‘’Küçük kuşlar koro halinde şarkı söyler de/
Ahengi yalnız, dalların bir aradaki uyumunda yatmaz mı ağacın?’’1
Pier Paolo Pasolini, Salò ya da Sodom’un Yüz Yirmi Günü (1975, Salò o le 120 giornate di Sodoma). Ölmeden önce çektiği son film.*
Sade ironisinin** keskin yorumu. Genel olarak Barthes ve Klossowski’den, yer yer de Blanchot, de Beauvoir ve Sollers’den alıntılarla örülmüş sinemanın kuşkusuz en aykırı filmlerinden biri. Benim için bir başka önemi de sevdiğim yönetmenlerden, Yeni Fransız Aşırılığı’nın önemli temsilcilerinden Gaspar Noe’nun favorilerinden biri olması. Zira onun yıkıcılığının kaynağının bu olduğu anlamına geliyor ki filmin girişinde*** söylendiği gibi: ‘’Her şeyin aşırısı iyidir.’’ Sözü sahibine bırakıyorum.
Cehennem’e Giriş
Birbirlerinin kızlarıyla evlenerek yazgılarını sonsuza dek bir kılan dört burjuva, anlattığı hikâyelerle çevrelerindekileri kendinden geçiren dört hayat kadını ve dünya üzerinde hiç kimsenin bilmediği, şu bahşedilmiş özgürlük saçmalığının olmadığı bir yerde herhangi bir yasal hakka sahip olmaktan uzak ve yazgıları sadece burjuvanın zevklerine uşaklık etmekten ibaret olan ölü güçsüz yaratıklar… Pasolini, Salo cehenneminin kapısını açıp bizi davet ediyor. Girişteki yazıya dikkatle bakın: ‘’İçeri girenler, dışarıda bırakın her umudu.’’2 Ya da şu kahkahayla sonlanan monologa: ‘’Yetişme çağını yaşarken, yalnızca aşkla yatıp aşkla kalkar kızlar/ Radyo dinleyip çaylarını içerler ve umursamazlar özgür olmanın anlamını/ Ve hiçbir zaman düşünmezler, burjuvazi hiç tereddüt etmeden neden öldürür çocuklarını.’’
Saplantı Çemberi
Evet, hayat kadını, erotik hikâye, evet, ensest birliktelikler ve evet. Engellenmiş bir arzunun neye yol açtığını hepimiz biliyoruz ki filmde bunca güzelliğe karşı kötülük ve artırılmış çirkinlik ya da saplantı yer alıyor.**** Burada şu çıplak iki gence, ‘’Hadi, hislerinizin dizginlerini serbest bırakın’’ diyen bir adam, eşit düzeyde şehvet ve kayıtsızlık içeren bir inceleme yaptıklarını söylüyor; üstelik şu dediğine de bakın: ‘’Yaptığım şeyleri anlamayanları ve daha da beteri, bundan ıstırap çekenleri görmemin; adına ”halk” denilen ayaktakımından daha mutlu olduğumu ifade etmem için beni ayarttığını söylemeliyim.’’
‘’Her nerede insanlar eşit ve aralarında bir ayrım yoksa orada mutluluk olmaz. Ne alçak gönüllü olmanın yararı vardır ne de mutsuz olmanın. Doğru söze ne denir. Bu dünyada, toplumsal ayrıcalıklardan çok, duyuların methine bağlı bir şehvet düşkünlüğünden bahsedilemez.’’ Dolayısıyla dedikleri gibi doğal olarak ülkenin efendileri de gerçek anarşistleri de kendileriymiş gibi görünüyor. ‘’Doğrusu, gerçek anarşi güçten kaynaklanır. Buna rağmen, bakın: Şu sağır-dilsiz diline benzeyen, içimizden hiçbirinin bilmediği müstehcen jestler ve fanteziler, ihlal edilebilseler dahi denetlenemezler. Bu konuda yapabilecek hiçbir şey yok. Seçme hakkımız kategoriktir. Zevkimizin özel bir jeste tabi olduğunu kabul etmek zorundayız.’’ Bu yüzden bir türlü başlayamayan erotizmin sona erdirilmesi gerekiyordu efendiler tarafından.
Ve Dada’ya saygı duruşunun ardından***** şu pasaj oldukça dokunaklı olmalı: ‘’Dinle, meleğim. Beni düşkünlüklere ve heveslere saygı duyan biri olarak tanıdığından bu yana, en büyük arzum dileğini yerine getirmek oldu. Gelgelelim, ben barok sanatının örneklerini de saygın bulurum. İki nedenden ötürü; çünkü biz onların hakimi değiliz, çünkü o, incelendiğinde ‘’Nezaketin Ruhu’’ndan kaynaklanan, son derece eşsiz ve tuhaf bir yapıya sahiptir. Evet, yaşlı sodomistler, ‘’Nezaketin Ruhu!’’
Bok Çemberi
Artık acıktık. Masa kurulmuş, çiftleşmeler var; hayat kadını, sodomist hikâyeyi hâlâ dinleyebiliriz, işte başyapıtım, herkes aç. Antonin Artaud.****** ‘’Törenimiz başlasın öyleyse. ‘Sade’vari ateizm, gaddarlığın ilahi karakterini yinelenen oyunlarla yeniden kurmuştur: Buna ritüeller de denebilir.’’******* Dışkı yeme ritüelleri. ‘’Bilirsiniz önünüzdeki yemek bir yere kadar keyif verir. Ve sizi bekleyen bir mücadele için içinizde yeni bir gücün yükseldiğini duyumsarsınız.’’ O halde biraz daha isteriz. Çünkü ‘’kokusuz bir nefesten daha beter bir şey olamaz’’ derler, öyle değil mi?
Kan Çemberi
Arzunun, iğrençlik dolu hikâyelerin ve suçlu aşk ortaklığının son halkası. ‘’Bishop biz hazırız. Şatafatlı bir evlilik istiyoruz.’’ Bay Royal ve Bay Juju, para el emeğiyle çalışılarak kazanılır, olmazsa oyuncu olun; o da zor gelirse bir şeyler yazın, çıldırmayın. ‘’Ezio her gece zenci hizmetçinin yanına gidiyor’’ Peki sen, ‘’Bir Bolşevik Kızıldeniz’de dalışa geçtiğinde ne yapar biliyor musun? Su sıçratır!’’
‘’Varlığın kuralsız, zıvanadan çıkmış bir içeriden ya da dışarıdan kaynaklandığını sandığı, tahammül ve tahayyül edilebilir olasılığın dışına def edilmiş bir tehdide karşı o şiddetli, karanlık isyanlarından biridir iğrenme. Tehdit orada, çok yakındadır ama özümsenemez. Arzuya dil döker, onu hırpalar, büyüler ama arzu baştan çıkarılmaya yanaşmaz. Telaşa kapılarak geri çekilir. Tiksinip yadsır. Bir kesinlik, utanç verici olandan korur onu; gurur duyduğu, tutunmaya çalıştığı bir kesinliktir bu. Ama eşanlı olarak o dürtü, o spazm, o sıçrama, imkânsız olduğu denli baştan çıkarıcı da olan bir başka yere yine de sürüklenir. Bir çekme ve itme kutbu, musallat olduğu kişiyi sanki kaçılamaz bir bumerang gibi hiç durmadan, sözcüğün gerçek anlamıyla, kendinden geçirir. İğrenme yakama yapıştığında, böyle adlandırdığım bu duygular ve düşünceler yumağının, doğruyu söylemek gerekirse tanımlanabilir bir nesnesi olamaz.’’3 Sanırım sadece Marguerita’yı merak ediyorum.
Muhammed Bayar
Yazarın diğer yazıları.
Notlar
* Ölüm üçlemesinin ilki. Örneğin, filmde geçen ölümle ilgili bir diyalogdan, insan ırkının sonunun gelmesi anlamını taşıyan anal sekse karşılık ondan daha korkunç olan ve yinelenemeyen celladın eylemi…
** ‘’Sade, Tevratta anlatılan hikâyeden hareketle, halk için ölüm gerektiren suçun soylular tarafından ne kadar yaygın biçimde kullanıldığını bir fetiş haline getirildiğini bildiğinden eserine Sodom adını vererek bir ironi yapmıştış.’’ (M. de Sade, Sodom’un 120 Günü, Özcan Sapan’ın önsözünden) Pasolini de anti-faşist kimliğiyle bir faşizm ironisi yapmıştır.
*** Film, Cehennem’e Giriş adlı bölümle açılıyor ve sırasıyla Saplantı Çemberi, Bok Çemberi ve Kan Çemberi adlı bölümlerle sonlanıyor, tıpkı kitabın dört bölüme ayrılması gibi. Ayrıca Gaspar Noe’nun filmlerinin temalarının aşırılığı bu sözü doğrular niteliktedir.
**** Çünkü ‘’Lacan, güzellik faktörünü “kati yıkım için olan kapasite”ye karşı “son engel” olarak görmektedir; ona göre ‘’güzellik’’ arzuyu korkutur ve durdurur. Dolayısıyla dürtünün saldırgan kaydını uzak tutar; yine de, arzuyu saf dışı bırakmaz.” (Dr. Mustafa Mencütekin, Lacan ve Sinema Sanatı’ndan) ‘’Doğrusunu isterseniz, sıklıkla bu tapınağa sunulan sadakat, diğerinde tütsü yakmaktan bile daha ateşlidir.’’ diyen biri arzusunu açığa çıkarmıyor mu? Böylelikle Foucault’nun görüşü daha bir önem arz ediyor: ‘’Ben “haz-arzu” probleminin günümüzün önemli bir problemi olduğunu düşünüyorum. Hatta mücadelenin araçları, amaçları ve eksenlerinin yeniden değerlendirilmesinde tartışılması gereken asıl problemin bu olduğunu düşünüyorum.
Bu aslında o kadar meşakkatli bir problem ki, oldukça uzun bir süre bu konu üzerine konuşmamız, hatta sırf ona dair bir tartışma başlatmamız gerekiyor. Şematik olarak tıp ve psikanalizin bu arzu kavramından, tam da cinsel hazzın anlaşılabilirliğini tesis etmek ve böylece onu normallik üzerinden standardize etmek amacıyla bir araç olarak geniş ölçüde yararlandığını söyleyebilirim. Bana arzunun ne olduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Sana hasta olup olmadığını söyleyeyim, sana normal olup olmadığını söyleyeyim ve böylece arzunu diskalifiye edebileyim ya da tam tersine onu tekrar kalifiye edeyim. Bence psikanalizde durum açıkça bu. Her durumda, Hıristiyanlıktaki şehvetten 1840’ların cinsel içgüdüsüne ve Freudyen ve post-Freudyen arzu kavramlarına kadar arzu kavramının bütün tarihine bakarsak, nasıl işlediğini gayet net şekilde görebiliriz.’’4
***** ‘’Oh, şu çekici şeyi söylesene. Beni öyle mutlu ediyor ki, da-da. Büyüleyici yaratık, kirli iç çamaşırımı mı istiyorsun?/ Yıpranmış donumu mu? Eşsiz bir incelik!’’
****** ‘’bok kokan yer/varlık kokar./insan sıçmayabilir de pekala,/anüsündeki oyuğu açmayabilirdi, /ama sıçmayı seçti/yaşarken ölmeye razı gelmektense/yaşamayı seçeceği gibi. /şöyle ki kaka yapmamak için/varolmamayı/kabullenmesi gerekirdi,/ama varlığı yitirmeyi göze alamadı,/yani yaşarken ölmeyi./insanın özellikle iştahını kabartan bir şey/var/varlıkta/ve bu şeyde tastamam/KAKA’’5
******* ‘’Sade’ın Tanrı’sı doğadır. Ona göre tek suç, doğaya karşı işlenen suçtur. Cinsellik, bir insanı tanımanın en kesin yoludur. Acı, en güçlü duygu olduğundan, Sade cinsel doyumu da bedensel ve psikolojik acıyla birlikte düşünür. Öznenin, nesnesine acı çektirenin kendisi olduğunu bilmesi, onun kötülüğünü ve egemenliğini duyumsayarak doyuma ulaşmasını sağlar.’’ Bu da süreklilik gerektirir. Ritüeller ya da Sadizm bu şekilde tezahür etmiştir.
Alıntılar
1 E. Pound, Kantolar, 99
2 Dante A., İlahi Komedya, Cehennem, 3. Kanto
3 J. Kristeva, Korkunun Güçleri
4 M. Foucault, Şen Bilim; Söyleşi
5 A. Artaud, Tanrı Yargısının İşini Bitirmek İçin