The Way We Were (1973, Bulunduğumuz Yol, Sydney Pollack) çatışan dünyaların filmidir. İnsan mı çevresini biçimlendirir ve buna göre yaşar, yoksa çevresi mi insanı yoğurur ve ona çekidüzen verir? Tam anlamıyla inançlarına, sezgilerine güvenen, idealleri doğrultusunda yaşamayı ilke edinen atak Katie (Barbra Streisand) ve karşı kutupta mücadeleci olmayan, ona sunulanlarla, dayatılanlarla yetinen, temkinli, başkalarının ilkerine göre yaşayan, sözüm ona sistemin biçimlendirip pasifize ettiği temkinli Hubbell (Robert Redford). İki zıt dünya aslında şu an içinde bulunduğumuz dünyayı da anlatır. O zamanlar savaş yanlıları ve barışseverler, Hollywood kapitalistleri ve komünistler diye bölünenler şimdilerde (yani filmin son demlerinde) Soğuk Savaş yıllarındaki nükleer karşıtı yapılanmayı seçenler ve savaş çığırtkanları arasında bölünmektedir. Ya günümüzde? Bunun yanıtını sanırım izleyici gayet iyi biliyor.
Öte yandan, filmin isminin de işaret ettiği gibi bulunduğumuz yol, bizi seçimlerimizle karşı karşıya bırakmaktadır. Doğruyu veya yanlışı seçmek, evleneceğimiz insanı seçmek, çocuk yapmaya karar vermek, namusluca yaşamak, insanları sevmek veya onlardan nefret etmek, sistemin nimetlerinden yararlanmak veya hepsini ötelemek, cadı avına çıkan senatörlere karşı gelmek ve gururlu kişiliğimizi korumak; hepsi bizim elimizdedir. Film sistemi reddeden bir idealistle reddedemeyen pesimistin (ya da gerçekçinin) hikâyesidir. Nitekim Hubbell bir sahnede, “hüzünlenmek istemiyorum” diyecektir. Hiçbir şey için üzülmeye değmez ve giden gider. Ama bir idealiste göre hüznü de yaşamak gereklidir. Yaşam hızlıca akıp geçen bir nehir değildir. Durup düşünmemiz gerekir. Ama dünya ince düşünenleri kaybetmeye, elindekileri yitirmeye itecektir.
İdeallerine bağlı yaşayanlar bir loser olarak resmedilir. Verili olanı kabul edenler ise New York’ta televizyon yapımcılığına dek merdivenleri tırmanır. İki karşıt kutup son defa karşı karşıya gelirler ve ayrılan yolların kaçınılmazlığını sessizce vurgularlar.
İlginç olan, annenin çocuğuna sahip çıkması ve onu istediği gibi yetiştirmesidir. O da annesi Katie gibi gururlu, ideallerine bağlı bir birey olarak yetişecektir. Baba ise uzaktaki varlığıyla ulaşılmaz bir zirve noktası olacaktır. Amerikan rüyasını gören Hubbell bir zamanlar sevdiği kadını, Katie’yi hatırlamasa bile Katie onu sonsuza dek hatırlayacaktır. Bu, idealistin, kendisi, sosyal çevresi ve dünya hakkında düşünüp kafa yoran eylemcinin tarihe olan ilgisiyle, sorumluluk alan doğasıyla açıklanabilir. Hubbell ise mazi bataklığından uzakta, daima geleceği düşünen ve kapitalizmin hızına kendisin kaptıran bir pragmatisttir.
Film bir bakıma entelektüelin sorumluluklarıyla da ilgilidir. Bu açıdan cadı kazanı yıllarında Amerika’da ve Hollywood’da yaşananlar büyük bir trajedidir. Hollywood onlusu, baskıcı komite tarafından insanların ifade verilmeye çağrılmaları, reddedenlerin stüdyo yöneticileri tarafından işten çıkartılmaları ve bunun gibi birçok şey hakkında düşünen, düşündüren bir filmdir.
Katie sistem karşıtı eylemlere katılır, bildiriler hazırlar. Bir dergi için küçük yazılar kaleme alır. Hiç yayımlanmamış kitaplar hakkında yazdığı eleştirilerden para kazandığını belirtir! Aslında kültürel atmosfer yozlaşmıştır, neyin değerli neyin değersiz olduğu pek ayırt edilememektedir. Hubbell, kitabının haklarını satmıştır ama yapımcı ile yönetmen arasında kalır. En sonunda stüdyonun direktiflerine uymak zorunda kalır. Katie ile Hubbell’ın farklılığı için bu temel bir örnektir. Ya prensiplerin, doğru bildiklerin için savaşacak ya da sana sunulanlarla yetineceksin. Bu yüzden ikilinin bulundukları yol birbirinden bir hayli farklıdır. Aşk ya da sevgi, hatta doğacak çocuk noksanlıkları kapatmaya, bunların üstünü örtmeye yetmez, yetmeyecektir.
Evliliğin bitmesi aslında yanlış başladığının bir göstergesidir. Sevginin her şeyin üzerini örteceğini zannederiz. Zamanla her şeyin üstesinden geleceğimizi düşünürüz. Ama yaşamsal ilke ve doğrular her şeyin önündedir. Bu nedenle Katie ile Hubbell ayrılmaya mahkûmdur.
Film biter ve şu soruyu sorarız kendimize: Bulunduğumuz yol neresi?
Hakan Bilge
Yazarın diğer yazıları, twitter ve facebook sayfası.