Ülke televizyonunun önemli simalarından Mehmet Ali Birand hayatını kaybetti. Kısa ve öz bir cümle değil mi? Milyarlarca insandan biri olan Birand da o malum sonla karşılaştı ve bu dünyayı terk etti. İnsanoğlu “uygarlık” denilen kavramı genel olarak hayvanlardan ayrılan yanıyla ortaya çıkardı. “Düşünmek” ve “üretmek”. Peki, insanlığın bu gelişiminin teknolojik bir devrimle perçinlendiği iki binli yılların modern (!) dünyasında düşünen insan ölüye nasıl yaklaşıyor? Hayvanların bile kendi hiyerarşileri içerisinde tamamen doğal yollarla gerçekleşen ölme ve öldürme eylemlerine karşı yaklaşımlarını düşünelim. Hiçbir sorun yok öyle değil mi? Peki bir ölünün arkasından çağımızın en büyük lanetlerinden birisi olan linç kültürünü kullanarak yaklaşan insanları hayvanlardan ayırmamız mı gerekli yoksa onlar başka türlü tanımlanması gereken canlı türlerine mi giriyorlar?
Gazetelerde, televizyonlarda, internette, sosyal medyada her gün onlarca örneğine şahit olduğumuz linç kültürü neredeyse kanıksanmış bir şey olarak algılanmaya başlandı. Sözde dinci, İslamcı, laik, solcu, Atatürkçü, milliyetçi, liberal kisve altında birçok “düşünen” insan kendisinden olmayan tüm insanları ötekileştirme furyasına pervasızca devam ediyor. Bırakın sağlıklı ve işlevsel bir tartışma ve eleştiriyi, bir insanda olması gereken asgari iyimserliğe ve insancıllığa sahip olmayan bir güruh, kendisine düşmanlar yaratıp kusmaya devam ediyor. Birand’ın ölümüyle birçok farklı kesimden insanın bu kusmalarına şahit olduk. Daha önceleri hakkında birçok suçlama, aşağılamaya uğrayan Birand’a özellikle öldükten sonra kusma derecesi iğrenç bir hal aldı. Aslında kustukları bir nefretten öte, bilinçaltlarında yaşadıkları travmatik kişilik bozukluklarının yansımaları. “Ölüm” denilen son durağa saygı duymanın, hele ki doğu toplumunda beklenmeyen ölçüde ihmal edilmesinin tek geçerli nedeni kalıyor…
Faşizmin ele geçiremediği tek bir insancıl hücreye bile sahip olamayanlar korosu…
Sabahtan akşama kadar sosyal medyada, ellerine geçen tüm iletişim kanallarında “hain, Allahsız, alçak” diye tanımladıkları insanın Türkiye televizyon tarihine kattığı ilkleri ve aşamaları ortaya koyduğumuzda tuğlanın altında kalacak olan bu faşist koronun argümanları hep aynı kelimeler etrafında dönüp dolaşıyor… Burada Birand tabii ki bir simge, onun yaşadıklarının belki de daha fazlası bu ülkede birçok insanın başına gelmedi mi? “İnsan” diyorum, çünkü karşıtlığını öte yanda insan olmayanlar oluşturuyor. İlan ediyorum buradan, bu yüzyılın bu diliminin asal karşıtlığı insan olmak ve insan olmamaktır…
İnsanlar ortaya koydukları düşünceler açısından her zaman eleştirilebilir. Eleştiri ve özeleştiri insan olmanın en önemli erdemlerinden birini oluşturur. Ama erdem de çok eskide kalan bir kavram öyle değil mi?
Hemen hemen tüm gruplar kendi karşıtına hep aynı kelimeyi kullanıyor: “Hain”. Yani kendilerini “vatansever” olarak gören bu kesim kendi içerisinde bir sürü absürdlüğü barındırıyor. Herkes diğerini linç etme peşinde… Ölüm bile bu linç mekanizmasını sonlandıramıyor… Bu dünya kime kalacak merak ediyorum…
Hele ki yaşamlarında gerçek anlamda hiçbir politik-kültürel-ekonomik bir mücadelenin fiili anlamda tarafı olmamış, elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış vatan bekçilerine bir çift lafım var. Sokağa çıkmak denilince markete gidip ekmek almayı anlayan bir neslin linççileri olarak sizleri insanlık düellosuna çağırıyorum. Ben de vatan hainiyim ve hep sokaktayım… Sizleri bekliyorum…
Serkan Fırtına
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.