Anasayfa / Sinema / Sahi Bir Bilge Olgaç Vardı

Sahi Bir Bilge Olgaç Vardı

Unutulmuş gibi algılanabilecek bir başlık. Oysaki hayır unutulmadı. Geleneksel hale getirilip getirilemediğini çözemesem de Bilge Olgaç film gösterimleri yapılıyor, adına hürmeten çekilmiş bir belgesel var, hatıraları kitaplarda geçiyor. Türk sinemasının cinsiyetinin erkek olarak bilindiği dönemde bir kadın yönetmen olarak yerini alıp gösterdiği cesaret ve uzun süreli kariyeri kendisi hakkında yazılan yazılarda bahsediliyor. İsmen bir Bilge Olgaç var.

Bunca emeğe ve çalışmaya karşın geçim mücadelesine, sıkıntıdan bir türlü söndüremediği sigarasının sebep olduğu yangın sonucu maddi bir yoksunlukla yenik düşen fakat kadın elinin değdiği sinema sanatına bıraktığı sonsuz bir iz ile anılacak olan bir sinemacı…

Sahi bir Bilge Olgaç vardı. Onu biliyor musunuz?

Değer skalasında hayat ışığı diye nitelendirdiği sinemanın içinde kalabilmek aşkına kendinden fedakârlık ederek erkeğe benzemeye çalışan, bunu dert etmektense mütevazı davranıp kalemi ve kadrajına bakan bir güven tanımı… Kadının varlığını şımarık isyanlarla ispatlamaya çalışıp kırsalda, şehirde, evde, yatakta yaşanan trajedileri bu kadarı olamaz deyip üçüncü sayfa haberi olarak geçiştiren, kamuoyunda en fazla iki gün süren balon tepkiler oluşturup üstüne düşeni yapmış havalardaki feminizmin anlamını tam kavrayamamışların kenara çekilip örnek alması gereken bir usta…

Samimi duyarlılıklar önemlidir. Hele bir de sosyal yaşam içerisinde bir kadınsanız, ataerkil bir cemiyetin çalışanı bir kadınsanız ve kadın temalı filmler yazıp yönetiyorsanız daha da önemli. Bu samimiyet ‘bütün gayem faydalıyı, doğruyu, güzeli iyi sinemayla vermek’ diyen Olgaç’ı salt isyankâr tavrın gölgesinde oturan bazı sözde kadın hakları savunucularından apayrı bir yere koyup manidar kılar. Çünkü o, kadın kimliğinin yönünü sinema aşkına göre biçimleyecek kadar kendinden vazgeçmiştir. Kadın doğasındaki fedayı ispatlayarak bunu yapmak nasıl da naif bir tavırdır.

Açlık (1974) filminde; feodal yapıdaki bir köy ağasının sözde evlatlık aldığı kızlara tecavüz ederek onları bir köle haline getirdiği düzenden biraz saf bir gençle (Mehmet Keskinoğlu) evlenip yuva ve aidiyet kavramıyla kurtuluş bulan Meryem (Türkan Şoray) ile her şeye rağmen başı dik tutmayı öğretir Olgaç.

Çarpıcı finaliyle gönül telini titretirken o güne dek alışılagelmiş Yeşilçam strüktüründe böylesine farklı bir acıma duygusu yaratacak görsel yansıma yok diyebiliriz. Kuraklık ve açlıkla boğuşan köyden kalkıp ağaya giden Meryem bekâretinin bedeli olarak bir küfe erzağı evine taşır. Köylü evi yağmalarken direnci kırılıp dövülerek öldürülen Meryem’in elindeki kanlı ekmek çocuğuna yetirebildiği son öğünü olur. Olgaç’ın yalın dili Ömer Lütfi Akad’ınkinden aşağı kalır değildir.

1980’de bir düğün esnasındaki tüp patlaması sonucu kadın nüfusunun tamamını kaybeden köyün haberine kayıtsız kalamayan Olgaç; Kaşık Düşmanı’nda (1984) toplumsal belleğimizin yanlışlarını eleştirel bir cinsel ihtiyaçlık üzerinden sorgulatır. Kadına eklemlenmiş vazifeler erkeğe düştüğü zamanki insan olmak halini deşifre eder. Entropi seviyesi yüksektir.

Köyün delikanlısı Osman’ın çekim için gelen ekipteki Alman kadınla evlendiğini zannedip aslında bir figüran olarak kullanılması; kültürel yaptırımları en fazla yakınındaki kadınlara uygulayıp bellisiz bir sınıf farkı yaratan erkeğin cezasıdır. Aklını kaybetmiş de olsa sezgileri kâfi gelen Elif (Perihan Savaş) film makaralarını dört bir yana saçarken masal biter. Zaten hiç başlamamıştır da.

Uyarlama bir film olan Yavrularım’da (1984) ise çok yakında öleceğini öğrenen kanser hastası Seher’in (Hülya Koçyiğit) sonunu unutup çocukları ve kocası için kaygılanarak onların geleceğini düşünmesiyle ister istemez ilk sıraya ailesini koyan tipik Türk kadınını gösterir. Burada daha yaşarken kocası Cemal (Çetin Tekindor) ve arkadaşının ileride evlenmesi için uğraşan, çocuklarını kendi elleriyle tek tek evlatlık veren Seher tahayyül edilemeyen ve aykırı gelen bu yükü, çocuklarının iyiliği uğruna taşır. Olgaç’ın sonları umutsuz biten kadınlarından en çok tartışılanı da Seher’dir. Çaresizlikten doğan güçle belirlenen yeni anne-babalar, Seher için sancılı da olsa onun yavruları için en doğrusu mudur? Toplum değerleri çocukları yalnız kalmış, aynı zamanda engelli bir babanın himayesinde kadere razı bırakmayı öğretmişken burada çizdiği kadın tiplemesi özneldir.

Fetay Soykan’ın Türk Sineması’nda Kadın (1993) isimli kitabında Olgaç, Gülüşan (1985) filminin sosyolojisini en anlaşılır şekilde şöyle özetler:

‘’Dört kişiyle bir evde geçer bütün film. Dört kişiden biri de kör… Bu hikâyenin çekilişinin bir tek nedeni var: Kumalık, kısırlık, kadın-erkek ilişkileri. Ayrıca farklı bir yanı vardı. Biraz fantastik biraz masalımsı ama çıkış nedeni gerçek bir masal. İnsan yaşam koşulları içinde değişebiliyor. Bir insanın gizli duygularına büyüteç altında bakmaya çalışıyoruz.’’ (s. 125)

Evin erkeği Mestan’ın (Halil Ergün) ve eşlerinin gözünden namus, cinsellik, erkeklik meseleleri üzerine düşünürüz. Bir çocuğun muhtaçlığından farksız Gülüşan (Yaprak Özdemiroğlu) körlüğü yüzünden aşağılanır, cinselliğini bir çocuk aklıyla, mahremiyetin anlamını tam kavrayamadan yaşar ve onu kıskanan diğer kadınların hazırladığı tuzakla cinayete kurban gider. Evlilik ilişkisi, üremek, erkek çocuk, aşk, özgürlük ve şiddetle oluşan karmayı Olgaç; kör bir kızın ateşlediği iç hesaplaşmalarla kurgulamıştır.

İpekçe’de (1987) İpekçe/Aylin (Perihan Savaş) ve Seyit’in (Berhan Şimşek) aşkı;  fahişeliğin yerle bir ettiği ruhsal yapısı ve veremli ciğeriyle genelevden kovulmuş bir kadının yılgınlığıyla baş edemez. Sapsarı bir perukla örttüğü kazınmış kafasını yerden kaldırmaya cesaret edip yeni bir hayat kurmak istese de toplum baskısı vahşi ve sadisttir. Bu kadın için sadece duvarları paramparça edecek hınç kazanılmıştır. Eril kadro kazandı desek de aslında bu işin kazananı kaybedeni yoktur. Olgaç gündelik bir dil kullanarak da bu nüansı hissettirebilmektedir.

Düşünce suçundan ötürü uzun yıllar hapis yatan Melih (Halil Ergün) ve sonradan kayıp kardeşi sanıp aşkına ket vurarak içinden çıkılmaz bir psikolojiyle birlikte intihar edeceği Ayşe (Sibel Turnagöl) ise; Yeşilçam melodramını 12 Eylül sonrası mağduriyetle birleştirdiği Bir Yanımız Bahar Bahçe (1994) filmi Olgaç’ın kaleminden hayat bulabilmiş son kahramanlarıdır. Olgaç bu filmi görememiştir.

Olgaç’ın yönettiği ilk film olan Üçünüzü de Mıhlarım’da (1965) rol alan Tuncel Kurtiz ve Yılmaz Güney bu film ile beraber ölümsüz dost olmuşlardı. Bugün Kurtiz’in de aramızdan ayrılışının 3. yıl dönümü. Emekçi ve güzel insanlara sonsuz saygıyla…

Hülya Ayazoğlu

[email protected]

Yazarın diğer yazıları.

açlık (1974) çetin tekindor İpekçe (1987) berhan şimşek bilge olgaç Bir Yanımız Bahar Bahçe (1994) Gülüşan (1985) Kaşık Düşmanı (1984) perihan savaş Sibel Turnagöl Yaprak Özdemiroğlu Yavrularım (1984)

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Otopsi: Hitchcock’un Psycho’sunun Sahne Sahne İncelemesi (Görsel Materyallerle Birlikte)

  1960 yılında Paramount Pictures şirketinin gözetiminde, Universal’in stüdyolarında çekilen ve Alfred Hitchcock’un son siyah ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir