Dünyanın merkezine yolculuğa çıkmak istediğinizde kadın ve erkeğin özüne ziyarette bulunmak zorunda kalırsınız. Özellikle kadın, o ilk andan itibaren defalarca çizilmiş, şekillendirilmiştir. İyi ya da kötü tarafta savaşmak için verdiğiniz tüm o çaba boşa da gidebilir. Sabit bir akış sağlamak her zaman çok mümkün olmayabilir. Kadın olarak, “Femme Fatale” bir duruşa sahip olmak, gerçek bir cesaret örneğidir.
Türk tarihinde femme fatale karakterlerin, sonunda gözlüklerinin arkasına saklanarak sosyalleşmeye çalıştıklarını görürüz. Dönemin erkekleri için sorun yoktur, bu kadınsal bir mesele haline gelmiştir. Kadın olarak, bir de femme fatale duruşlu bir kariyeriniz varsa, yıllar sonra dahi tanınma endişesi içinde bulabilirsiniz kendinizi. Bu psikoloji, oyuncu olmanın en temel güdüsü olan şöhret ile çelişir.
Femme fatale, Fransızca “fam fa’tal” şeklinde telaffuz edilir. Bir şekilde ilişki kurduğu erkek için, büyük sıkıntılar yaşatan çekici ve dayanılmaz bir kadın figürüdür. Kelime anlamı kötü sonuçlara neden olan kadındır. Femme fatale kadınların sadece etten ve kemikten oluştuğu söylenemez tabii. Tarihte de büyük etki bırakmış karakterler vardır. Sümer tanrıçası İştar, Tevrat’ta yer alan Havva, bu noktada “Lilith” demek kişisel tercih sebebimdir, Delilah ve Salome öncü isimler arasındadır.
Özellikle 19. yy’dan itibaren, yükselişe geçen burjuvazi ahlakı içinde bu kadın karakterlere çok daha sık rastlanmıştır. Kadın hareketlerinin gelişmesi ve daha sık gündeme gelmesi ile burjuvazinin bir tepkisi olarak femme fatale tipi kendine geniş çapta yer edinmiştir. Kültürler ve coğrafya değiştikçe, femme fatale karakterlerin yapısı da değişmiştir. Sakson kültüründeki femme fatale tiplerde yabancılık vardır. Bir tür cinsel vampir olarak betimlenirler. İngilizcede femme fatale, uzun bir süre “vamp’” olarak da tanımlanmıştır. Bu karakterler, karanlık şehvet ve arzular ile kendilerine âşık ettikleri erkekleri her türlü sömürür ve sonunda yok ederler. Elbette bu tanımlama, çok taraflı kabul edilebilir.
Kırgızlar ve Kazaklardan Gagavuzlara kadar pek çok Türk kültürü için de femme fatale kadınlar vardır. Türkiye’de özellikle Kahramanmaraş, Çukurova, Manisa ve Muğla’da anlatılan hikâyeler buna dairdir. Hamilelik dönemi sonrası kadınlara zarar vermek ve bebekleri çalmak için gelen tipler; genç kızlara, atlara ve tabii ki erkeklere musallat olan “tehlikeli” kadınlar olarak betimlenmiştir. Bunlar genellikle, sarışın, genç ve güzel kadınlar olarak tanımlanırlar. Burada şehvet temel unsudur.
Dünyanın her coğrafyasında değişen bu kadın hikâyeleri gerçek hayata sinema yolu ile aktarılmıştır. Buradan bunun Türk sinemasındaki karşılıklarına sıçrayacak olursak farklı kadın tipleri karşımıza çıkar. İlk kadın tipi genel olarak kabul görülmesi kolay olan, iffetli kadındır. İkinci kadın modeli ise, tüm feminen hislerden arınmış, erkekler arasında “erkek Fatma” olarak tanımlanan kadın tipidir. Bu tip kadınlar ana karakter erkek ile karşılaşır, böylece kadınlığını fark eder ve değişim başlar. Üçüncü tip kadınlar ise şehveti temsil eden, kötü kadınlardır. İyi kadınlar esmer ise kötü karakter olan kadın genellikle sarışındır. Bu kodlar, sayesinde karanlığı taşıyan kadınları daha kolay fark edebilir izleyici, beraberinde kötü kadınlardan olumsuz yönde etkilenir.
Yeşilçam’ın nostalji rüzgârında, Türkiye’nin femme fatale kadınları, rollerini o kadar başarılı gerçekleştirmişler ki, dönemin izleyicisi tarafından saldırı ve hakarete maruz kalmışlardır. Bu kadınların rolleri gerçek hayatlarını da uzun süre etkilemiştir.
Gelelim Türk sinemasında femme fatale karakterlere hayat veren belli başlı oyunculara…
Lale Belkıs
Türkiye’nin ilk mankenlerinden biri olan Lale Belkıs ilk yıllarında şarkıcı olarak tanınmıştır. Türkiye sinemasının kötü kadınları arasında önemli bir yere sahiptir. Sarı boyalı saçları, gösterişli saç aksesuarları ve özellikle elinde şuh bir sigara ile etrafta dolaşıp şehvet rüzgârlarını dalgalandıran bir kadın olarak Türkiye sinemasında yerini almıştır. Elbette olmazsa olmaz olan, içki kadehi de hemen her sahnesinde vardır.
Lale Belkıs, 1938 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Gerçek ismi Belkıs Durmaz olarak bilinir. Özellikle 70’li yılların Yeşilçam filmlerinin aranan “kötü kadın” karakteridir. Rolünün gereklerince, birçok güzel yuvanın yıkılmasına sebep olmuştur. Türkiye sineması içerisinde önemli bir sarışın kötü kadın ekolüdür. 1966 yılında Ölüm Tarlası filminde Falcı Emine rolünde yer almıştır. Kalbimin Efendisi filminde Suna rolü ile karşımıza çıkmıştır. En popüler filmlerinden biri Sezercik Yavrum Benim’dir. Paprika Gaddarların Aşkı filminde ise Lale’ye hayat vermiştir. Çile, Bir Demet Menekşe, Dağınık Yatak ve Yılın Kadını gibi birçok filmde rol alan sanatçı birçok albüme de imza atmıştır. Kendisinden çocuk talep eden kocasına verdiği cevap dönem için çok çarpıcı ve yenilikçidir ve “Ben çocuk istemiyorum! Dokuz ay boyunca vücudumu sömürecek bir et parçasına tahammül edemem,” diyerek gündeme oturmuştur. İşte bu sözler, klasik bir anne figürünü yerle bir etmeye yetecek niteliktedir.
Suzan Avcı
1937’de Bursa’ya göç eden bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. 13 yaşındayken Yıldız Dergisi’nin düzenlediği bir yarışmaya başvurur. Sinema Güzeli yarışmasında üçüncü olmuştur. Muammer Karaca Tiyatrosu’nda kısa bir süre çalışır, daha sonra Toto Karaca Tiyatrosu’na geçer. 1956 yılında sinema kariyerine Yeşilçam filmlerinde kötü kadın karakteri canlandırarak başlar. Aynı zamanda 45’lik bir plak doldurmuştur. Bana Derler Çapkın Suzan ile 1964 yılında müzik dünyasında yerini almıştır. Plak isimleri de sanatçının yarattığı karakter ile uyumludur. Suzan Avcı vamp kadın imajıyla bir bütün haline gelmiştir. 1962 yılında Şehvet Uçurumları filmiyle büyük bir yankı getirir. 1966 yılında ise Turist Ömer filminde rol almıştır. Suzan Avcı genellikle huzurlu bir hayata, aile yaşamına saldıran bir tutku figüdür. “Ayakta tek başına durmak, geçinmek ve geleceğin için, hele de kocan yoksa, elinde cinselliğinden başka bir şey kalmaz,” sözleri bir devrim niteliğindedir. Cinselliğini, filmin iyi kadın karakterine kıyasla özgür bir figür olarak çizen yaşamı ile ilk sahnelerde her şeyi başarmış görünse de filmin sonunda cezalandırılmıştır.
Suzan Avcı’ya neden hep kötü kadın karakterleri oynadığı sorulduğunda verdiği cevap yine çok etkileyicidir: “İyi kadınları hiç sevmedim. Ağla, ağla nereye kadar… Gözüne bir damla damlatıyorlar, saatlerce gözünden yaş akıyor. Oysa ben bir bakış atıyorum, bir kadeh tutuyorum, bir sigara dumanı üflüyorum, herkesin ağzı açık kalıyor.” Tüm bu sözler sanatçının yaptığı işin farkındalığını da ortaya koymaktadır.
Neriman Köksal
Şekerpare filmi ile hatırlayacağımız bir oyuncu Neriman Köksal. 1928 yılında İstanbul’da dünyaya gelen sanatçı, Türkiye sinemasının ilk ve en uzun süreli vamp kadını olarak bilinir. Sanatçının gerçek adı Hatice Kökçü’dür. 1950’li yıllarında Fosforlu Cevriye isimli filmindeki rolü nedeni ile uzun süre “Fosforlu” olarak anılır. Diğer lakabı ise “Afet-i Devran Neriman”dır. Neriman Köksal, henüz 20’li yaşlarında, İstiklal Caddesi’nde yürürken Metin Erksan tarafından keşfedilmiştir. Bu kariyer başlangıcı kendi içinde bir film gibi geliyor kulağa. Tam da Yeşilçam ruhuna yakışan bir oyunculuk başlangıcı, tesadüf ve keşif dolu.
Express Dergisi’ndeki bir yazısında Murathan Mungan, Neriman Köksal’ı şöyle anlatır:
“Onların kızdıkları asıl Neriman Köksal’dır. Neriman Köksal yakışıklıdır, geniş omuzludur, eyvallahı yoktur, külyutmaz, kaş kaldırır, yan bakar, kızdı mı jilet atar, tabanca çeker; dişiliğinde bile hoyrat, erkeksi bir yan vardır. Erkekle yarışa girer, erkekliğin bütün numaralarını bilir, ama oynamaz. Erkeklerin gözünün içine baka baka yaşar “dişilliğini”. Cinselliğini bir günah gibi değil, bir politika gibi yaşar. Bu da erkekleri kudurtur. Erkekler, boynu bükük eşcinsellere; eşcinselliğini, kaderin sillesini yemiş kader mahkûmu gibi yaşayanlara kızmazlar; hatta bu halleri, onlar bir tür ödeşme duygusu olanağı sağlar; onlar asıl dik başlı Neriman Köksal’lardan korkarlar. Tekinsiz olan odur çünkü, insanlar kendileri için neyin tehlikeli olduğunu hemen sezerler. Neriman Köksal tehlikedir, belirsizliktir, kuşkudur, onanmış değerleri silkeler, öğrenilmişi zorlayan, alışılmışı sarsan, erkeği kendinden şüpheye düşüren Neriman Köksal’lar, erkekliğin de, tıpkı kadınlık gibi ideolojik bir kod, bir numara, bir oyun, bir maske olduğunu, bir poz kesmek olduğunu gösterir onlara. Dünyadaki rol dağılımını yeniden zorlayan bir figürdür Neriman Köksal; rollerin içini boşaltır, tersyüz eder; hem kendi rolünü sınırlarına kadar zorlar, hem de erkeklere, kendi rollerinin huzursuzluğunu yaşatır.”
Sevda Ferdağ
Femme fatale’in esmer gerçeği Sevda Ferdağ olarak karşımıza çıkar. Gerçek adı Lütfiye Dumrul olarak bilinir. 1958 yılında rol aldığı ilk filminde yaşadığı başarısızlık nedeni ile Almanya’ya yerleşmiştir. Ailesinin ısrarı ile Türkiye’ye dönen oyuncu Azrailin Habercisi filmiyle aniden gündeme oturur. Daha sonraki süreçte, defalarca vamp kadın rolleri ile filmlerde rol almaya devam etmiştir. Türk filmlerine ilginin azaldığı dönemlerde ise geçinebilmek için sahneye çıkarak şarkı söylemiştir. 150’yi aşkın sinema filminde rol almış bir femme fatale karakterdir.
Femme fatale üzerine yapılan yolculuğun dört kadın karakter üzerinden farklı yansımalarını okudunuz. Türkiye’de yaşayan ve sanatçı olarak kendilerini tanımlayan femme fatale tipler, dönemine göre gerçekçi ve cesur olan kadınların hayat hikâyelerinden bir kesit de denebilir.
Merve Balcıoğlu
Yazarın diğer yazıları.