Anasayfa / Sinema / B Filmleri / Korku Filmlerindeki Jinefobi

Korku Filmlerindeki Jinefobi

Erkekler kadınlardan her zaman korkmuştur!

Çok iddialı bir cümleyle açılış yaptım ama bunun birçok kanıtı var. İdeolojik olarak kadınlar zararlı, karanlık varlıklar olarak görülüyor. Büyü genelde kendileriyle kişileştiriliyor.

Mesela Yin Yang’a bakalım; aslında dualite ikonografisi olan bu imgede siyah olan Yin dişildir. Beyaz ve parlak olan Yang ise eril. Dişil uç karanlık, soğuk ve emici; eril uç aydınlık, sıcak ve uyarıcıdır. Daha buradan dişilliğin genelde negatif özelliklerle oluşturulduğunu görüyoruz. Acaba bu kuramları dayatanlar erkekler miydi?

Eski inanışlara göre kadınlar büyülü yaratıklardı. Ay dönümüne göre kanıyorlar, 9 ay sonra karınlarından başka bir insan çıkarabiliyorlardı. Bu büyüden başka ne olabilirdi? Eski insanlar açıklayamadıkları olaylara ilahi bir kılıf uydururlardı. Bu nedenle kadınlar çekinilmesi gereken, gizemli yaratıklardır. Erkekler gibi açık değillerdir, bir sürü giz taşımaktadırlar. Kadınların kendilerinden korkmak dışında, parça parça vücut bölümlerinden de korkuyorlardı. Mesela saçlarından.

Saç, geleneksel inanışa göre güçle eşleştirilir. Kadın büyücü olduğuna göre, gücünü de saçından almaktadır. O yüzden cadılar büyü yapmadan önce saçlarını açarmış, o yüzden Ortaçağ’da usturuplu kadınların saçları örgü ve topuzlarla toplanırmış. Bunun dinsel yansımaları üzerinde ayrıca bir yazı yazmak gerekir ama kısaca değineyim. Eski Afrika kabilelerinde, regl dönemindeki kadınların gökyüzüne bakması, tanrıları kızdıracağından yasaklanırmış. Mevsimle uyumsuz bir hava akını riskini ortadan kaldırmak için kadınların başları, yüzlerine düşecek şekilde bir örtüyle kapatılırmış. Çırılçıplak vücudun üzerinde kapalı bir baş, ironik olsa gerek! Üç büyük dinde de kadınların başı örtülür. Bunun kökeni, her ne kadar ayrı dinler için ayrı mazeret olsa da, kadının gücü olan saçını saklamak ve büyülü yönünü kontrol altına almaktır.

CadıAyrıca kızıl saç da korkulan, çekinilen bir özelliktir. Tarihsel veya inanışsal kişiliklere bakıldığında, kızıl saç neredeyse kadın cinsiyetiyle bire bir ilişkilendirilmiştir. İlk kadınlar, her dinde veya mitolojide, kızıldır. Havva kızıldır, Adem’in ilk karısı olduğu söylenen Lilith de…

Havva Lillith

İnsanlığa lanet olarak indirilen Pandora (kadın olması yine iyi bir örnek), kutusunu (aslında cinsel organını) açarak ortalığı karıştırmış, tüm hayat tufanla yerle bir olmuştur. Dünyada tek kalan erkekle kadından, kadın olan yani Pyrrha, Pandora’nın kızıdır ve bilin bakalım saçları ne renktir? Zaten adı bile ateş kökünden türer; ateş kırmızısı saçları nedeniyle. Maria Magdelena’nın buğday tenli bir kızıl olduğunu, son moda tarihi romanlardan öğrenmiştik zaten.

Pyrrha Pandora

Kadınlardan korktukları kadar onlardan nefret de eden Japonlar, sinemalarında her iki hislerini yansıtmakta beis görmediler.

Ringu

Ringu ve benzeri korku filmlerindeki uzun siyah saçlı kadınları hatırlayın…

Yani erkekler kadınların saçlarından korkuyordu. Korkunç, çekinilesi ve olumsuz olarak tanımlanan kadınların çoğu kızıldı. Bu kişisel bir saptamadır. Doğru olmak zorunda değildir.

Peki başka en çok korkulan kadın bölgesi neresiydi? Tabii ki vajina… Erkeklerde penisin erk sembolü olduğu hepimizce aşikar. Vajina denen bu oyuk, sertleşmiş yani tam güçlü haldeki penisi içine alır, tüm gücünü soğurarak sönmüş bir halde dışarı çıkarırdı. Bu cehennem benzeri kavite lanetlenmeliydi. Bu yüzden vajina ve ikonografisi uzak durulması gereken, güçle donatılmış gerçek erkeği baştan çıkaran, sonra gücünü elinden çalan tüm beterliklerle eşdeğer tutuldu. Alın size Pandora’nın kutusu… Tanrılar ceza olarak bir kadını gönderiyorlar; kadının vajinası ortalığı birbirine katıyor! Düşmanımın başına vermesin…

Bu geniş girişten sonra başlığımıza dönelim. Jinefobi (Gynephobia veya Gyneophobia), kadın korkusu için kullanılan teknik bir terim. Bu hastalık (diyelim), erkeğin geçmiş yaşantısındaki bir travmanın ürünü olabiliyor. Tabii tüm erkek ırkındaki nesiller boyunca aktarılmış, kolektif travma mirası da yadsınamaz.

Hemen başka bir terimle sinemaya geçelim; Venustraphobia. “Venüs trap” sinek kapan, etçil bir bitki, hatırlarsınız. Bu kelime, “güzel kadın korkusu” için kullanılıyor. Güzel kadınlar, erkeklerin aklını başından alır ve zarar verir. Aynen, uğursuz şarkılarıyla gemicileri tuzağa düşürüp kanını emen denizkızları, Sirenler gibi… Bu fobinin sinemadaki karşılığı “femme fatale” olgusudur. Bu imgeye o kadar çok örnek verilebilir ki hızla geçiyorum.

Black Sunday

Femme fatale’ler hızla evrimleşti ve bizzat korku unsuru oldu. Özellikle 70’li yılların erotik korku sinemasının başlıca figürleri bu ölümcül kadınlardı. Drakulanın yanına, uzun dişli bir gelin ilave etmeden korku filmi gerçekleştirilemezdi. (Dracula, Vampiros Lesbos, Le Frisson des Vampires, La Viol du Vampire, La Vampire Nue, La Orgia Nocturna de los Vampiros, From Dusk Till Dawn, Innocent Blood, La Peau Blanche, The Hunger, Vamp, Vampyres, Alucarda…) Vampir imgesi kadınlar için uygun karakterlerdi, erkeklerin kanını emmiyorlar mıydı? Cadılık ise zaten en baştan beri, dişi ırkın sırtındaki kamburdu. Buna örnek; Dario Argento’nun üç cadısı (Suspiria, Inferno, Mother of Tears), Mario Bava’dan Black Sunday, Rus klasiği Viy verilebilir. Bazen güzellik takıntılı bir kadın isteği dışında bir canavara dönüşebiliyor (The Wasp Woman) ya da bizzat kötü ruhlara hizmet ediyordu (Carrie, Chronicle of the Raven, The Guardian, Mausoleum, Sleepy Hollow).

Viy

Son zamanlarda kadının kadına karşı uyguladığı şiddet de korku unsuru değeri taşır oldu. Bunun en iyi örnekleri genelde Fransa’dan çıktı. Trouble Every Day, High Tension, Inside, Martyrs gibi filmlerde, kadınlar doğa dışı güçleri olmadan korkunçtular. Özellikle Inside’daki doğmamış bebeğe sahip olma takıntılı katil, kadının annelik içgüdüsünün bile korku sinemasına malzeme olabileceğini gösteriyordu. The Hand That Rocks the Cradle’daki Peyton da korkulması gereken kadın kategorisindeydi. Ya da tam tersi, yine kadınsı bir hal olan postpartum depresyon neticesinde katilleşen bir anne, çocuklarını kıtır kıtır kesebiliyordu (Baby Blues). Bazen kadınlar gerçekten akıl sağlığını kaybedebiliyordu (Alice Sweet Alice, Fatal Attraction, Happy Birthday to Me); Mysery’deki Annie Wilkes’dan kim korkmaz? Buradaki kadınların, kadınlıktan başka özellikleri yoktur; yani durum daha da vahim.

Bazen dişilik fiziki olarak değil, mecazi olarak korku unsuru oluyordu. Mesela Japon sinemasının armağanı olan devleşmiş canavarlar (Godzilla vb.) dişildir. Üstelik bu devleşme konusu mecazdan çıkarılıp bizzat cisimleştirilmiştir de. Tamam, devleşmiş semenderler, böcekler ve bilumum kımıl zararlısı korkunç olabilir; iyi de devleşmiş bir kadın nasıl korku unsuru olur?: Attack of the 50 ft Woman (1958, ABD, Yön: Nathan Juran Oyn: Allison Hayes, William Hudson…).

Attack of the 50 ft Woman

Bu dişillik kısmını biraz açmak istiyorum; ben ideolojik olarak dişillikten bahsediyorum. Godzilla’nın salladığı dev bir penisi olsa da devleşmiş yaratıklar dişildir. Aynı Yüzüklerin Efendisi’ndeki Sauron’un dev gözü gibi.

Sauron'un Gözü

Sonuçta bir gözün cinselliği yoktur; ama vertikal yarığı da göz önüne alındığında Allah’ına kadar dişildir.

Gelgelelim en sevdiğim örnek Alien’dır.

Alien

Yönetmen Ridley Scott aslında feminist bir yönetmen olarak tanınsa da, ilk korku filminde dişil bir yaratık kullanmıştır. Bu kendisinin de gözden kaçırdığı bir şey olabilir ama zannetmiyorum. Ünlü sürrealist sanatçı H.R. Giger’in tasarımı olan Alien (Xenomorph); ağız içinden çıkan ağzıyla iç ve dış dudakları andıran, bir kadınlık organının ayaklanmış şeklidir. Tıbbi olarak Vajina Dentata (dişli vajina) denen olgunun görsel sanatlardaki bilinçaltı izdüşümüne birçok örnek verilebilir.

Çizgi romanda bir vajina dentata etkisi Filmlerdeki vajina dentata etkisi / Predator

Asıl değinmek istediğim filme geldik böylece:

Teeth (2007)

Yön: Mitchell Lictenstein
Oyn: Jess Weixler, John Hensley, Josh Pais, Hale Appleman, Ashley Springer.
ABD 94 dk.

Erkekler ne zamandan beri vajinaların penisleri koparacağından korkmaya başladılar? Herhalde bunun köklerini kastrasyon korkusunun hemen yanında araştırmak gerek. Filmde de belirtilen “Hine-nui-te-pō” adlı tanrıçayı tanıyalım. Maoi panteonunda cehennem tanrıçası olarak kabul edilen bu tanrıça, genç kızlık hayalleri suistimal edilerek babasıyla çiftleşmiş, bu ensest tecavüzün farkına varınca da tası tarağı toplayıp evini terk etmiştir. Fakat kızından yeni çocuklar edinmeyi kafasına koymuş sapık baba Māui, mağarasında uyuyan kızına yanaşmaya çalışmıştır. Tam sertleşmiş aletini soktuğunda, ahlaklı bir kuşun canhıraş ötüşüyle uyanan Hine-nui-te-pō, vajinasındaki dişlerle babasının çükünü koparmıştır. Mitolojiye göre Māui, ölen ilk erkektir ve bu sonsuz laneti tüm evlatlarına geçirecektir. İşte vajina dentata miti buradan çıkmaktadır.

Bu bilgiyi internette googlelamadan önce Dawn da kendisinin ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Daha çocukken, beraber oynadıkları şişme havuzda abisinin meraklı parmağına cezasını veriyor. Yıllar sonra bile parmağında (fallus?) bu izi taşıyan abi Brad, üvey kızkardeşini bir takıntı haline getiriyor, onu arzularken yaralı parmağını emiyor. Odasında gelinlik resimleri ve pembe yumuşak hayvancıklar bulunduran, PG-13 filmleri bile uygunsuz sayan Dawn’ın aksine Brad tam bir seksist. Pislik yuvasına döndürdüğü odasında “Anne” adını verdiği köpeğini besliyor, yüksek sesli müzik eşliğinde kız arkadaşını arkadan beceriyor, uyuşturucu kullanıyor ve tabanca egzersizleri yapıyor.

Teeth 1

Bekaretini bir hediye gibi saklayan ve evleneceği erkeğe vereceğini söyleyen Dawn’ın bekaret kulübünde tanıştığı Tobey, masallardan fırlamış bir prens gibi; nazik ve sevecen. Baş başa çıktıkları bir piknikte, mitolojidekini andırır bir mağarada, Tobey’in tecavüzüne uğradığında; doğru kişiyi bulduğunu zanneden Dawn’ın bilinçaltına ittiği anılar yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlıyor. Bu travma ile Dawn bir dönüm noktasına geliyor. Önceki saf ve temiz kız yerini, dişli cinselliğinden kendini kurtaracak kahraman arayan lanetli bir kadına bırakıyor. Okulun özel politikası nedeniyle biyoloji ders kitabının vulva bölümündeki sansür bandını çıkarıyor (penis bölümü sansürlü değil bu arada) ve belki de ilk defa kadınlığıyla tanışıyor.

Cinsel farklılığına paralel bir ruhsal değişim yaşayan Dawn, bu uyanıştan çok önce, çıngıraklı yılanların evrimini anlatan öğretmeninin sözlerine yeterince kulak vermiş miydi?: “Dawn bu seninle de ilgiliydi ve sen kaçırdın.” Evet Dawn, vücudunu reddediş sürecinde birçok şey kaçırıyor fakat odasının duvarlarından yırttığı genç kızlık hayalleri ve parmağından attığı bekaret yüzüğüyle olması gereken şey oluyor; hem de kendisini anlayacak kimse bulamadan.

Teeth 2

Filmde asıl korkunç olan vajinasında diş taşıyan bir kız mı, yoksa iş cinselliğe bindiğinde saldırganlaşan sahte yüzlü erkekler mi karar veremiyorsunuz. Dawn, gerçek bir cinsel ilişkide orgazm olabilen normal bir kızken; yattığı erkeğin aslında üzerine bahse girdiğini öğrenince dişlerini çıkarabiliyor. Bu anlaşılabilir bir şey. Keza, hastasını muayene ederken tacize doğru yol alan jinekoloğun başına gelenler… Kızın cinsel ilişkiye girdiğini öğrenince değişen tavrı, başına gelecekleri hak ettiğini düşündürüyor insana.

Filmin birçok yerinde jinefobi ve vajina dentata referansları bulunuyor. Hasta anne uyurken açık kalan televizyonda gördüğümüz eski korku filmindeki dev akrebin dişleri (The Black Scorpion); piknik yerinde şöyle bir gösterilen vajina şeklinde kovuğu olan ağaç; sarkıt ve dikitleriyle açık bir canavar ağzına benzeyen mağara ve ölen annesine aldırmadan kız arkadaşıyla sevişen üvey abi Brad’den intikam almak için silahlarını (!) kuşanarak girdiği odasında, Dawn’ın gözünün ucuyla gördüğü korku filmi (bakışlarıyla erkekleri taşa ceviren bir kadının olduğu filmin adı The Gorgon)…

Teeth 3

Film hiç de göründüğü kadar kolay lokma değil. Böylesi bıçak sırtı konuyu, gayet derli toplu anlattığı için ayrıca önem verilmesi gereken bir cevher. Erkek, er ya da geç ana rahmine geri dönmek isteyecektir. Bunun için bir kahraman olmalı ve öncelikle kadının cinselliğiyle savaşmalı, onun gücünü kırmalıdır. Bu karanlık sınavın peşinde yola çıkan Dawn, korku filmlerinde katilin önünde çığlıklar atarak koşturan kurban kızların antitezidir.

Teeth 4

Peki… Tüm bu yazdıklarımdan çıkaracağım sonuç nedir? Bilemiyorum… Yalnız, tek bildiğim evimde kızıl bir kadın var; benim eşim. Yemek yaparken bazen alev gibi saçlarını açıyor, çorba tenceresini karıştırırken gözlerinde antik bir pırıltı oluyor. Korkuyorum…

Murat Akçıl

[email protected]

Yazarın diğer incelemelerini okumak için tıklayınız.

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Dressed to Kill (1980, Brian De Palma)

Alfred Hitchcock’un ve filmlerinin Hollywood’u hatta dünya sinemasını nasıl etkilediği malum. O etkilenmeden en çok ...

20 Yorum

  1. Murat’ın (Wherearethevelvets) daha evvel kaleme aldığı “Grimm Masalları” ve “İstismar Sinemasında Genç Kız ve Canavar Teması” metinlerinden sonra jinefobi kavramının soykütüğüne dönük bu inceleme de bilgi dolu ve keşif yapılmayı bekleyen irili ufaklı filmlerle örülü. Bu argümanlar ve fikirler yumağını sonuna değin okumanızı öneriyorum. Şahsen ben çok etkilendim…

  2. Kadının ilkçağlarda bilinmeyen fizyolojik özellikleri yüzünden, erkeklerin kadını kutsallaştırdıkları, hatta ilkel dinlerde tanrıçalaştırmaları boşuna değildir, ki ilkel dönemde yaşayan toplumların birçoğu bu nedenle anaerkil toplumlardır. Bu fizyoloji incelendikçe ve nedenleri bulundukça görülecektir ki ilkel insan da bu anaerkil sistemi kendi lehine çevirererek ataerkil bir sistem kurmuştur. Ancak insan istediği şekilde istediği sistemde yaşasın, bilinçaltında o döneme ait izleri her daim taşıyacaktır.

    Gerçekten bilgilendirici, aydınlatıcı bir yazı olmuş. Çıktısını alıp ara sıra okumak gerek. Sinemadaki yansımalarını anlatan filmleri de edinmek gerek. Çok teşekkür ederim hocam. Eline Sağlık.

    Arigato Gozarimasu

  3. Oldukça etkileyici.. Atıf yapılan filmler bile ayrı bir tartışma konusu yapılabilir.

  4. Çok sağolun arkadaşlar ama böyle davranırsanız ben de kendimi birşey zannedicem 🙂

  5. Bu sayfalarda okuduğum çok keyifli yazılardan biriydi, eline sağlık wherearethevelvets.

  6. Gerçekten çok farklı bir yaklaşım… Kalemine sağlık wherearethevelvets, gerçekten çok iyi bir yazı.

  7. Okuduğum en güzel yazılardan biriydi bu.. oldukça bilgi edindim. ve aklıma geldi ben de küçükken saçtan korkardım 🙂

  8. Gorgonların en çirkini Medusa’nın saçları yılandandı!

  9. Yılan ve kadın ikilisi üzerinde durulabilir aslında; hakeza birçok dinde ve mitolojide kadın-yılan ilişkisi önemlidir. Hatta ilginçtir kızlar yılandan korkarken, kadınlar yaşlandıkça pek korkmamaya başlıyorlar. Bu da sanırım temelde yılan’ı bir penis olarak, kendi cinsel organlarını tehlikede sandıklarından dolayıdır. Freud’un çıkış noktalarından biri de budur sanırım. Aslında kadınlar, erkeklerin vajinalardan korktukları kadar, erkeklerin penislerinden veya onu hatırlatabilecek birçok şeyden korkuyorlar.

  10. Yılan gerçekten kadınla eşleştirilir, garip. Eski inanışlarda yılan bereketin ve tıbbın sembolüyken, semavi dinlerde şeytani bir varlık olarak nitelendirilmiştir. Yazıda bahsettiğim Lillith, bizzat elmayı veren yılan olarak gösterilir. Ekhidna ve Şahmeran, yılan kadınlardır. Bazı ana tanrıçalar, ellerinde yılanlarla betimlenmiştir.

    Yılanın bir fallik obje olarak tanımlanması daha modern bir düşünce sanırım. Kadınlar sadece yılanlardan değil herşeyden korkar. İndiana Jones’un ünlü yılan fobisini eşcinsel çıkarımlarla mı açıklamak gerekir bu durumda?

    Kusagami, aslında başka bir fobi var ve cinsel çağrışımları yılandan daha bariz; örümcek. Tarantizm denilen psikotik bir durum, eski çağlardan beri bilinen bir şey. Kırda bayırda oynarken “eteğinin altından” giren bir örümceğin ısırığıyla hastalanan (aslında histeri krizi geçiren) kadınlar; müzikle tedavi edilirmiş. Bu müzik türünün ismi de “tarantella”. Halbuki örümceğin fallik bir özellik taşımadığı aşikar. Eteğinin altından yılan girse anlarım da…

  11. indiana jones’ta yılandan korkunun nedeni geçmişteki travmatik bir olaya dayanıyor. ancak benim bahsettiğim şey aynı kadının kız iken yılana karşı beslediği nefret ve korku ile kadınlığa geçişten sonra yılana karşı beslediği aynı öfke ve korkunun farklı şiddette olması.

    cinsellik bakış açısının dışında misal, ben de yılandan korkarım arkadaşım da korkar. bence burdaki korkular birbirinden farklıdır. tabii her kıza ya da kadına genellemek de doğru değildir.

    5 sene filan önceydi, kardeşimin peşine bir yılan düştü, ninem bu yılanı gördüğü gibi küreği aldı eline, neticede yılan sizlere ömür ama etraftaki kızlar kaçtılar. daha önce de okuduğum bir kitapta da bu imgelemi okuyunca bir çeşit teori mi diyelim, fikir mi diyelim oluştu bende.

  12. Demek ki bekaretini kaybeden kadın yılandan korkmaması gerektiğini anlıyor! Yılanın başını erkenden eziyor…

  13. Farklı bir bakış açısı, ilginç tespitler var… Bu siteyi bu nedenle bu kadar çok seviyorum 🙂

  14. Vallahi kendi adıma bu yazının üzerine yapılacak galiba pek bir yorum bulamıyorum. Gayet güzel bir inceleme.

    Ama sadece bir şey ekleyeyim;

    Yorumları ve mitolojik soykütüğü incelendiğinde aklıma hemen Kurosawa’nın Dreams’ı geldi. Dreams’ın üçüncü düşündeki Yuki Onna. Tabii ki filmde pozitif özelliğini görmekteyiz. Ama negatif bir yönü de var. O da Yuki Onna erkekleri ayartıp kendine çeker ve onlarla öpüşüp, cinsel ilişkiye girdiğinde birden onları buz haline getirir, tuzla buz edermiş. Bu arada Yuki Onna’nın saçlarının da uzunluğu ve rüzgarda salınımı filmde oldukça dikkat çekicidir.

    Tekrar tekrar ellerine sağlık..

  15. Yazımda bahsetmediğim bir örnek daha var:

    Event Horizon adlı bilim kurgu-korku filminde, aynı adlı gemi, şekil itibariyle de büsbütün kadındır. Bu şeytanileşmiş gemiyi yaratan bilim adamının ondan “she” diye bahsetmesi, ona ölmüş karısına veremediği sevgiyi vermesi de bu kanıyı güçlendiriyor.

    Event Horizon’u aramaya çıkan ve bir penisi andıran kurtarma gemisinin dev gibi dişi gemiye kenetlenmesi (doğada dişiler erkeklerinden büyüktür) bir tür çiftleşmeyi andırıyor. Ya da dev yumurtayı dölleyen spermi… Üstelik, güç emme mevzusu burada da mevcut. Çiftleştikten sonra erkeğini yiyen böcekler gibi, Event Horizon istediğini alınca, yaydığı enerji dalgalarıyla küçük kurtarma gemisini parçalayıveriyor.

    Şu kadınlar yok mu…

  16. İlgiç valla ilginç, iyi bir mitoloji okuru olmalı..

  17. Mükemmel bir yazı olmuş, ellerine sağlık Murat, bu arada ismini de öğrenmiş oldum 🙂 Kızıl saç, kadın, yılan hikayesi üzerine arkadaşlarımın söylediklerine katılıyorum; ayrıca kadının yılana benzetilmesine hem ruhsal hem de fiziki açıdan örnek verecek olursam Gustav Klimt’in The Kiss tablosunda erkeğin vücudunun dimdik oluşunu ereksiyon haline bağlamıştık ve kadının vücudunun kıvrımlarının belirginliği dişiliğinden ve yılana benzerliğinden bahsetmiştik. Aslında yılan belirttiğiniz gibi sadece bu anlamda değil, genelde erkeklerde yenidendoğuşu, iyileştirici olma özelliğini de taşır; ama kadına bu özellikler yansıtılmaz, her seferinde kadın, şeytan gibidir. “Adem’e günahı Havva tanıtmıştır” gibi sözlerden anladığımız kadarıyla zavallı kadınların masumiyeti hiç mi hiç yoktur; kadınlar zavallı değidi, şeytan olan kadınlardı. Neyse yazı harika olmuş, eklemek istedim. Biraz düzensiz oldu, kusura bakmayın.

  18. Klimt’in şu tehlikeli, erotik ve çoğunlukla kızıl kadın karakterleri ünlüdür zaten. Mesela “Salome”…
    Kadın ve yılanın kötülükle özdeşleştirilmesi tek tanrılı dinlerin ürünüdür. Ataerkil dinlerden beklenecek bir tavır…
    Teşekkürler Gamze 🙂

  19. zevkle okudum. bütün yazılarınızı okumayı düşünüyorum 🙂

  20. enfes bir yazı…tebrikler…ilham verici…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

kuşadası escort