The Wrestler (2008, Darren Aronofsky)
“Güreşmek ya da Güreşmemek. İşte bütün mesele bu.”
Darren Aronofsky, günümüz sinemasının auteur olma yolunda ilerleyen ve yapmış olduğu bir avuç filmle sinemasının gücünü sürekli arttıran deyim yerindeyse, sürekli vites büyüten yönetmenlerden. Çok az film yapmasına rağmen, neredeyse her filmiyle türden türe atlamalar yaparak bu konudaki rüştünü ispatlamış bir sinemacı. İlk uzun metraj filmi Pi (1998) ile pyscho-noir sularına açılmış, Requem for a Dream (2000, Bir Rüya İçin Ağıt) filmi ile sert, keskin ve bir o kadar gerçekçi bir insan, bir sosyoloji portresi çizmiş, The Fountain (2006, Kaynak) filmi ile varoluş, evrim, aşk ve mitolojiyi tek bir potada harmanlayarak –her ne kadar bazı sevenlerini hayal kırıklığına uğratmış olsa da– oldukça düzgün bir kompozisyon ortaya çıkarmıştır. Kendisi de ruh-beden-akıl üçlemesi olarak beyan etmiştir önceki filmlerini. The Wrestler’in (2008, Güreşçi) ise yönetmenin ana akım Amerikan sinemasına oldukça yakın durduğu, hem konu hem de teknik açıdan klasik bir anlatıya sırtını dayamış yoğun bir drama olduğunu belirtmek gerek.
Sinema tarihine göz attığımız zaman ağırlıklı olarak çekilmiş spor veya sporcu filmlerinin, daha çok bireysel düzeyde olduğunu görürüz. Konuyu biraz daha açacak olursak: Takım oyunu oynanan sporlardan çok, bireysel amaç güden, kişisel yeteneklerin ön planda olduğu sporların malzeme olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle seyirci kendini perdede yansıtılan sporcunun başarılarını bir özdeşim kıyafeti olarak giyebilmektedir… Beyazperdeye yansıtılan bu sporların başında ise dövüş sporları gelmektedir. Daha çok madalyonun testosteron tarafına tekabül eden bu filmler, nadiren de olsa bayan izleyiciler için de yapılmıştır. Bunun en iyi örneği ise Clint Eastwood’un, Million Dolar Baby (2004, Milyon Dolarlık Bebek) filmidir diyebiliriz. Oldukça geniş bir inceleme konusu olan sportif faaliyetler üzerine yapılan filmleri, umarım ileri bir tarihte yeniden ele alabiliriz.
The Wrestler filmi, yukarda bahsettiğimiz, kişisel zaferleri, hünerleri, başarıları, onurları anlatan bir film olmaktan oldukça uzak bir kıyıda seyretmektedir… Bu açıdan Martin Scorsese’nin Raging Bull (1980, Kızgın Boğa), Clint Eastwood’un Million Dolar Baby filmleriyle organik bir bağ kurmak mümkündür.
Film eski bir güreşçi olan Randy Raobinson’ın (Biz kısaca Ram diyelim; Mickey Rourke) kişisel başarılarının en üst düzeyde olduğu 80’li yıllardan alınmış ve üzerlerinden 20 yıl geçmiş dergi kapakları, gazete kupürleri ve arka fonda hayran çığlıkları alkışları ile başlar. Ram başarılarını ringte kazanmış olmasına rağmen, geçen 20 yıl boyunca hayata karşı olan güreşinde yenilmiş ve kendi deyimiyle artık bir et parçasına dönüşmüştür. Yapayalnız, savrulmuş adeta filmin fon rengi olan sarı bir hüzünle boğuşmaktadır. Yönetmenin belki de sonbahar mevsimini kullanması aslında Ram için de bir sona yavaş yavaş yaklaşıldığını aksettirmektedir. Bir soygunu göstermeden nasıl soygun filmi yapılıyorsa, bir savaşı göstermeden nasıl savaş filmi yapılabiliyorsa, The Wrestler filmi, neredeyse güreş olmadan güreşi anlatan bir film mahiyetinde…
Ram’in ekmek teknesi olarak kullandığı vücudu artık teklemektedir. Ve yaşamını bu şekilde sürdürmesi mümkün olmayan bir durum haline gelmektedir. Ringleri bırakması kendisi için ne kadar zor olsa da bunu yapmak zorundadır. Aronofsky’nin hareket eden kamerası sayesinde, ağır bir anlatıma sahip olan film, dinamik bir şekilde hikâyesini anlatmaya devam ederken, Ram kaybetmiş olduğu değerleri, terk etmiş olduğu kızını, yaşam ile olan bağlarını tekrar kazanmak, hapsolduğu yalnızlık duvarlarını yıkarak tekrar elde etmek için seferber olur. Yönetmenin dinamik kamera kullanımına katkıda bulunan müziklerden bahsetmeden geçmek olmaz. Diğer filmlerinden de aşina olduğumuz Clint Mansell’in seçtiği parçalar… Özellikle Ac/Dc, Gun’s and Rose’s gibi grupların parçaları filmin bu konudaki tekniğine hizmet etmekte kalmayıp seyircinin kulağının da pasını silmektedir.
Daha önce bahsettiğimiz üzere The Wrestler bir testosteron filmi olmaktan oldukça uzakta seyretmektedir. Yönetmenin daha önceki filmlerinden aşina olduğumuz, alt tabakada yaşayan insanların öykülerine, Amerikan rüyalarını tersine çeviren banliyö yaşamlarına, sinmiş, et parçalarına dönüşmekte olan bir toplumun yaralarına adanmış bir ağıt diyebiliriz The Wrestler filmi için. Aynı şekilde vücudunu ekmek teknesi olarak kullanan sadece Ram değildir. Ram’in sürekli gittiği ve striptiz kulübünde çalışan Cassidy de (Marisa Tomei) yaşamını vücudunu kullanarak kazanmaktadır. Bu sadece Ram veya Cassidy öyküsü değildir aslında. Bu, makineleşen, sistemin bir vidası haline gelmeye başlayan, ruhunu, maneviyatını, mutluluklarını kaybeden, yalnızlığa mahkûm olmuş, aynı kaderi paylaşan insanların da öyküsüdür bir nevi.
“Bizim günahlarımız için delindin ve ahlaksızlığımız için ezildin, bize barış getiren ceza senin olacak ve yaralarınla biz iyileşeceğiz.”
Ram hayat ile olan bağlarına geri döner ve kendine bir iş bulur. Bulduğu iş aslında kendisine hiç de yabancı gelmeyecek olan et satma işidir. Ancak film sanıldığı gibi bir Amerikan rüyasına dönüşüyor gibi görünse de, ilerledikçe bir Amerikan kâbusuna dönüşecek, hayat ile olan mücadelesinde Ram bir kez daha tuş olmaktan kurtulamayacaktır. Kızı ile olan bağlarını düzeltmesi için bir şansı olsa da bunu kullanamaz. Cassidy ile birlikte yeni bir yaşama başlama hayalleri yine aynı şekilde hayal kırıklıklarıyla baş başa kalır. Ram’in tek bir çaresi kalmıştır o da yeniden ringlere dönmek ve şovunu kalbi hasta olmasına rağmen devam ettirmek… Dibe vurmuş ve hayatından başka kaybedecek bir şeyi olmayan yalnız bir adamın öyküsü The Wrestler. Ram ise Dostoyevski’nin tabiriyle “Allah’ın yalnız adamıdır.” Travis Bickle’dan bile daha yalnız…
“Tek incindiğim yer dışarısı, Dünyanın umurunda değilim.”
Darren Aronofsky filmin sonunu açık bırakmasına rağmen oldukça iyi bir film çıkarmış. Bunun yanında Mickey Rourke’un adeta kendini oynaması bir oyunculuk dersine dönüşüyor.
Son olarak finaldeki dövüş sahnesindeki “İranlı rakip, Amerikan rakibe karşı” metaforu pek hoşuma gitmese de (Rocky 4 filmini anımsattığı için) The Wrestler, modern klasikler arasına şimdiden adını yazdırmıştır.
Yazan: Kusagami