Su, sonsuzdur; canlı yaşamı suyun etrafında gelişmiş, medeniyet su ile doğmuştur. Ayrıca su yeryüzünün her noktasını yağmurlar yağıp tufan geldiğinde kaplar. Tufanda, fırtınalar kopacaktır. Gücü olmayan boğulacak, yaşayacak yer ve gıda azalacaktır…
Dört dalda Oscar adayı olan Beasts of the Southern Wild (Doğanın Hayvanları) filminde dünyanın sonu gelmiş gibi bir korku sarmıştır insanları, Mississippi’de. Kaçanlar uzaklaşır, gerçek şairler ise direnir. Doğa artık doğallığını mı kaybetmiş yoksa şekil mi değiştirmiştir, bilinmez. Louisanna’nın bataklık bölgesinde bir grup insan yaşar. Modern dünyadan uzak fakat gerçek anlamda romantiktir bu insanlar. ‘‘Küvet’’ ismini verdikleri bir bölgede başdöndürücü bir mutluluk ve coşkuyla yaşarlar. Şölenler düzenlenir yoklukla. Hiçbiri acizliğinden utanmaz. Onlar insanlığa ve varlığın muazzam dengesine inanırlar.
Burada yaşayanlara canavar veya hayvan da denir zaten. Normal bir topluluk değildir bu küvette yaşayan insanlar. Samimiyetle modern dünyaya başkaldırırlar. Ezilmiş ve dışlanmışlardır. Aklın ve modernliğin rehberliğine sanki bilerek yüz çevirmişler, hikmete ve doğaya boyun eğmişlerdir. Kısaca varlık karşısında eğilmişlerdir.
Uzak ufuklarda kocaman fabrikaların çirkin gövdeleri ve tüten bacaları görünür. Ulaşılamaz değildir orası, sadece ulaşılmak istenmez. Wink ve 6 yaşındaki kızı Hushpuppy derme çatma bir yerde yaşarlar. Babası kızının biricik kahramanıdır. Annesi ise efsanevi bir kadın… Çünkü bilmeyiz neden yok olduğunu. Belki ölmüştür belki de onları terk etmiştir. Ama annesi, Hushpuppy’nin hayalinde parmaklarıyla alev çıkartan, esrarengiz ve sihirbaz, babasının aşkla hatırladığı bir kadındır. Hushpuppy, annesinin yokluğunu hayal gücüyle doldurmaya çalışır. Mahrum kaldığı şefkati ise babasında arar, fakat bulamaz.
Zorunlu göçe direnen birkaç kişiyle birlikte mücadele edeceklerdir Wink ve Hushpuppy. Direnirken modern dünyaya, onu inkar da ederler. Aslında içten içe göçmek gerektiğini bilirler ama kabul etmezler vahşi modernizmin sonuçlarını. Onlara yol arkadaşlığı edenler arasında gençleri eğiten bir öğretmen bilge kadın, onlara göz kulak olan bir yaşlı amca, abdal görünümlü bir kişi ve birkaç çocuk vardır. Suyun hükümranlığını derme çatma sandallar ve korunaklı bir barınakla selamlarlar. Fakat Wink kalbinden rahatsızdır. Daha önce birkaç defa hastaneye gitmek zorunda kalmış ama tedavisi bitmeden hastaneden kaçmıştır. Hushpuppy babası için endişelenir. Zira hayatındaki tek kişi babasıdır. Babasının onu yalnız bırakmayacağını bilir, çünkü Wink ona söz vermiştir. Fakat, hayat her ikisi için de zor ve acımasızdır. Onlar davalarından dönmeyecek ve inandıkları gibi yaşamaya devam edeceklerdir. Bütün sonuçlarına katlanarak.
‘‘Herkes kendisini oluşturan şeyi kaybeder. Bu doğada zaten böyle olmak zorunda. Cesur insanlar kalıp bunu izler, kaçmazlar.’’ diye düşünür Hushpuppy. Küçücük bedeni, hasret ile dolu gönlü ve dirayetli yüreğiyle zorlukla mücadele eder. Zaman zaman üzülsek de onun için, ona saygı duyarız. Çünkü dünyanın zorluklarına karşı umuttur kadrajda gördüğümüz her bakışı. Saflığı hikmete dönüşür:
‘‘Kocaman bir alemin küçük bir parçası olduğumu görüyorum… Ve böyle olması gerek.’’ Hushpuppy ve onun temsil ettiği isyan aslında Goethe’nin ünlü sözüyle bire bir örtüşür: ‘‘Bütün her zaman bir parçacık olarak kalacaktır.’’ Romantizmin maneviyatını en iyi şekilde ifade eden bu bütün-parçacık ilişkisi hem kemale ermişliğin hem de kemale ermemişliğin simgesidir. İkilemin estetiğidir çünkü Romantizm. 9 yaşında bir çocuk için, ölüm karşısında hep çaresiz kalmanın ve öfke duymanının yansıması işte bu çelişkili durumdur. Hem hikmete tabi, hem de ona öfkeli. Şiirselleşmesi bu sebepledir. Zaten filmin başından sonuna dönüşen duygu dünyası, yüz ifadesi bizi gerçeklik ile çarpıştırır. Hem hak veririz Hushpuppy’e hem de içimiz parçalanır onun için. Babasının yok olmasını istemez ama elinden birşey gelmez. Ölüm karşısında hepimiz çaresizizdir.
Doğalın kudreti ile masumiyet kardeştir. Modern yaşamdan uzak çocuğun saflığı babasının yardımıyla güce dönüşür. Bir kutlama havasındaki yemek sofrasında yengeci elleriyle böler Hushpuppy ve hemen pazularını gösterir herkese, özellikle de babasına. O sevilmek istenen bir küçük kızdır ne de olsa… Yabani düşüncenin çarpıcılığını hissederiz yaban öküzlerini gördüğümüzde. O hayvanlar tehlikelidir ve çocuğa yaklaşırlar… Korkarız o hikmetli çocuğun zarar görmesinden. Fakat masumiyeti onu koruyacaktır.
Filmin doğal ve romantik anlatım şekli bize doğrudan ve korkmadan sorar: Modern hayata direnmeyi daha ne kadar beyhude bir çaba olarak göreceğiz? Sadece aklın himayesinde olmanın mutlak gerçeklik ve çıkış yolu olmadığını anlayacağız?
Hushpuppy ise kendi dilince kendi değerlerini anlatmaya çalışır: ‘‘Ben ölünce, geleceğin bilimadamları her şeyi anlayacak. Bilecekler ki bir zamanlar bir Hushpuppy vardı ve küvette babasıyla yaşardı.’’
Romantizm, sanatta klasikten moderne geçişin ifadesidir. Takliten uzaklaşıp kurtuluşa varmanın mücadelesi. Romantik isyan kendi ben’ini dünyaya karşı inşa eder… Kendisini dünyanın karşısına koyar. Bu bilinçte olmak ise bir çocuğun masumluğuna ve gönlüne sahip olmakla aynı şeydir. Varolan dünyayı dönüştürmek başkalarının işidir ve belki buna hiç de gerek yoktur. Çünkü Romantik, yeni bir dünya kurmak ister. Beasts of the Southern Wild filmi bu anlamda Romantik anlayışa sahip önemli bir örnektir.
Can Mutlusoy
Sabah Ülkesi, 35. Sayı