Yıl 2024, annem gene sokağa atmış beni, babam aracılığıyla, gene kim bilir hangi sebepten çıkan bir kavga yüzünden, hani çok sigara içtim de tüller kirlendi diye miydi, çok banyoda kaldım da çok tüp-su harcandı diye miydi, yoksa ekmeğin arasına çok peynir koydum diye miydi anımsamıyorum şimdi…
Sokaklarda yatıp kalkıyorum, tren garında, cami avlularında, parklarda. Gündüzleri ise belediye kütüphanesindeyim, hem kitap okuyorum zaman geçiyor, hem ısınıyorum böylece, sanırım kışa girerken bir zamandı. Hafızamda çok şey flu acı çektiğim dönemlere dair, pek anımsayamıyorum bu ve benzeri dönemleri. O kütüphanede keşfettim mesela, Turan Dursun’un şaheseri “Din Bu” serisini. O kitapları okuyarak, kafamda aşamadığım ama çelişkilerine dair soru işaretlerim olan din olgusunu çözdüm kendimde. Böylece sosyal demokratlıktan Marksist olmaya terfi edebildim, zaman içinde okuyup araştırıp kafa yorarak. İlk adım bu kitap oldu: “Din Bu-1”…
Ağır hastayım, henüz daha ilaç tedavisi yüzü görmemişim, obsesif kompulsif nevroz çöreklenmiş üstüme, depresif atak gırtlağa kadar, okul yeni bitmiş, askerliği yapmamışım daha ve kalıcı iş vermiyor zaten kimse fabrikada kendi branşımda lastik sektöründe, ne titrim gereği tekniker olarak ne de düz işçi. İş yok, para yok, böylece ekonomik bağımsızlık da yok, baba evinde arka odada yalıtılmış, yok sayılmış, hiçlenmişim ta askeri okuldan kendimi attırdığımdan beri…
Sokaklardayım, aç, umutsuz, öfkeli…Bir iş buldum sonra bir kırtasiye dükkanında, anamdan bin kat cimri bir adamın yanında…Üç beş ekmek parası çıksın diye, hem dükkan sıcak, hem öğle yemeği de veriyor muydu ne…
Bu işi bulmazdan önce, karnımı doyuran biri var: o zamanki sevgilim Bayan Ö.
Serçe kadar bir kız, kalbi ağır sıklet, gözleri ise Madagaskar…
O’ndan aldığım parayla karnımı doyuruyorum, sigara falan bir de…
Derken bir akşam, ah bir akşam…Bir hamburger dükkanları zinciri, kampanya yapmış, hamburgerler çok ucuz, canım çekmiş, gidip 2-3 tane almışım, bir de patates ve kola yanında,
İçersi tıklım tıklım, yemeğe gelenler, geyiğe gelenler, dostlar “marka” dükkanda görsün diye gelenler…Derken…
Kıçımı daha kor komaz sandalyeye, ağzıma tam bir lokma atacakken elimdeki hamburgerden, kapıdan pejmurde giyimli bir genç girdi ben yaşlarda, tam da kapının karşısındaydı masam, direkt bana yöneldi ve dedi ki: “ABİ AÇIM…”,
“ABİ AÇIM, BİR ÇORBA PARASI…”
Ah ulan bu yürek çatlayaydı, ah ulan bu yürek denizin dibini boylayaydı, bakakaldım elimde hamburger, ağzım yarı açık, şaşkınlık ve acziyet arası bir halde. Ben de açtım, zor bulmuştum bu elimdekini, ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemez halde bir iki saniye kalakalmışken, görevliler koluna girip çıkardılar dışarı genci.
10 sene mi olmuş ne bu olay yaşanalı, aklıma geldi bugün ki hep aklımın ve vicdanımın bir köşesindeydi, gittikçe derine batan bir iğne gibi. Şaşkınlığımı tez aşıp o genci masama buyur etmek, görevlileri uzaklaştırmak boynumun borcuydu insan olarak, kendim de aç olsam, açıkta olsam, paylaşmam gerekirdi yemeğimi, belki de en çok benim boynumun borcuydu, onun halinden en iyi anlayan kişi olarak o tıklım tıklım vicdansızlık, insafsızlık, duyarsızlık dolu yemek dükkânında…
Çok pişmanım… çok…
sekoengo@gmail.com
ARALIK 2024
Çok yalın anlatımlı, etkileyici bir yazı olmuş, tebrik ediyorum tüm içtenliğimle.
İçten yorumunuz için çok teşekkür ederim ben de…Saygılarımla…