Western-noir No Country for Old Men’de (2007, İhtiyarlara Yer Yok) Woody Harrelson’ın canlandırdığı arabulucu Carson Wells tiplemesi, Orson Welles’in sorunsallaştırıldığı bir dekor-karakterdir ve varlığı doğrudan film noir anlatıları ve onun bir tabu mahiyetindeki yönetmen konumuyla ilgilidir.
İlginç olan, Coen Kardeşler’in Carson’ı ya da Orson Welles’i soğukkanlı katil Anton’a (Javier Bardem) öldürtmeleridir. Nedir bu? Bir çeşit meydan okuma mı? Welles tarzı büyük filmlerin artık sonunun geldiğini ima etmek mi? Yoksa bir çeşit saygı duruşu mu? Bilinmez. Ama denebilir ki Welles’i takip eden ya da onun izinden giden bir sinema stili artık geride kalmıştır. Welles’in filmlerindeki derin odağın ve ışık-gölge sembolizminin yerini güneşli pastoral diyarlar ve taşranın lanetli kasabaları almıştır. Söz konusu olan Texas ve onun ölümcül kanunlarıdır.
Filmdeki sınır kasabası bahsi doğrudan Orson Welles’in zirve filmlerinden –ki film noir periyodunun son büyük filmi olarak kabul edilir– Touch of Evil (1968, Bitmeyen Balayı) ile ilgilidir ve anımsanabileceği gibi bu filmde olaylar Meksika sınırında geçmektedir. Eğer buradan yola çıkarsak Carson Wells’in öldürülmesini Welles’e bir saygı duruşu diye de okuyabiliriz.
Diğer yandan, Welles’in bir planı nasıl yarattığını düşünürken aynı zamanda öncellerinden ve çağdaşlarından ne denli ileride olduğunu da saptamış olursunuz. Abartı görünebilir; ama söz konusu Welles filmografisi olunca bu sözler hafif kalıyor, denebilir.
O sürekli araştıran, görsel gramerin sınırlarını zorlayan, deneyen, araştıran bir yönetmen kimliğiyle sinemalarüstü bir yere konumlanır. Adı film noir’la özdeşleşen bir sinemacı-figür olarak Alman ekspresyonizminden yararlanmakla birlikte ses, sinematografi, kurgu tekniği alanlarında devrimci, öncü filmler çekmesine karşılık döneminde Hollywood’daki birçok büyük sinemacı gibi layıkıyla anlaşılamamış, seyircinin yerine düşünen yarım akıllı Hollywood prodüktörlerinin gazabına uğramıştır. Erich von Stroheim ile Josef von Sternberg gibi o da Demokles’in kılıcının keskinliğiyle karşılaşacaktır. Greed’in (1924, Hırs) başına gelenler The Magnificent Ambersons’ın (1942, Şahane Ambersonlar) da başına gelecektir.
Bütün olumsuzluklar, dışlanmalar, sansürlemeler bir yana Hollywood ve Avrupa’da yaratıcılığını istikrarlı bir biçimde sürdürmeyi başarmıştır. “En tepede başladım ve çalışarak aşağı indim.” sözüne ben katılmıyorum. Çünkü tamamlayamadığı filmlere rağmen yarattığı küçük ama devasa filmografi sinemanın altın sayfalarında bütün görkemiyle parıldamaktadır. İlk filminden son filmine dek aynı yaratıcılık dürtüsü görkemli anlatılarına damgasını vurmuştur.
Scorsese, Touch of Evil hakkında şöyle der:
“Welles’in Mercury Thatre’daki radyo kariyeri onu bir film müziği (soundtrack) ustası haline getirdi. Bu filmi sadece dinleyin, gözlerinizi kapatıp olan biten her şeyi hayal edebilirsiniz.” (bkz: http://www.storytechfuture.com/…u-filmleri-izleyin)
Bütün bu söylediklerimizden sonra şunları ilave edebiliriz:
Coenler, sinema tarihinin en iyi birkaç filminden birini yaratan ve birçok sinema yazarı ve yönetmen tarafından belli başlı sinema dehaları arasında gösterilen Welles’in gölgesinde, onun büyüklüğünü de kabul ederek ve aynı zamanda noir stilini de özbilinçlilikle pratize ederek bu büyük ustayı anmışlardır. Ama bunun belli bir hesaplaşma anlamına da geldiği unutulmamalıdır.
Sözün özü film noir‘ın zirve ismi Orson Welles’e şapka çıkartan bir filmdir No Country for Old Men ve Coenler’in en iyi işlerindendir.
Hakan Bilge
Yazarın diğer yazıları ve twitter sayfası.