Anasayfa / Edebiyat / Deneme / Düşüncelerin Dili

Düşüncelerin Dili

Gözlerde okunabilir mi?

Aklımızdan geçenler, yaşadıklarımız, umutlarımız, düşkırıklıklarımız, isteyip de yapamadıklarımız, istemeden yaptıklarımız, sevdiklerimiz, nefret ettiklerimiz bakışlarımızda yansır mı?

Düşüncelerin bir dili var mıdır? Gözlerde okunabilir mi?

….

gözlerde yansır mı?

Mutluluğun resmini nasıl yapmalı?

Elleri mi, birleşen bedenleri mi, gözlerdeki ışığı mı sevinç yaşlarını mı çizmeli?

Peki, ışık tümüyle yok olabilir mi? Her yer karanlıksa güneş nerededir?

İnsanın içindeki aydınlıktan gözlerine yansıyıp dışarı taşacak bir ışık hep var mıdır?

Zifiri karanlıkta bile hep bulunabilir, hep görülebilir mi o ışık?

Gözlerinden tanıyabilir miyiz bir insanı? Gözlerinde görebilir miyiz geleceği? Işığı ya da karanlığı, denizi ya da bataklığı, umutları ya da yalnızca ve yalnızca ölümü?

İki ayağı üzerinde yürüyüp kendini evrenin efendisi sanan bu yaratıklar, yalnızca gözlerinden tanınabilirler mi?

İçlerinde ölüm mü var, yaşam mı, gözlerine bakıp görebilir miyiz?

….

Sen mutluluğun resmini yapabildin mi Abidin?

Sen mutluluğun şiirini yazabildin mi Nazım?

Yaşamın ışıklarını görebildiğiniz her an ve sonuna kadar, “Artık mutluluğun romanlarını yazabilmeliyizdiye kahroldunuz mu Orhan ve Yaşar?

Bizim geçmişin ve geleceğin öykülerini yazmaya, küçücük de olsa bir katkımız olabildi mi?

Gözlerinizdeki umut ışığını görebildik, yaşatabildik mi?

Sen mutluluğun fotoğrafını çekmek istedin mi Ara?

….

Saman sarısı kaplamıştı yeri ve göğü, Nazım‘ın yaralı yüreğini. Sonra yazmıştı büyük ozan, Vera Tulyakova’ya, derin saygılarıyla. (1)

“Seher vakti habersizce girdi gara ekspres”

Nazım, paltosunun yakasını kaldırmış, perondaydı. Konuşuyordu.

“vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize

yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında

vakıt hızla akıyordu geriye doğru

Yegelon Üniversitesi’nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor

bozmağa çalışıyor Kopernik’in Araplardan kalma usturlabını”

Sonra camdan kuşların arasında bir kadın buluyordu.

“yağmurlar içindeydi Pırağ

bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı

kapağını açtım

içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu”

Sonra bir garson kız tanıyordu onu:

“iki piyesimi seyretmiş Moskova’da”

Sonra bir genç kadın karşılıyordu garda onu:

“beli karınca belinden ince

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

tuttum elinden yürüdük

yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata

o yıl erken gelmişti bahar”

Yaşıyor Nazım uzak yaşamını ve anılarını:

“tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum

Bolşoy’a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin

Kalamış’ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik’le tatlı tatlı

            konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri

            sancılar içindeydi ve dünya güzeldi”

“çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı’nın saat kulesi

oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan

yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda

oralarda on dokuz yaşıma rastladım

“birbirimizi birden tanıdık

oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile”

“ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor

uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir

ve Stırasnoy Alanı’na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı

üşüyorum hele ellerim ayaklarım

oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü

çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak”

onun başına gelecekleri bir ben biliyorum

çünkü inandım onun bütün inandıklarına

sevdim seveceği bütün kadınları

yazdım yazacağı bütün şiirleri

yattım yatacağı bütün hapislerde

geçtim geçeceği bütün şehirlerden

hastalandım bütün hastalıklarıyla

bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri

bütün yitireceklerini yitirdim

….

Paris’teki otel odasından, uzaya çıkan ilk insan Yuri Gagarin‘den, dördüncüsü German Stepanoviç Titov‘dan, ilk mağaradaki bizon resminden söz ediyor:

“On dokuz yaşım Beyazıt Meydanı’ndan geçiyor çıkıyor Kızıl Meydan’a

          Konkord’a iniyor Abidin’e rastlıyorum da meydanlardan konuşuyoruz”

“meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin’le tavan arasındaki otel

          odamda

Sen ırmağı da akıyor Notr Dam’ın iki yanından”

“bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının

          bacalarına karışmış”

“Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor

ben renkleri yemiş gibi yerim”

Sen ırmağı da bir ay dilimi gibi

genç bir kadın uyuyor ay diliminin üstünde

onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere

          bulacağım”

“Abidin’e söylemeli de resmini yapsın Beyazıt Meydanı’nda şehit düşenin

          ve Gagarin Yoldaşın ve daha adını sanını kaşını gözünü bilmediğimiz Titof Yoldaşın ve ondan sonrakilerin ve tavan arasında yatan

          genç kadının”

“Küba’dan döndüm bu sabah

Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir

          çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya”

“ve gözleri parlıyor erkeklerinin

ve kızlarının eziliyor içi dokununca dudakları hürriyet sözcüğüne

ve koca kişileri en tatlı anılarını çekip kuyudan yudum yudum içiyor

mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin

hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının”

“bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri”

Ulu ırmak akmayı sürdürüyor, Nazım’ın bilmediği gen gizemleriyle, Higgs bozonuyla, iki kara deliğin milyarı aşan ışık yılı ötedeki çarpışmasıyla ortaya çıkan yerçekimi dalgalarının tespit edilmesiyle yeni boyutlara ulaşıyor.

Nazım’ın gördüğü gelecek şiirlerinde okunabilir. İnandığı aydınlık şiirlerinde yaşanabilir mi?

….

Catherine Deneuve, Gerard Depardieu, Türkan Şoray, Kadir İnanır, sanatçılar, bilim insanları, sporcular, politikacılar. Yalnızca gözleriyle tanınırlar mı?

İzlediğim ilk Catherine Deneuve filmi Şerburg Şemsiyeleri‘ydi. Unutmadığım filmlerinden biri de İkinci Dünya Savaşı yıllarında Paris’te geçen Son Metro. Öykünün üç karakteri; Marion Steiner (Catherine Deneuve), Yahudi olduğu ve ülkeyi terketmesi istendiği için tiyatroyu bodrumda saklanırken yönetmek zorunda kalan eşi Lucas (Heinz Bennent) ve Marion’un yeni oyunun ana rolü için işe aldığı Bernard Granger (Gérard Depardieu). Dışarıda dünyanın en korkunç savaşlarından biri yaşanırken, küçücük bir tiyatro mekanında geçmiş ve gelecek arasında sıkışmış üç kişinin öyküsü anlatılıyor. Gizlenmiş ve bastırılmış tutkuları Marion ve Bernard’ın önce gözlerinde okunuyor, sonra bir duygu patlamasıyla eyleme dönüşüyor. (2)

Bunca çok filmde yer almış olan Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın en çok akılda kalmış filmlerinin Selvi Boylum Al Yazmalım olması şaşırtıcı bulunabilir. Olağandışı olayların, kahramanların, özel etkilerin, çarpıcı kişiliklerin ve sürükleyici bir temponun bulunmadığı bir filmin geniş kesimlere ulaşabilmesi ve kalıcı olması sık rastlanan bir durum değil. Cengiz Aytmatov‘un romanı, Ali Özgentürk‘ün senaryosu, Cahit Berkay‘ın müziği, Atıf Yılmaz‘ın öykünün özünü oyuncularla ve tüm ekiple buluşturan yönetimi gerçeğin hüzünlü bir şiirini yazarak, izleyen herkesi yakalayacak bir sıcaklık yakalamayı başarmıştı. Öykünün üç karakteri; Asya (Türkan Soray), hızlı bir aşkla bağlanıp evlendiği İlyas (Kadir Inanır) ve küçük oğluyla yalnız kalan Asya’ya  emek veren, destek olan Cemşit (Ahmet Mekin). İnsanlık tarihini belki de en eski çelişkisi, kadın ve erkek, anne ve babayla çocuk, sevgiyle aşk, güvenle serüven arasındaki ilişki, sıcacık bir öyküde somutlanıyor, filmi izlerken ve sonrasında düşündürüyor, ilişkileri ve yaşamı sorgulayan, açıklayan, sonra yeniden sorgulayan, kalıcılaşan bir yaşanmışlığa ulaşıyor. (3)

Catherine Deneuve ve Gerard Depardieu’nün gözlerinde kimi görürüz? Kendilerini mi, filmlerinde canlandırdıkları en sevdiğimiz karakterleri mi, hiç sevmediklerimizi mi?

Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın birlikte ve ayrı ayrı yer aldıkları sayısız filmden kaçı belleklerde kalmıştır? Sultan dendiğinde hangi yüzün gözleri canlanır? Kadir Abi’nin bakışları hangi filmden alınmıştır?

Bir oyuncu kendi yüzüyle yaşayabilir, kendi gözleriyle bakabilir mi?

Sanatçıların, bilim insanlarının, sporcuların ve politikacıların gerçekte kim oldukları gözlerine bakarak anlaşılabilir mi?

Ara Güler‘in gözleri çektiği ilk fotoğrafta mı gerçeği daha içtenlikle anlatır, zirveye çıktığı son dönemlerinde mi?

Aziz Sancar insanlığa yeni yollar açacak çalışmalarının sonuçlarına henüz çok uzakken mi asıl büyük katkısını yapmıştır, yoksa herkesçe bilinip gözler üzerine döndüğü zaman mı?

Muhammed Ali şampiyon olduğu için mi gönüllerle kalıcı bir bağ kurmuştur, insan olmanın değerine inandığı ve güvendiği için mi?

Türkiye’nin ve dünyanın geleceğini etkileyen güç merkezlerinin gözlerinde, insanları birleştirip daha özgür ve demokratik yollara girilmesinin önünü açacak liderlerin mi, evrenin ve dünyanın güzelliklerine inancını yitirmiş bataklık yüzücülerinin mi bakışları vardır?

İnsanların yarınları göklerden bulutlardan ve kuşlardan mı, topraktan ağaçlardan ve birleşmiş insanlıktan mı gelecektir. Karanlık bir ölüm mü olacaktır, ışıklı bir su gibi mi akacaktır?

Gözler ne anlatır? Nasıl okunur?

….

Yaşanmışlar ve yaşanmakta olanlar artık yalnızca tiksinti uyandırdığında, tüm bunlar gözlerde nasıl yansır? Bataklığa tümüyle gömülmeden bir çıkış yolu bulunabilir mi?

Roman Polanski‘nin yönettiği, Catherine Deneuve, Ian Hendry, John Fraser ve Yvonne Furneaux’nün oynadığı, senaryosu Gérard Brach and Polanski’nin bir senaryosunu temel alan Tiksinti (4), Polanski’nin “Apartman Üçlemesi” dizisinin ilk filmi olarak niteleniyor. Bu filmi, Rosemary’nin Bebeği (Rosemary’s Baby, 1968) ve Le locataire (Kiracı, The Tenant, 1976) izlemiş.

Psikolojik filmi olarak nitelendirilen Tiksinti’de Catherine Deneuve, kızkardeşi Helen’la (Yvonne Furneaux) birlikte yaşayan ve travmatik sorunları olan Carol karakterini canlandırıyor. Catherine Deneuve’in bu filmdeki oyunculuğu çok başarılı bulunmuş. Psikolojik ağırlıklı filmlerde gözler çok önemli olabiliyor. Sorun bataklığına gömülmesinin nedenleri, uğramış olduğu cinsel saldırılar ve geçmişte neler yaşadığı çok netleşmeyen Carol, geçmişinin, düşlerinin ve yaptıklarının korkunçluğunu hareketleri ve özellikle de gözleriyle, olağanüstü bir gerçeklikle gösteriyor, yaşatıyor.

Ne zaman tiksinti duyarsınız? Tecavüz edilen, işkence gören, öldürülen gencecik bir kızın çıplak bedeni sergilendiğinde mi? Ona tecavüz edenlerin, onu öldürenlerin, onu teşhir edenlerin yüzlerindeki, özellikle de gözlerindeki ifadeyi gördüğünüzde mi?

….

Halkların yaşadığı korkunçluklar da, acı çeken gencecik bir kızın korku dolu gözlerinde yansır mı? Geçmişin tüm pisliklerini bir anda anlatabilir, bugüne bambaşka bakılmasını sağlayabilir, geleceğe yepyeni bir yol açabilir mi?

Cehaletin bataklığına bırakılmış o güzel insanlara, yaşamayı öğretebilir mi?  (5)

Mehmet Arat

mehmetarat@ymail.com

Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.

Notlar

1. , Saman Sarısı,

http://siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/saman_sarisi.htm

2. François Truffaut, Son Metro (Le dernier métro),

http://www.imdb.com/title/tt0080610/

3. Atıf Yılmaz, Selvi Boylum Al Yazmalım,

http://www.imdb.com/title/tt0263975/

4. Roman Polanski, Repulsion (Tiksinti, 1965),

http://www.imdb.com/title/tt0059646/

5. Mehmet Arat, Bu toprakların iyi insanları,

http://blog.milliyet.com.tr/bu-topraklarin-iyi-insanlari/Blog/?BlogNo=357311

Abidin Dino ara güler aziz sancar muhammed ali

Hakkında Editör

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

the-godfather-mitosu_hakan-bilge

The Godfather Mitosu

godfather üçlemesini ve özellikle üçlemedeki karakterleri derinlemesine inceleyen, filmin altyapısını ve altmetinlerini olduğu gibi gün ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir