Toshiya Fujita’nın “Lady Snowblood” İkilemesi

22 Mayıs 2024 Yazan:  

Kategori: Kült Filmler, Manşet, Sanat, Sinema

Lady Snowblood / Shurayukihime (1973)

Lady SnowbloodUzakdoğu sinemasının en ayrıksı filmlerinden biridir Lady Snowblood. Şüphesiz bunun en büyük nedeni baş köşeye bir “kadın” samurayı oturtmasıdır. Sinema tarihine genel anlamda baktığımızda bu tür filmlere rastlamak oldukça zordur. Konuyu biraz daha açarsak; kadınların sinemadaki yeri yadsınamasa da onları beyazperdede toplum tarafından kendilerine biçilen rollerin dışında bir rolde nadiren görürüz. Özellikle şiddet ve aksiyon türlerinde filmin duygusal merkezindedirler ya da kahramana yardım eden saf kız rolüne bürünürler. Bu gelenek halen günümüzde devam etmektedir. Ancak 1940 ve sonrasında sinemanın geçirdiği başkalaşım sayesinde onların “film noir” içerisinde “femme fatale” olarak evrimleştiğini görmek mümkündür. Nitekim “femme fatale” örneği olan kadınlar doğuştan var olan en büyük silahları yani güzel vücutlarını, erkekleri ele geçirmek, onları kullanmak için kullanırla. Bütün bunları yaparken sinsilik ve zekâlarını bir araya getirmeleri beyazperde de vücut bulmuştur böylece. Kadınların fizyolojik bakımdan erkeklerden zayıf olması belki de bunun müsebbibidir. Sinema tarihine baktığımıza fizyolojisi şiddete hizmet eden pek fazla kadın karakter yoktur. Yakın bir tarihte çekilen Quentin Tarantino’nun Kill Bill Volume 1 ve 2 serisi bir örnek olabilir. Ancak yönetmenin bahsedeceğimiz filmden etkilendiğini her fırsatta dile getirdiğinin altını çizmek gerek. Bu filmin Kill Bill ile olan akrabalık bağlarına, ileride değineceğiz.

Lady Snowblood, her şeyden önce B tipi aksiyon ve stilize şiddetin bir araya geldiği, kanlı bir intikam filmi. Samuray filmlerinde alışılageldik erkek egemenliğine tamamen zıt olan bir film. Açıkçası bunun bizi şaşırtmaması gerekir. Çünkü şiddeti bir yaşam biçimi olarak algılayan ve tarihi boyunca bu şiddetle birlikte yaşayan Japon kültüründe şüphesiz erkekler kadar kadınlarda tehlikeli olabilmektedir. Geleneksel kıyafetleri kimonoların altında kesici aletlere, özellikle Japonların “Wakizashi” dedikleri kısa kılıçlara rastlamak mümkündür. Akira Kurosawa’nın birçok samuray filminde bunu görmek mümkündür.

Kurosawa's Ran

“Öç ve hınç duyguları nasıl kaçınılmaz olarak zayıflığa aitse, saldırganlık tutkusu da öyle bağlıdır güce. Örneğin kadın kin güdücüdür, başkasının acısına duyarlılığı gibi bu da zayıflığından ileri gelir.” (Böyle Buyurdu Zerdüşt – Friedrich Wilhelm Nietzsche)

Nietzsche sanırım bu türde neden bu kadar az film yapıldığını yeterince açıklıyor!

Filmimiz, Meiji döneminde (1854 yılı) Tokyo hapishanesinde dünyaya gelen bir bebeğin ilk çığlıklarıyla açılır. Karlı bir kış gününde doğan çocuk salt intikam alması için dünyaya getirilmiştir. Annesi adını Yuki (Japonca “Kar” demek) koyar. O anda dışarıda yağan karın beyazdan bir anda kırmızıya dönmesi, saflığın yıkıma ve kana nasıl bulanabileceğini simgeler gibidir.

Lady Snowblood

Yuki’ye hayat veren Japon sanatçı ve aktris Meiko Kaji hakkında biraz bilgi vermekte fayda var. Kendisi pamuk sesiyle daha çok tanınmaktadır. Kill Bill Volume 1 filminde son sahnedeki The Bride (Uma Thurman) ile O’ren Ishii (Lucy Liu) arasındaki düello sonucu O’ren Ishii karakterinin kafasının yarısının uçtuğu sahnede çalan “The Flower’s of Carnage” parçasını seslendirmektedir. Tarantino’nun bu filmiyle ilgili ilk organik bağı kurulmuş olur. Lakin şarkının Türkçe çevirisine baktığımız zaman, şemsiyesi olan bir kadının intikamını anlatmaktadır. Ancak “Reservoir Dogs”un DVD ekstralarında Tarantino ile yapılan bir söyleşide, yönetmen Japonya’da bulunduğu sırada havaalanında tesadüfen duyduğu bu şarkıdan çok etkilendiğini söylemiştir. Bu kadar istismar filmi izlemiş olan Tarantino’nun, hele ki Kill Bill’in nerdeyse ikiz kardeşi olacak kadar benzerlik taşıyan bu filmi izlememiş olması bana pek de mantıklı gelmiyor. Yeme bizi Quentin!!

Yine karlı bir sahnede karşımıza çıkan Yuki, karşısına çıkan birkaç kişiyi kılıcıyla parçalara ayırır. Kim olduğu sorulduğunda “Shurayukihime” diye cevap verir. Japonca “Shura” cehennem, “Yuki” kar, “Hime” bayan demek. Bir araya getirdiğimizde Cehennem Kadını gibi bir anlam ortaya çıkıyor. İngilizce hali daha hoş duruyor bana göre: “Lady Snowblood”… Evet, kurbanlarını öldürdükten sonra arkada “The Flower’s Of Carnage” çalmaya başlar. Hali hazırda parçanın sözlerini de yazarsak, filmle ilgili bir anlam bütünlüğü sağlayacağını düşünüyorum:

Kederli karlar düşer.
Sabahın karanlığında
Başıboş köpekler havlar
Ve
Gete’nin ayak sesleri havayı deler.
Samanyolunun ağırlığı omzumda yürürüm
Fakat oradaki tek şey,
Karanlıkta asılı duran şemsiyedir
Ben hayat ile ölümün eşiğinde yürüyen bir kadınım
Gözyaşlarımı kimler kuruttu aylar önce
Bütün merhamet, gözyaşı ve rüyalar
Karlı geceler… Ve yarın…
Bir şey ifade etmiyor
Vücudumu intikam nehrine kaptırdım
Ve kadınlığımı yıllar önce fırlatıp attım

The Flower’s Of Carnage

Film parçalı bir yapıya sahip; tam bir kronolojik düzende olmamasına rağmen, bölümler arası geçişte açıklamalar numaralandırmalar ve isimlendirmeler yer alır. Kill Bill filmiyle yine bu açıdan akrabadır.

Birinci bölüm: İntikam, Aşk ve Nefreti birbirine bağlar.
İkinci Bölüm: Cehennemin Ağlayan Bambu Bebekleri
Üçüncü Bölüm: Kan Şemsiyesi, Dağılmış Çiçeklerin Kalbi

İlk bölüm üç yüz yıl boyunca süregelen Meiji döneminin kapanmasından yirmi yıl sonrasına tekabül etmektedir. Bu dönemde Avrupa’da meydana gelen ilerlemeler, Japonya’da siyasi, toplumsal ve ahlaki değişimlere neden olmuştur. Özellikle bu dönemin aynası olarak addedebileceğimiz film, bu konuda diğer türdeşlerinden ayrılıyor. Siyasi boşlukların var olması, siyasi iktidarını henüz tamamlayamamış bir Japonya ve etrafta kol gezen düşkünlük, ahlaksızlık ve adaletsizlik bir tür yeryüzü cehennemini andırmaktadır.

‘’İnsanlar der ki: bu çürümüş dünyayı temizleyen saf kar taneleri değil. Kızıl lekeli kar taneleridir: “Cehennemim Karı”.

Elinde intikam alacağı kişilerin listesini bulunduran karakterimiz, listedeki kişileri bulmak için yardım ister. Buna karşılık bize intikam almasının arkasındaki nedenleri sıralamaya başlar. Onun öncesinde kısaca Japon tarihinden bahseden çizgi roman tadında sahneler geçer. Elbette aklımıza, hem liste tutulması hem de çizgi romanlaştırılmış sahneler açısından yine Kill Bill gelecektir. Aslında dikkatli bakıldığı zaman Kill Bill bu filmin modern uyarlamasıdır diyebiliriz.

Kill Bill

Kill Bill

Kill Bill

Kahramanımızın babası öğretmendir ve tayini Koichi köyüne çıkmıştır. Ancak o dönem beyaz askerler denilen yeni hükümetin askerleri yüzünden, halk paranoyak bir durum içerisindedir. Bu yüzden beyaz giyen herkesi öldürmektedirler. Kahramanımızın babasının tesadüfen beyaz giymesi, onun ölümüne neden olur. Ancak işin iç yüzü araştırıldığında, babasını ve kardeşini öldüren kişilerin, köyü binlerce yen dolandırdıkları ve köyden kaçış bahanesiyle Yuki’nin babasını öldürüp annesine tecavüz ettikleri ortaya çıkacaktır. Yuki’nin annesi ilk olarak kendisine tecavüz eden şahıstan, onu öldürerek intikamını alır. Ancak daha sonra yakalanır ve müebbet hapis cezasına çarptırılır. Dolayısıyla geriye kalanlardan intikamını alamayacaktır. Bu nedenle hapishanede gardiyanlarla ilişkiye girerek bir bebek sahibi olma ve doğacak bebeğe intikamını alması görevini verme planını yapar. Sanırım bu düşünce içindeki intikam ateşinin ne denli büyük olduğunu göstermektedir. Evet, doğmasını istediği bebeğin cinsiyetinin erkek olmasını arzu etmektedir Yuki’nin annesi.

Lady Snowblood

Lady Snowblood

Kadın bilinçaltında, kendisinde eksik olan erkekliği yani penisi her daim arar. Bu nedenle kendisinde “penis kıskançlığı” oluşur. Ancak bu kıskançlığı gidermenin mümkünatı yoktur. Bu yüzden doğacak çocuğun erkek olmasını ister. Dolaylı yoldan bir penise kavuşacaktır. Oidipal süreçte, erkek çocuğun annesine bağlı olduğu kadar, anne de çocuğuna aynı şekilde bağlıdır.

Yuki’nin annesinin dileği gerçekleşmez ve dünyaya daha önce bahsettiğimiz üzere Yuki gelir. Bu sonuç intikam almasında bir handikap olmaktan çok bir avantaj da olabilir. Yuki, eski bir köle ve rahibin yanında dövüş tekniklerini öğrenir. İntikam yolunda ilk adımı atmış olur.

Yuki klasik bir anlatımla ailesinin intikamını almaya başlar, bunu başarır da. Mezarlıkta çiçekleri kesmesi sırasında bir gazetecinin kızı görmesi, bu intikam öyküsünün bir efsaneye döneceği sinyallerini verir (Bu gazeteci kendisine yardım edecektir. Sanırım bu tür filmlerde erkek-kadın rolleri bir anlamda yer değiştirmiştir). Yuki’nin intikamları gerçekleştikçe gazeteci bunların hikâyelerini yazmaya başlar. Ülke genelinde sükse yapan hikâyeler, intikam alınacak son kişinin, bunları okuyarak tedbir alma ihtimali filmin gidişatını değiştirir.

Kahramanımızın öldürdüğü kişilerden birinin kızı da kendisini öldürmek için arkasından gelmektedir. İntikam alınacak son kişilerden biri, çete üyelerinden Kitahama Okama, yine dişi bir karakterdir. Film başlı başına kadınlardan oluşan bir intikam hikayesidir. Erkekler ise bu filmde figürandan öteye gidemeyen tiplerden oluşmaktadır.

4. ve son bölümün bir ismi yoktur. Hikaye anlatıcımız olan gazeteci, bu bölümün adını yazacağı sırada, kapıda esrarengiz biri belirir. Bu kişi, intikamcı kızdan kaçmak için kendi sahte cenazesini düzenlemiş, kimliksiz haliyle kötülüklerine devam etmiş olan Tskumoto Gishiro’dur. İntikam meleğimiz onun mezarındaki çiçekleri kılıcıyla kesmişti hatırlarsanız. Çünkü ölümü kendisinin dışında gerçekleşmişti ve intikamını tam anlamıyla sona erdirememişti. Gishiro boşuna geri dönmemiştir; ülkesinin batı ile olan ilişkilerinden kendisine bir çıkar sağlamaktır amacı. Ancak gazetecimiz bunu öğrenir öğrenmez Yuki’ye haber verir. Yuki ise intikamının tekâmüle ermesi için hazırlıklarını yapar. Yine karlı bir kış gününde bu arzusunu gerçekleştirmekte tereddüt etmez. Kill Bill Volume 1′in finalindeki karlı dövüş sahnesinin benzeri gerçekleşir ve aynı şekilde arkada “The Flower Of Carnage” parçası işitilir.

Lady Snowblood 2: Love Song of Vengeance / Shura-yuki-hime: Urami Renga (1974)

Lady Snowblood TwoSinema tarihine baktığımızda, üçlemelerin ikili serilerden daha fazla olduğunu görürüz. Devam filmlerinin çoğunlukla hayal kırıklığı yarattığı düşünülürse bu konuda pek de umutlu olmamak gerek sanırım. Serinin bu ikinci filmi de aynı şekilde “negatif sinerji” yaratmaktan öteye gidemiyor.

İntikamcı kahramanımız, ilk filmden hatırlayacağımız üzere ailesinin intikamını almıştır ve artık ülkede nam salmıştır. 7 devlet, 70 kasaba ve 700 köyde (!) aranan bir katil olarak bilinmektedir. Bu tarih, 1905 Rus-Japon savaşından sonraki döneme denk gelmektedir. Savaşı kazanan Japonya, aynı zamanda siyasi birliğini tamamlamış kapitalist ve emperyalist bir güç olarak karşımıza çıkar. Ancak savaşın getirdiği yıkım, enflasyon ve ölümler ülkenin toparlanmasını engellemektedir. Tarihinde, birçok şiddet ve katliama tanık olan bu ülkenin siyasi alandaki değişimi bile işe yaramamıştır.

Yuki karşımıza bir mezarın önünde çıkar; bu mezarlar ilk filmdeki hocasının ve gazetecinin mezarlarıdır. Sonrasında klişe bir dövüş sahnesiyle etrafı biçen “femme”imiz, bu sefer suyu kan gölünü çevirir; bu gölden su içer. Sanırım ilk filmdeki eriyen karların tezahürü olan bu sahnede değişmeyen şey, intikamını almasına rağmen ilk günlerdeki saflığına kavuşamamış olması ve içinde gittikçe yayılan büyük bir vicdan muhasebesidir. Bu muhasebe ilk meyvelerini verir. Yuki kendisini çevreleyen polislere teslim olur, 37 kişiyi öldürmekten idam cezasına çarptırılır. Gariptir ki, bu cezaya boyun eğer.

Lady Snowblood Two

Lady Snowblood Two

Kill Bill

Bu tür filmlerinde gördüğümüz, “intikamını alan kişi hayatına devam eder” klişesini bir anlamda ters yüz etmiştir Yuki. Amacı sadece intikam almaktır ve sadece bunun için yaşamaktadır. Görevi bittiğine göre yaşaması için bir neden kalmamıştır. Ancak idama götürüldüğü sırada, bilinmeyen kişiler tarafından kurtarılan Yuki, karşılığında verilen görevi yerine getirmek zorunda kalır. Çünkü ölüm onun için sadece bir kurtuluş olacaktır ve kaçıran kişinin dediği gibi, onun kaderi lanet ve cehennemde yaşamaktır.

Yuki görevi kabul eder. Vazifesi, devleti tehdit eden ve anarşist gözüyle bakılan Ransui Tokunaga’nın elindeki gizli bir mektubu ele geçirmektir. Evet devlet sistemleri ve rejimleri değişmiş olsa da Japonya’da değişmeyen tek şey, iktidarı elinde tutan kişilerin, bu statülerine karşı bir tehdit algıladıklarında ellerinden geleni ardına koymayacakları gerçeğidir. Bir intikam savaşçısından, devlet suikastçısına dönüşen karakterimiz aynı zamanda filmin konusunu da belirlemiş olur. İlk filmdeki intikam olgusu bu filmde yerini, devrim ve devrim karşıtı hareketlerin yaşandığı siyasal bir kargaşanın içine düşmüş bir toplum sorunlarına bırakmıştır. Aslında iki filmi kıyaslarsak karşımıza şöyle bir sonuç çıkar. İlk film karaktere odaklıyken, ikinci film olay örgüsünü merkezine almıştır; ve karakterimiz ister, istemez ikinci plana düşmektedir.

Yuki mektubu alacağı kişi olan Tokunaga’nın evine hizmetçi olarak girer ama evin sahibi çok geçmeden onun gerçek kimliğini öğrenir. Kıza verdikleri mücadele hakkında bir çok bilgi veren, aynı zamanda aydın bir insan olan Tokunaga, Yuki’yi devrim şehitliğine götürür. Bir nebze de olsa mezar sahnelerine aşina olan karakterimiz empatisini kullanarak ve bu gözlüklü adamın dediklerini kafasında tartarak, yavaş yavaş aydınlanmaya başlar; gözlerinin önündeki perde de bu sayede kalkmış olur. Var olan mektup hükümeti ve devleti sarsacak kadar gizli bilgiler içermektedir.

Polisler Yuki ve Tokuna’yı yakalamaya çalışır ancak Yuki son anda kaçarak kurtulur, mektubu da beraberinde götürür. Bundan sonra hikâyemiz bir anlatıcı tarafından aktarılmaya başlar. Dönem Japonya’sında sefaletin ve sistem hiyerarşisinin altında ezilen büyük Japon halkı ve işçilerini öven bu konuşmalarda, filmin hangi tarafı tuttuğunu da anlarız. Sinema her daim muhalefetini bu filmde de göstermektedir.

Oraların sakinleri: Günlük işçiler, çöpçüler, faytoncular ve suçlulardı. Onlar toplumun artıklarıydı. Ama onlar gerçek kahramanlardı. Devamlı hor görmelere ve sefalete karşı hayatta kaldılar. Onlar kımıldatılamazdı. Toplumun karanlık tarafında, kanunun pençesinin dışında yaşadılar.

Tokuna’ya polisler tarafından günlerce işkence edilir; hatta kendisine veba hastalığı bulaştırılarak yukarıda bahsettiğimiz halkın yaşadığı yere terk edilir. Halk bu yüzden büyük bir veba salgını tehdidiyle karşı karşıya kalır. (Devlet hastalıkların en büyüğüdür, hastanın ta kendisidir de. Hastalığını ve içindeki buhranı halkına aşılayacak kadar… Kendini korumaya çalışan bozuk bir çalar saatten farksızdır.) Lakin Tokuna, mektubu Yuki’ye vermiş, doktor kardeşine vermesi için ısrar etmiştir. Tokuna’nın kardeşi bu gecekondu mahallelerden birinde yaşamaktadır ve kardeşinin veba hastalığını tedavi etmeye çalışırken bu hastalığa kendisi de yakalanır. Bu gecekondu bölgesi için hükümetten tedavi talebinde bulunur. Devlet ve halk karşı karşıya gelir böylece. Devlet, halkın bu talebini kabul eder etmesine ama içten pazarlıklı bir tavırla, mahalleleri mektupla birlikte yok etmeye çalışacak kadar ileri gider. Ve tabii ki sahneye kahramanımız çıkarak gelişen olaylara müdahale eder.

Lady Snowblood & Kill Bill

Yazan: Kusagami