İçimdeki Yangın, İçimizdeki Faşizm
Bu yazının amacı bir film incelemesi ya da analizi değildir. Yalnızca filmin günümüz iktidarının yapmaya çalıştığı eylemlerin sonucunda neler olabileceğini gösteren kıymetli bir belgedir.
Günümüz orta-doğu coğrafyasında sonraki nesillerin nasıl etkilenebileceğini anlatan yegâne film Denis Villeneuve’in Incendies (İçimdeki Yangın, 2024) filmidir. Filmdeki ana karakterin bir kadın olması ve hikâyenin aslında onun etrafında örülmesi. Tecavüzcüsünün (kendi oğludur aynı zamanda- bilmeden!) çocuklarını taşıyıp doğurması sonucu adeta kartezyen bir lanete uğramıştır. Günümüz iktidarının yaratmaya çalıştığı şey ne ise sonuçları tıpkı bu filmdeki lanetler olacaktır. Kadınlar ya intihar edecekler, ya da o filmdeki ana karakter gibi mezara ters yüz bir şekilde gömülmek isteyeceklerdir. Gelecek nesiller iktidarın umurunda bile değildir. Onların istediği şey işçidir, askerdir. Filmde bakın, babası öldürülen ve annesine bilmeden tecavüz eden birey yine aynı sistem tarafından yaratılmış bir asker değil midir? Devletin ya da iktidarın kendisi tarafından yetiştirilmemiş midir? İktidar insanla ilgilenmez, sadece onun eti ve kanıyla beslendiği gibi, gelecek nesillerin de aynı hiyerarşi içerisinde büyümesini ve faşizanlığının altını çizerek büyütmeyi amaçlamaktadır. Olan biten her şeyi Oedipus gibi kör talihe mi bağlayacağız? Kendi kaderine lanet etmeden onu kabullenerek yaşayabilecek insanlar mıyız? Bunun sonuçlarına katlanacak olan insanlar faşist-yobaz insanlar değil, sizlersiniz.
Günümüz faşizan iktidarı artık yapabildiğimiz ve yapabileceğimiz her şeyi hesap etmekle kalmayıp kendi ördükleri kör talihi bizlere dikte ettirmeye, yasalar koyarak kendi bedenimiz -keşke sadece bunla kalsa- üzerinde tahakküm kurmayı amaçlamaktadır. Bu neredeyse eski yunan tanrılarının insanlar üzerindeki etkilerini yansıtmaktadır. İnsanlar eskiden kendi geleceklerini öğrenmek için tapınaklarına giderken, günümüz faşist iktidarları artık bunu yasalara bağlamayı arzulamaktadır. Eğitim sisteminden tutun da, çocuklarınızın süt içmesini dolaylı olarak dikte ettirmeye, kürtaj yasalarından tutun da, sizin hakkınız olan şeyleri elinizden almaya varacak kadar ileri gitmişlerdir. Filmde hiçbir şekilde bunun nedenlerinin ne olduğu konusunda bir bahis yoktur. Ancak bütün yapılan şeylerin nelerin sonucunda ortaya çıktıklarını bilmemek için gerçekten örümcek kafalı ve gerici-yobaz olmak gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Belki de çok yakın bir zamanda insanlar bu içlerindeki yangın ile dolaşacaklardır, böylece sistemin üretmeye çalıştığı kalıp bireyler olarak bunu bir lanet gibi etrafımıza yayacağız. Sorun da burada başlıyor zaten. Sorun yalnızca bizi değil, kendimizden sonra gelecek nesilleri de etkileyen tıpkı yunan mitolojisindeki gibi, lanetlenmiş bir soy durumuna düşeceğiz. Karılarımız bizleri bir yemek masasında sevgilileriyle birlikte zehirleyecek, bizleri cehenneme atarak yapmak istediğimiz her şeyden mahrum bırakacaktır. Kendi geleceklerini, insanlığın geleceğini kurmak isterken, geçmişte yapılmış olan hataları ödeyerek- Tıpkı Antigone’nin babasına bakma zorunluluğu gibi bizler de (çocuklarımız da), bunun bedelini ödemek zorunda bırakılacağız. Ve daha kötüsü ise aynı iktidarın istediği gibi bizlere bütün bunlar kutsal şeylermiş gibi öğretilecektir. Oedipus kendi kaderine tutunur, kızı ona bakacaktır en kötü durumda, ya oğulları ne yapmıştır? Yine birbirlerini kılıçtan geçirip babalarının topraklarına göz dikeceklerdir. Bunun sonucunda yaşanan lanet ya da felaketler silsilesi yine bu Oedipus’un kör talihi yüzündendir.
İktidar’ın amacı kendi kaderiyle baş başa bırakılan özneler yaratmak, kendisine bir teba oluşturup insanları birbirine kırdırmak ya da kendi geleneksel ahlak yozlaşmışlıklarını halkın kendisine dikte ettirmektir.
İçimdeki Yangın sıradan bir film değil, ana karakteri olsun ve bunun uzantıları olan çocuklar, yeni nesiller olsun bu türden faşizan sistemin çocuklarıdır. Sizin varlığınız onlar için sayısal bir değerdir. Başka bir şey değilsiniz onlar için. Onların amacı çocuk yaparak kendi nüfuslarını çoğaltmak, onları birer makine gibi eğitmek ve istatistiklerde, demografik planlarda sizin sahip olduğunuz şeyi ‘1’ sayısıyla eşitlemek vardır. Sizler bu iktidar için yalnızca ‘bir’ sayısından başka bir şey değilsiniz. Kendiniz de fakındasınızdır ki, sizler bu birden çok daha değerli varlıklarsınız. Sizler hayatınız boyunca, içinizdeki yangınlarla başa çıkmayı hak etmeyecek kadar asil varlıklarsınız. Ve bunun neticesine katlanıp kendinizden sonraki nesillere bu eziyeti çektirmek istiyorsanız, gerçekten devam edin. Bu türden iktidarların peşinde dolanmaya ve kendiniz bir hiçmişçesine var etmeye devam edin. Geleceğinizin travmatik koşullarını şimdiden yaratmaya başladığınızın farkında olmak aynı şekilde sizin elinizde.
Yazarın öteki yazılarını okumak için tıklayınız.
Ahmet Şık ve “Faşizmin Ordusu”
1 Nisan 2024 Yazan: Editör
Kategori: Dergi & Fanzin, Edebiyat, Sanat
Bağımsız mizah ve karikatür dergisi Leman, 1010. sayısında, Gazeteci Ahmet Şık’ın toplatılan “İmamın Ordusu” kitabı dolayımında Türkiye’deki gerici bünyenin prototipini kapağına taşıyarak polis devleti ve faşizmden bir enstantaneyi de görselleştirmiş oldu…
Geri kafalı AKP iktidarı, topu yargıya atsa da, hiçbir ülkede iktidarın haberi olmadan kuşun dahi uçmayacağını Mısır’daki sağır sultan bile biliyor. Bebeler bile biliyor. Öğrencileri coplayan polisler bile biliyor. Satılmış bürokratlar da…
Fakat “cihana bedel” Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının her zamanki gibi hiçbir şey umurunda olmadığı için, daha iyisi, balık hafızalı oldukları için bu hazin meselenin nihai anlamı da geniş kitlelerce önemsenmemiş görünüyor. Düşünce özgürlüğü nedir, kim özgürdür, gazetecilik hangi koşullarda yapılır gibi hayati sorular yine arada kaynamış durumda…
Basın erbabı ve medya çalışanları ise, gazetedeki köşelerini yalakalığa ayıran entel-dantel liboşlar ise (örnek: Mehmet Barlas) büyük ölçüde kafalarını kuma sokmuş durumda. Kendilerine dokunmayan yılan bin yaşasın havalarında çoğu. Kendileri tutuklanana dek farkında olmayacaklar anlaşılan… Kendi karıları ve çocukları cezaevi kapılarında değiller ya, ne önemi var efenim bunların. Hiç ama!…
Nedim Şener, Ahmet Şık… Veya Uğur Mumcu. Ya da Hrant Dink. Ve dahi Turan Dursun. Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Memeç, Abdi İpekçi… Sahi bu isimler cidden ama cidden medyanın umurunda olmuş muydu? Sadece ölüm yıldönümlerinde haber yapmak anlamlı mı?
Gazetecilik, Karl Marx’ın, taaa 19. yüzyılda işaret ettiği gibi kendi özgürlüğünü baltalayan bir kurum olagelmemiş midir?
Faşizmi dolaylı yoldan evetleyen ama kusana kadar demokrasi diye bağıran AKP’li milletvekillerine, basın-yayın çalışanlarına, medya patronlarına “bir gün”, hiç ummadığınız bir anda yatağınızdan uyandırılıp bilgisayarınıza el koyulacağı günü beklemelerini öneriyorum.
Bekleyin, görün…
hakanbilge@sanatlog.com