışmaya pek sıcak bakmamasına yönelik bulgular Göle’nin eserinde şu ifadelerle yer almaktadır (2011: 137):
“Dinimize göre kadın evinin hanımefendisidir. Her türlü hizmette erkek ona bakmakla mükelleftir. Bu bir bütün olarak erkeğe yüklenmiştir. Erkek onu baştacı eder. Fakat Batı’daki çalışma hayatına, erkeklerin durumuna bakalım. Kadınlar çalışma hayatına girdikten sonra, bence hem maddi hem manevi yönden çok yıpranıyorlar. Kendilerini ispata çalışıyorlar, gene de her türlü şekilde yıpranıyorlar. Hem evde, hem işte çalışıyorlar. Beyleri dışarıda çalışıyor sadece. Bilemiyorum, evde bulaşık yıkayan erkekler varmış ama ben düşünemiyorum… Ben kendim şahsen çalışmayı düşünmüyorum. Kadının gerçek yerinin, yani benim yerimin evim olduğunu söylüyorum. Çalışma ailede çatlaklar, zaaflar meydana getiriyor. Evet, henüz genciz ilim şart, okumamız gerekiyor. Ancak daha sonra aileye hizmet etmek, okuduğumuz ilim çerçevesinde çocuk yetiştirmemiz gerekiyor”.
Tüm dergilerde ideal Müslüman kadın Batılılaşmış kadın imajına karşıtlığı ile sunulmaktadır. Burada bir yandan Batılılaşmış kadının mutsuz, ezilen, sömürülen kadın olduğu vurgulanırken diğer yandan da dejenere olmuş, ahlaki bakımdan çökmüş Batı’nın kadınlarını taklit eden Müslüman kadınların da onlar gibi olacakları, hem kendilerinin doyumlu olmayacakları hem de toplumda daima huzursuzluk kaynağı olup kargaşa çıkaracakları görüşü vurgulanmaktadır (Acar, 2024:79). Dolayısıyla yukarıda bahsedilen modern ve geleneksel kadın ayrımının keskinleştirilmesinde İslamcı kadın dergilerinin de payı vardır.
Bütün dergilerde Müslümanlıkta kadın ile erkeğin eşit olduğu vurgulanırken bu kavram Allah huzurunda eşitlik olarak tanımlanmaktadır. Allah huzurunda eşitlik temasının dünyadaki karşılığı ise cinslerin birbirlerinin tamamlayacağıdır (Acar, 2024:80).
İncelenen kadın dergileri göz önünde bulundurulduğunda, feminist hareket bağlamında bağımsız, özgür kadından bahsetmek olası değildir. İslami öğretilerin içerisine sıkıştırılmış, izin verildiği ölçüde hareket edebilen, çok hareket etmesi de kendi hayrına olmayan bir kadın profili söz konusudur. Genel İslamcı kadın anlayışında olduğu gibi dergilerde de “Tebliğ” esastır.
İslami Feminizm Ne Diyor?
İslami feminizm tartışmaları içerisine oturtmaya çalıştığımız Türkiye’deki İslamcı kadın hareketini daha iyi idrak edebilmek için dünyadaki tartışmalarına bakmakta yarar vardır.
İslami/İslamcı feminizm kavramı İran ve Arap bölgesinden dünyaya hediye edilmiştir. Afsaneh Najmabadeh, Haleh Afshar ve Mai Yamani gibi akademisyen ve yazarlar, bu kavramı kendi çalışmalarında dile getirmiş ve zamanla pek çok ülke tarafından kullanılmasını sağlamışlardır (Çaha, 2024:343-344). İran, Mısır, Ürdün, Endonezya, Filistin, Suriye, Lübnan, Pakistan, Malezya gibi pek çok İslam ülkesinde kadın hareketleri gerçekleştirilmiştir. Ancak bunun yanında yine bu ülkelerde kadına karşı uygulanan ayrımcılığın çok yüksek boyutlarda olduğunu söylemek mümkündür.
İslam feministlerine göre İslam dini ataerkil zihniyetle çevrelenen erkekler tarafından adeta esir alınmıştır. Onlara göre İslam kadınları ikincil konuma sokan yorum ve uygulamalardan arındırılarak özgürleştirilmelidir[4]. Bunun yolu ise Kur’an’ın ataerkil bir zihniyetle değil kadınlar tarafından yorumlanmasından geçmektedir.
İslamcı feministlere göre Allah nezdinde cinsiyet bir anlam ifade etmez O, insanı aynı özden yaratmış, ona aynı kapasiteyi (aklı) ve değeri (onuru) vermiştir. Cinslerden birinin zamanla ön plana çıkması ve diğerini görünmez kılması tamamen tarihsel ve sosyolojik koşulların gereğidir (Çaha, 2024: 346).
Türkiye’de Aranan Feminizm: İslami Feminizm
Türkiye’deki İslami feminizm dalgasının farklı şekilde geliştiği ortadadır. İslamcı feminist kelimesinin ilk kez Nokta dergisinde 1987 yılında yayımlanan “Türbanlı Feministler” dosya konusunda yer aldığı bilinmektedir. Dosyada Nazife Şişman, Yıldız Ramazanoğlu, Sibel Erarslan, Cihan Aktaş, Mualla Gülnaz ve Hidayet Şefkatli Tuksal gibi isimler yer almaktadır.
Ancak feminizmin meşum algısı İslamcı kadınları da rahatsız etmiştir. Bu nedenle üzerlerine “yapıştırılan” bu etiketten memnun olmamış ve feminist sıfatına o dönemde mesafeli durmayı yeğlemişlerdir. Ramazanoğlu (2005:812), sebebini şu şekilde açıklamaktadır:
“Feminist hareket kendi içinden yeni kuşaklar tarafından üstenci, elitist, beyaz, evrenselci, tek tipçi, dayatmacı ve dünya kadınlarının çoğunu ikna edememiş olmakla suçlanırken, İslamcı kadınlar feminist hareketle aralarına mesafe koymaktadırlar.”
Dönemi içerisinde bu tür bir tepki, feminist algısına bağlı olarak mazur görülebilir. Ayrıca Ramazanoğlu’nun bahsettiği feminizmin elitist tutumu da, İslamcı kadınların feminizmle aralarına kalın bir çizgi çekmeleri için makul bir sebeptir. Ancak Konca Kuriş ve İslami öğretilerle olan mücadelesi[5] feminizm açısından çok önemli noktalara işaret etmektedir. Bu nedenle kadınların kendileri bu sıfatı kabul etmeseler bile, kimi çabaları bu doktrin içerisine dahil olmaktadır.
Günümüzde Feyza Akınerdem, “başörtülü feminist olmak çelişki değil” açıklamasıyla diğer İslamcı kadınlardan ayrı bir yerde durmaktadır[6].
SONUÇ
İslami feminizmin dünyadaki gelişimi Türkiye’den farklı olmakla birlikte, Türkiye’de İslamcı kadın hareketi ve feminizm bağlantısı incelendiğinde bazı noktaların birleşmediğini söylemek mümkündür. Kadınların kendi inandıkları ve özgürleştiklerini söyledikleri şey uğruna bir mücadele vermeleri, genel anlamda feminist hareket içerisinde değerlendirilebilir. Ancak üniversitede eğitim hakkına sahip olmak için başörtüsünü savunan genç kızların, eğitimleri sonrasında evlenmeyi ve ev hanımı olmayı istemeleri kendi içerisinde tezat bir duruma işaret etmekte, feminist hareketi yarıda bırakmaktadır.
Ayrıca kadın hakları için çeşitli çalışmalarda bulunan isimlerin kendilerinin “feminist” olarak zikredilmesinden duydukları rahatsızlık, ataerkil egemen kültürün “feministlere” ve “feminizme” yükledikleri olumsuz anlamı devam ettirmekte olduklarının bir kanıtıdır. Öz itibariyle kadın ve erkeğin eşit olduğu felsefesine yaslanan feminizm görüşü, kimi İslamcı kadınlarda görülmemekle birlikte, kimilerinde ise desteklenmektedir. Bu da üzerinde uzlaşılmış bir İslamcı feminist yaklaşım olmadığının göstergesidir.
Ayrıca, Türkiye’de İslamcı feminizmden ziyade İslamcı kadın hareketinin varlığından bahsetmek olasıdır. Bu nedenle Türkiye’de feminizm ve İslam’ın mutsuz bir evliliği[7] olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Şeyda Koçak Kurt
Yazarın diğer yazıları.
Notlar
[1] Hatice Babacan, derste başörtüsünü çıkarmak istememiş, bunun üzerine fakülte yönetimi tarafından okuldan atılmıştır. Babacan’ın okuldan uzaklaştırılmasıyla ilgili çok fazla isim zikredilmekte, ancak bir mutabakat sağlanmadığından bu çalışmada herhangi bir isme yer verilmemektedir. Olayın ardından Çuha’nın aktarımına göre (2010:309); İlahiyat Fakültesi önünde boykota başlanmış ve boykot sonucunda Dekan Neşat Çağatay istifa etmiştir. Başka herhangi bir kaynakta bulamamakla birlikte istifa haberi için ayrıca bkz: http://www.milliyet.com.tr/turbanin—-yili—/hasan-pulur/yasam/yazardetayarsiv/20.01.2008/234897/default.htm (Erişim Tarihi: 19.01.2015).
[2] Bkz: Zerrin Kurtoğlu, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi ve Siyaset, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 6:201-216. Nilüfer Göle, Modern Mahrem, 2024. Feride Acar, Türkiye’de İslamcı Hareket ve Kadın, 1980’ler Türkiyesi’nde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, 2024:73-90.
[3] http://www.radikal.com.tr/politika/baskan_kadin_yardimci_olmaz_dedi_kadin_uye_istifa_etti-1185388 (Erişim Tarihi: 19.01.205) ve ayrıca bkz: http://www.radikal.com.tr/politika/bingol_belediye_baskanindan_kadin_yardimci_aciklamasi-1185497 (Erişim Tarihi: 19.01.2015).
[4] http://hu-wgs.org/2014/03/islamci-feminizm/ (Erişim Tarihi. 19.01.2015).
[5] Kur’an’ın yorumlanmasını eleştiren Konca Kuriş, İslamcı feminist olarak adlandırılmaktaydı. 1999 yılında Televizyonda yaptığı açıklamaların ardından Hizbullah tarafından kaçırılmış, işkence edilerek öldürülmüştür.
[6] http://www.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/137492-basortulu-feminist-olmak-celiski-degil (Erişim Tarihi: 19.01.2015).
[7] Heidi Hartmann’ın Marksizm’le Feminizm’in Mutsuz Evliliği eserine gönderme yapılmıştır.
Kaynakça
Acar, F. (2011). Türkiye’de İslamcı Hareket ve Kadın. Ş. Tekeli (Editör). 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. Beşinci Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları, 73-91.
Çaha, Ö. (2010). Sivil Kadın: Türkiye’de Kadın ve Sivil Toplum. İkinci Baskı. Ankara: Savaş Kitap ve Yayınevi.
Göle, N (2011). Modern Mahrem, Medeniyet ve Örtünme. İstanbul: Metis Yayınevi.
Kurtoğlu, Z. (2005). Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi ve Siyaset, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 6. İstanbul: İletişim Yayınları, 201-216.
Yılmaz, Z. (2011). Küresel İslam Hareketinde Kadının Yeni Temsil Biçimleri: Türkiye Örneği. Der: Serpil Sancar. Birkaç Arpa Boyu… 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
İnternet Kaynakları
http://hu-wgs.org/2014/03/islamci-feminizm/ (Erişim Tarihi. 19.01.2015).
http://www.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/137492-basortulu-feminist-olmak-celiski-degil (Erişim Tarihi: 19.01.2015).
http://www.milliyet.com.tr/turbanin—-yili—/hasan-pulur/yasam/yazardetayarsiv/20.01.2008/234897/default.htm (Erişim Tarihi: 19.01.2015).
http://www.radikal.com.tr/politika/baskan_kadin_yardimci_olmaz_dedi_kadin_uye_istifa_etti-1185388 (Erişim Tarihi: 19.01.205) ve ayrıca bkz:
http://www.radikal.com.tr/politika/bingol_belediye_baskanindan_kadin_yardimci_aciklamasi-1185497 (Erişim Tarihi: 19.01.2015).