Bir Kara Kitap Güzellemesi: Ya İçindesindir Romanın ya da Dışında
“Günlük yaşamdaki basit bir olay, kurmacanın dünyasına girildiği andan başlayarak çok karmaşık bir nitelik kazanabilir.”[1] Aslında bu söz Kara Kitap’la ilgili çoğu şeyi daha kabul edilebilir kılıyor. Ne ki, Pamuk eserinde buna benzer bir önermeyi çok daha önceden paylaşmış bile:
“Her hayat benzersizdir. Her hikâye bir eşi olmadığı için hikâyedir.”
Eserde nitelik denen etki, her ne kadar ‘çoksatar’ olarak adlandırılan, hayli dejenere ve bir çeşit sanat düşmanı kitaplarda, mümkün olduğunca aksiyon –ne yazık ki ‘aksiyom’dan hayli uzak ve indirgenmiştir bu kitaplar- ve olay odaklı gelişen, ‘sürükleyiciliğin’ esas alındığı ve gerçekten de okurken insanı süründüren yapıtlarda, hayli değişken bir şekilde ele alınmıştır. Bu yönüyle Pamuk’un Kara Kitap’ı postmodern kurmacaya göz kırptığı sırada, ‘çoksatar’ın haksız kazancına da bir şerh olarak addedilebilirdi. Pamuk’un çoksatar’ın karşısında olmaması[2] bu üstü kapalı kinayeyi hiç de yoksaydıramaz okuyucuya.
Sahi, okuyucu Kara Kitap’ı neden alır-okur? Olayı mı merak eder Pamuk’u mu? Sartre burada yardımcımız olabilirdi –okuyucunun ödevi, metnin ödevi vd.- Fakat Pamuk böyle derinlemesine bir incelemeye gerek duymamızı engelliyor. Zira romandaki tüm olay arka kapaktaki açıklamada (scolie) verilmiş. On dokuz kelimelik bir mektubu ardında bırakıp giden karısı Rüya’yı arayan Galip’in, yakın akrabası ve saygın köşe yazarı Celal’in, şifreler ve inanılmaz bilgilerle dolu yazılarını takip ederek ‘arayışının’ hikâyesidir bu roman. Peki, ama Galip’in aradığı kimdir-nedir? Galip, Rüya’yı mı aramaktadır Celal’i mi, yoksa kendini mi? Galip için –tıpkı Oblomov’daki gibi- bir zamansallık sıkıntısı hâsıl olur bu durumda. Çünkü Galip doğrusal bir edimle yola çıkmışsa da döngüsel bir edilgenliğe sürüklemiştir kendini. Yüzler arasında yaptığı yolculukta, kendi yüzünü kaybetmek pahasına girdiği bu yolda, Rüya’yı da, ‘arayış’ ideasını da kaybetmiştir çoktan:
“Okumak, aynanın içine bakmaktır, aynanın arkasındaki ‘sırrı’ bilenler öteki tarafa geçerler, harflerin sırrından haberdar olmayanlar ise bu dünya içinde kendi yüzlerinin yavanlığından başka bir şey bulamazlar.”
Varacağı sonuç da tıpkı edilgenliği kadar trajiktir:
“Hiçbir zaman kendisi olamaz insan.”
Her ne kadar Tolstoy’un, kendini yazan yazarın iyi yazar olmadığı savını inkâr etmesek de, birçok yönüyle bu önermeyi çürütüyor Pamuk. Zira romanda gerçeklikten ziyade ‘inandırıcılık’ arar okuyucu –bu, Tolstoy dönemi için pek geçerli sayılmazdı, evet-. Çünkü ve zaten okuyucu saf bir güvenle, kendini metne ve yazara vermiş olacaktır kitap boyunca. Bu nedenle Pamuk, “1988 Kasımında, kitabı kısa bir süre bitirmek üzere Erenköy’deki on yedi katlı apartmanın tepesindeki boş bir daireye kapandığında”[3], Celal olarak, Galip olarak kazıyıverir Kara Kitap’a kendini. Hatta bu ‘saf yazar’ kendini o denli vermiştir ki romana, bir yazar olarak nazlı nazlı girdiği ‘yazı evi’nden, hem Celal hem de Galip olarak çıkıvermiştir beş sene sonra ve araya bir roman, birkaç tane de roman taslağı sıkıştırarak[4]. Pamuk bir başyapıt ortaya koyduğundan her yazar gibi pek de haberdar değildir. Hatta beş sene boyunca boşu boşuna bu kadar uğraştığını düşünerek içlenmektedir de.[5]
Kara Kitap’taki İstanbul tasviri, Pamuk’un sıyrılamadığı o eski İstanbul küçük-burjuva-ailesinden hiçbir yönüyle ayrılmaz. Hatta o denli içkin ve sarsılmazdır ki bu yapı, İstanbul ve Cevdet Bey ve Oğulları eserlerinde de kendini ortaya koymaktan bir an bile imtina etmemiştir. Zira Pamuk’un en naif hassasiyetidir İstanbul; tıpkı Joyce’un Dublin’e ya da Dostoyevski’nin St. Petersburg’a duyduğu gibi:
“Hayatımın başka dönemlerinde de İstanbul kalabalıkları içerisinde soluk alıp verirken umutsuzluk ve acıyla şehrin boş, bomboş olduğu duygusuna kapıldığım zamanlar olmuştur.”
‘Diğerleri’nden ayrıldığı nokta ise, romandaki İstanbul, bildiğimizin çok daha ‘öte’sinde –aslında öylesine içerdedir ve biz bunu kabullenemeyiz; bu muhteşem kaosun ayırdına varamamaktan suçluluk duyarız yoksa- bir sapsarı İstanbul’dur. Alaaddin’in dükkânından Şehrikalp Apartmanı’na, Teşvikiye Caddesi’nden Milliyet gazetesine her bir imge –ki Alaaddin’in dükkânı muazzam bir metafordur aynı zamanda- Doğulu bir hattatın elinden çıkmışcasına kusursuz ve özenlidir. Pamuk’un oryantalizm anlayışı birçok yönüyle Maalouf’tan ayrılırken işte bu mülhem ayrıntılar göze Selim Işıkvari bir parıltıyla çarpar. Sahi Pamuk’u Oğuz Atay’la karşılaştırmak istesek hangi konularda ayrılırlar? Şüphesiz bu oryantalizm meseli sıkı bir edebi tartışmaya konu olacak nitelikte (o nedenle bir sonraki buluşmalarda bu konuya değinmeyi ümit ediyorum.)
Dilbilimsel açıdan Kara Kitap ele alındığında “kötü yazar iyi romancı olur mu?” sorusunu gündeme getirmeden olmaz. Aşikâr, Pamuk’la yeni tanışanlar için, onun romanları bir çeviri roman izlenimi verebilir kolaylıkla –hem de kötü bir çeviri- Dizgi hatalarından anlam kaymalarına, anlatım bozukluklarından kelime yanlışlarına kadar birçok hata Tahsin Yücel hocamızın da zevkle yaptığı gibi çıkarılabilir. Zira bu hataları, ömrünü dilbilime adamış yazarların dahi yaptığını göz önünde bulundurursak, her ne kadar Pamuk’un bu konudaki eksiği tamamlanmayacaksa da, bu denli derin bir eseri yeraltından yerin dibine indirgemek pek de adil olmayacaktır.
Modern-post-modern, biçim-biçem, yalan-gerçek, intihal-orijinal derken ve İlber Ortaylı’ya rağmen ortaya çıkan bu başyapıtla ilgili yazılacak, söylenecek çok şey olduğu su götürmez bir gerçek (zira çoktan yapıldı bile; Kara Kitap Üzerine Yazılar, İletişim Yayınları). Biz burada, yalnızca kuşbakışı bir görüyü sunmakla yetindik. Şüphesiz, her okuyuşunda, insana bir başka şey öğreten-hissettiren-düşündüren-yaşattıran bir eser Kara Kitap. Uykusuzluk sebeplerinden biri-başlıcası. Murat Uyurkulak’ın lise mezunu bir yazar olmasının sebebi (üniversite sınavlarının zorluğu ve Türkiye’deki eğitim sisteminin da ufak bir payı olsa gerek.) Ve her güzel şey gibi İstanbul kokulu.
Kendiniz olabilmeniz ümidiyle…
Ali C. Yoksuz
alicyoksuz@gmail.com
Notlar
[1]Kara Kitap’ın Sırrı, Kemal Atakay (Yeri gelmişken, iyi roman iyi çeviriden okunmalı; bu nedenle Timaş Yayınları’ndan Kemal Atakay çevirisiyle yeniden basılan Anna Michaels’in Bölük Pörçük Yaşamlar’ı okuduğunuz en iyi çeviri roman olabilir.)
[2]Yıldızlar, Can Dündar
[3]Kara Kitap: On Yıl Sonra, Orhan Pamuk
[4] A.g.e.
[5]A.g.e.