Anasayfa / Edebiyat / Şiir / Tek Beden Pek Sanat

Tek Beden Pek Sanat

Kabul edilmeli ki bir sanat dalında kült sayılabilecek ürünler vermek büyük bir lütuf. Dünyaya sanatçı gözüyle bakabilmek -bunun büyük bir ceza olduğunu düşünenler de yok değil-  bir insanın genlerine yerleştirilmiş en büyük armağan. Böyle insanların dünyayı nasıl algıladıkları ve bunu insanı hazzın doruklarında dolaştıran ürünlere ne ölçüde dönüştürdükleri malum. Farklı sanat dallarında yetkin ürünler verebilmekse yukarıda saydıklarımdan çok daha büyük bir nimet sanıyorum.

Türk edebiyatı birden fazla sanat dalında yetkin ürünler verebilmiş sanatçılar barındırıyor. Akla ilk gelen sanatçı kuşkusuz Tevfik Fikret. Resimle öğrenciliğinden beri içli dışlı olan Fikret’in belli bir dönemden sonra şiirlerinde resmin etkisi gözden kaçmaz. Bilindiği gibi Tevfik’in şiiri “pitoresk” özelliği taşır. O, şiiri duygu ve düşüncenin soyut ifadesinden kurtararak; şiire gözle görülür bir şekil vermiştir. Şiirlerindeki karmaşık dil resimlerinde görülmez. Çoğu tablosunda yalın bir ayrıntı arayışı göze çarpar. Pastel renklere ağırlık verişi, şiirlerindeki hüzünlü söyleyişi anımsatır.” Fikret’in şiirlerindeki kendi hayatına dair yansımalar pek tabii resimlerinde de gözlemlenir. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla, Tevfik Fikret münzevi ruhundan sıyrılacak; yeniden ümitlenecektir. Ancak 1908 tarihli Deniz ve Kayalar, bu ümitleri değil; aksine Fikret’in münzevi yıllarını anımsattığından, bu resmi henüz II. Meşrutiyet ilan edilmeden önce yaptığı düşünülebilir. Fikret’in münzevi ruhunun aynası gibi görünen bu resimde, Besim F. Dellaloğlu’nun Romantik Muamma adlı kitabının girişindeki satırları akla gelir yeniden:

“Romantizm ilkellik ve saflıktır; o, gençliktir, yaşamdır; doğal insanın coşkulu yaşama duygusudur. Fakat aynı zamanda, o, solgunluk, ateş, hastalık, dekadans ve “yüzyılın hastalığıdır.” Romantizm ölümdür. O, yaban, grotesk, mistik, doğa ötesi, ay ışığı, büyülü şatolar, devler, akan su, karanlık, karanlığın güçleri, akıldışılık ve söylenemeyendir. O, aynı zamanda, aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, aynı zamanda, aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, antik, tarihsel, Gotik katedrallerdir. O, yeniliğin peşinde olmak, devrimci değişim, şimdiyi yaşama tutkusu, bilgiyi reddediş, geçmiş ve gelecek, zamansızlığın bilincidir. O, nostalji, rüya, tatlı ve acı melankoli, yalnızlık, sıla hasreti, yabancılaşma duygusudur.”

İki farklı sanatın büyük icracısı olarak Tevfik Fikret’in adaşı, Neyzen Tevfik’i anmadan geçmek olmaz, sanıyorum. Neyzen Tevfik’in adı Türk edebiyatının büyük yergi üstâdları Nef’i ve Eşref’le anılır. Başta belirttiğim sanatçılara bahşedilen yeteneğin üstüne bazı sanatçılarda mensubu olduğu ailenin sanat çevrelerine yakınlığı da eklenince büyük bir sanat insanı kazanmış olmak pek şaşırtıcı gelmiyor. Neyzen Tevfik, babası Musa Kâzım Efendi’nin arkadaşları olan Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Uşakizâde Halit Ziya, Tanburi Cemil ve Hacı Arif Bey gibi sanatçıların adeta ellerinde büyümüş, bu sayede hem edebiyatta hem de musikide yetkin örneklere vâkıf olabilmiştir. Tevfik, iki alanda da kendisini var edebilecek eserler verebilen ender sanatçılardandır. Hayatı hapishaneler, tımarhaneler ve sokaklar üçgeninde geçen Neyzen Tevfik için Nâzım Kemal şunları söylemiştir: “Mirasçısı olduğu ruhsal bir kararsızlık, onu, başıboş bir duygu ile medrese kokan sarsak bir akıl arasında bunalttıkça bunaltıyordu. Bu sıkıntıyla, kendi kendini durmaksızın yıkmaya yelteniyor, bütünlüğe ve olgunluğa sadece bu yoldan gidilebileceğine inanıyordu. Sanki o, daha derinlere dalabilmek için, her an kendi kendisini aşındırmaya mecburdu.”  Nâzım Kemal’in sözlerinden de anlaşıldığı üzere sufiyane iki tür olan şiir ve resmin derinliklerine varma isteği, Tevfik’i metafizik dünyanın sınırlarında dolandırmıştır.

Ressamlığı ve şairliği sanat hayatı içerisinde atbaşı sürdüren üstâdlardan biri de Bedri Rahmi Eyüboğlu. Öyle ki şiirlerinde resmi, resimlerinde ise şiiri gördüğümüz bir sanatçı o. Bu özelliği için Mithat Durmuş bir makalesinde şunları söylüyor:

“Türk edebiyatında renk unsurunun yoğun bir şekilde şiir dizelerine yansıtıldığını en fazla gördüğümüz şair, kanaatimizce Bedri Rahmi Eyüboğlu’dur. Onun şiirlerinde rengin böylesine yoğun bir şekilde kullanılıyor olması, bize göre iki sebebe dayanır. Birincisi ve en önemlisi, Eyüboğlu’nun ressam olmasıdır. Diğer sebep ise, edebi şahsiyetindeki rintçe tavrın Anadolu’ya şair-ressam gözüyle açılıyor olmasıdır.”

Bedri Rahmi gerçekten de şairlik ve ressamlık duyarlığını benliğine sindirmiş, iki alanda da yetkin ürünlerini gördüğümüz sanatçılardan. Sanatçının hayatındaki önemli isimlerden biri Mari Gerekmezyan. “Mari G. 1940’larda başlayan, 1946’da Mari’nin ölümüne dek süren aşktan geriye kalan tabloları görüyoruz. Bedri Rahmi, Mari’yle gizliden gizliye buluşur, sırılsıklam âşıktır ona. Sigara paketlerine resmini çizer, körpe fidanlara adını yazar. Pek çok tablo var bu ilişkiden geriye kalan, Karadutum, Sitem gibi pek çok da şiir… Bedri Rahmi onun portrelerini de çizmişti. Mari de Bedri Rahmi’nin büstünü yapmıştı. Usta ressam, düşsel bir tabloda sevdalısıyla kendisini, gökyüzünde kanat açan iki atlı olarak resmetmiştir. Bedri Rahmi, Çorum’da öğrendiği çatalkaram ve çebişim (keçi yavrusu) sözcükleriyle sevgilisine hitap eder mektuplarında ve şiirinde…”

Son dönemde birden fazla sanat türünde ürünlerini keyifle takip ettiğim üç isim geliyor aklıma. Hüsnü Arkan, Tuna Kiremitçi ve Yaşar Günaçgün. Hüsnü Arkan’ın ve Yaşar Günaçgün’ün buğulu sesleri her gün bet seslere maruz kalan kulaklarıma derman oluyor. Tuna Kiremitçi’nin sesiyle değilse de besteleriyle mest oluyorum. Arkan’ın romanlarında Türk edebiyatına üslup bakımından soluk getirebilecek bir başka sesi daha duyabiliyorum. Sanatçı Ezginin Günlüğü grubundan yakın zamanda ayrılıp solo albüm çalışmalarının meyvelerini almayı amaçlamıştı. Ölü Kelebeklerin Dansı” (1998), “Menekşeler Atlar ve Oburlar” (2001), “Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer” (2005), “Uyku” (2008), “Mino ‘nun Siyah Gülü” (2011), “Hırsız ve Burjuva” (2014) adlı altı romanı, Hiçe Doğru (2005) adlı bir şiir kitabı ise onun yazın dünyasında ne denli yetkin olduğunun göstergesi konumunda.

Tuna Kiremitçi adını şiirleriyle -ilk şiir kitabı Akademi’yi çok aramama rağmen bulamadım- duyuran bir sanatçı. Kiremitçi’nin özellikle son dönemde çoksatar listelerine giren romanlarını da okuduk. Sanatçıyı adını duyurduğu ilk günden bu yana takip edenler Kumdan Kaleler topluluğu içinde harika besteler icra ettiğini, gitar çaldığını, solistlik yaptığını da hatırlayacaklardır. Ataol Behramoğlu’nun “Bu Aşk Burada Biter” şiirine yaptığı bestesi kulaklarda çınlıyordur sanıyorum. Sanatçının sadece müzikle değil sinemayla da arasının iyi olduğu ortada. Öyle ki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üni. Sinema-Televizyon Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak yeni nesillere yaptığı işin inceliklerini öğretiyor.

Yaşar Günaçgün de Akdeniz müziği olarak tabir edilebilecek ve Türk hafif müziğinin bir kolu olarak varsaydığımız özgün müziğin değerli icracılarından. Kendi şarkı sözlerini, kendi besteleri ile dinleyici önüne çıkaran Günaçgün’ün şiire olan tutkusu “Yalnızlık Dört Bin Perde” kitabıyla ölümsüzleşmişti. Onun da resme ilgisi ve yeteneği sevenleri tarafından bilinmekte. Pek yakında resim becerisi ile de sanatseverlerin karşısına çıkarsa şaşırmamak gerektir.

Hem Türk sanat dünyasında hem de dünyada birden fazla sanat türünde eserler verebilen onlarca sanatçı var elbette. Bu yazıyla aklıma gelen birkaç ismi sanatlar arası etkileşim örneklerinden yola çıkarak okura hatırlatmak istedim. Gönle değmişsek ne mutlu bize.

Notlar
[1] http://forum.alternatifim.com/b275/t166500_tevfik-fikret/
[2] http://forum.alternatifim.com/b275/t166500_tevfik-fikret/
[3] Popüler Tarih Mart 2024 “Alpay KABACAL-İşte Neyzen Tevfik
[4] http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/12/849/10749.pdf
[5] http://www.leblebitozu.com/bedri-rahmi-eyuboglunun-resimleri-siirleri-ve-hayati/

Murat Gil

[email protected]

şiir-resim ilişkisi Bedri Rahmi Eyüboğlu hüsnü arkan Murat Gil Neyzen Tevfik yaşar günaçgün

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu İsimli Romanı Üzerine

Harry Haller; yolunu şaşırıp kendi habitatından ayrı düşmüş, kazârâ bir kente inip sürüye karıştığına inandığı ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir