Bu gözler neler gördü Orhan Pamuk’la ilgili, bu kulaklar neler işitti.
Bir canlı yayında “Burada Orhan Pamuk’un infazı var infazı,” diye bağıran çatlak profesörler mi? Benzer bir üslup ve öfke ile gazete manşetlerinden olmadık laflar edenler mi?
Sanki dil insanların uzun yaşamı içinde olumsal bir şekilde oluşmuş bir şey değil de Allah’ın kutsal bir emriymiş gibi yapan ve dolayısıyla onda yapılan hataların nasıl her şeyi silip süpürdüğünü gösteren Kemalistler, edebiyatçılar mı?
Kendi istediklerini söylemiyor, ortodoks bir Marksist argüman dillendirmiyor diye ona saygı duymayı reddeden ve itip kakan solcular mı?
“Sevmem ama iyi edebiyatçı” gibi ilginç argümanlar inşa edenler mi?
Elit bir zümreden geldiği, zengin bir aileye mensup olduğu, Nişantaşılı olduğu için ona ayak direyenler mi?
Bu zümreye ihanet ettiği için ona kızanlar mı?
Ermeni ve Kürt meseleleriyle ilgili söyledikleri yüzünden onu her fırsatta linç eden “sağcı”lar mı? Aldığı Nobel ödülünü bu “ihanete” bağlayanlar mı? Nobel’in koşulunun “vatana ihanet etmek” olduğunu söyleyenler mi?
Her demecinde AKP’ye neden yeterince sert eleştiri yöneltmediği için öfke nöbetlerine tutulanlar mı?
Bunlar ilk aklıma gelenler, ama sanırım tabloda yok yok. Peki, tüm bu ilginçliğin nedeni nedir?
Ama yetmez, tabloyu biraz daha netleştirelim.
Nobel ödülü almanın koşulunun vatana ihanet etmek olduğunu iddia edenlerin bir kısmı, Aziz Sancar ödülü aldıktan sonra bu argümanları unutup, Aziz Sancar’ı iştelediler. Yani, işte dediler, ideal Nobel sahibi budur. Aziz Sancar da ABD’den geldi ve vatansever Nobel sahipleri için kılavuz isimli eseri inşa etti: Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı’nı ziyaret etti; ülkü ocakları anılarını da basından takip edebildik.
Devletlu kesimin ona neden kızdığında anlaşılmayacak bir şey yok. Zira Ermeni ve Kürt meselesi gibi hassas noktalara değinmenin, hem de bunu dünya basınına malzeme etmenin basit karşılığı. Yalçın Küçük’ün infaz mangalığına soyunması, kimi çevrelerin onu yeni ve olası Yasin Hayallere hedef göstermesi, Kemalistlerin dil hataları avına çıkmasını böyle açıklayabiliriz. “Dil hataları” nedeniyle yapılan eleştiriler, siyasi değil edebi motifli olsa bile, bunu yukarıdaki dünya görüşünün bir uzantısı saymak, kanımca, mümkün.
İçinden geldiği zümrenin Orhan Pamuk’u sevmemesinde de anlaşılmayan bir şey yok. Kar romanında Atatürk’ü oynamak isteyen oyuncu tasviri, kitabın yayımlandığı dönemde de rahatsızlık uyandırmış, bu kişinin kim olduğu tartışılmıştı. Dolayısıyla içinden geldiği zümrenin de Orhan Pamuk’u sevmemesi, ona “gıcık” olmasında anlaşılmayan bir şey yok.
Hal böyle olunca, devletlu kesim, tıpkı Sur’da Sırp keskin nişancı fantastik-hikâyeleri üretmesi gibi, Orhan Pamuk için de Sabetayist, mason, Yahudi gibi envaiçeşit “iftira” ve kara propaganda geliştirdi. Bu da tamam.
Tüm bu kesimler içinde Orhan Pamuk’u eleştiren sosyalistler, yani devletlu olmayanları ise kanımca en çelişik kesimi oluşturdular. Çünkü yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, diğer tüm kesimlerin kendilerince, amiyane tabirle bir tür kuyruk acısı vardı ve bu nedenle Orhan Pamuk’u linç etmekte beis görmediler. İyi de peki solculara ne oluyordu?
Aslında bu soru, solun, içinden çıktığı ve yıllardır samimi bir mücadele verdiği kesimlerle ilişkisinin sınırlarına dair de iyi bir örnektir. Akla gelen ilk yanıt, Orhan Pamuk’un solun işine yarayacak hikâyeler anlatmadığı için eleştirildiğidir. Bu yazdıkları yerine o kadar da yetkin olmayan bir halkçılık, devrimcilik hikâyesi anlatsa kesinlikle daha çok sevilecektir Orhan Pamuk sol içinde.
Orhan Pamuk’a dönük hayırhah olmayan tutumun bir diğer nedeni de solun da içinde yetiştiği faşizan kültürden, maalesef, tam olarak kurtulamamış olmasıdır. Solcularımızın kahir ekseriyetinde bu çelişkinin izini görmek mümkündür. Söz konusu çelişki, konuşan herkesin, özellikle de solcu, demokrat, antifaşist, liberal vb. etiketlerle, söylediği şeyi en ‘sol’, en ‘Marksist’, en ‘devrimci’, en ‘hakiki’ çerçeveden söylemesi gerektiğini düşünmesi, beklemesidir; sonuç olarak bu beklentisi gerçekleşmediğinde de cevap olarak demediğini bırakmamasıdır. Örneğin, Orhan Pamuk “Solcuyum,” der ama solcudan şu yanıtı alır: “Hadi be, senin neren solcu?” Ya da yaptığı açıklamaları, örneğin, AKP’yi az eleştirmek veya devletin karşısına az geçmek gibi suçlamalarla itham eder. Bu da elbette, devletlu kesimin yaptığı şeyin çok uzağında değildir. Hele hele de Hrant Dink’i öldürenler açık açık Orhan Pamuk’u tehdit etmesine rağmen.
Elbette Orhan Pamuk’a dönük tepkiler bununla sınırlı değil. Örneğin, hakkını vermek için söylemek gerekirse, “Halk aydınına sahip çıkıyor” başlığı altında Orhan Pamuk’a destek kampanyaları düzenleyen sosyalistler de oldu. Yine yukarıda saydığımız kesimlerin belki de her birinden saygın pek çok davranış oldu, olmuştur. Bunları yok saymak için söylemiyorum; ancak her şeye rağmen Orhan Pamuk’u başka kimseyi olmadığı kadar eleştirme özgürlüğünün sonu gelmedi.
Son olarak belki medyanın, siyasi meşrebine göre, Orhan Pamuk söyleşilerini neresinden manşet yaptığı, neyi spota çıkardığı da oldukça ibretlik bir mesele. Ancak yazıyı daha fazla uzatmamak için bu konuyu belirtmekle yetinelim.
Kant’tan beri, insanın bilgi nesnesine ilişkin bildiği tek şeyin kendi bilgisinin olanakları olduğunu, dolayısıyla nesnenin, insanın bilme yapısı ve biçimlerinin bir nesnesi olduğunu biliyoruz. Ama belki Orhan Pamuk vesilesiyle, Nietzsche’den öğrendiğimiz şu unsuru da ekleyelim: İnsanın duygusal nesnesi de kendi duygusunun ve duygu biçiminin bir nesnesidir. Kendine bakmayı öğrenebilen bir toplum olursak, belki Orhan Pamuk’un gerçek değeri (veya değersizliği) daha net anlaşılacaktır.
Belki de Orhan Pamuk’u sevmek, kendini sevmekle ilişkili bir hadisedir. Belki de Orhan Pamuk’u sevmekteki zorluğumuz buradan kaynaklanmaktadır. Belki de Orhan Pamuk tam da buradan yazmıştır Kara Kitap’ı, ve umarım, üzerinde otuz sene çalıştığını anladığım ve söyleşilerine bakılırsa, edebiyatın en kadim konularıyla bezediği, Kırmızı Saçlı Kadın’ı.
Arkadaş Z. Özger’in Zeki Müren için söylediklerinden esinlenerek söylüyorum bu nedenle, Orhan Pamuk’u seviniz; hatta, bir gün elbette Orhan Pamuk’u seveceksiniz.
Barış Yıldırım
16 Şubat 2024