Anasayfa / Edebiyat / Kemal Tahir - Zübük’ten Mektuplar (Er Kulübü)

Kemal Tahir - Zübük’ten Mektuplar (Er Kulübü)

Kemal-TahirDünkü gece gözlerim o işi gördü mü görmedi mi, kulaklarım o lafları işitti mi işitmedi mi, gayri, ölsem de gam değil bacanak… ’’Neyin nesi domuz zübük? Gene ölümden berisi idare etmez olmuş’’ diyeceksin! Kaç para… Görmeyen bilemez! ‘’Her mahallede bir milyoner’’ lafının ne demeye geldiğini, ben dünkü günün gecesi anladım. Aklım iyice kesti bacanak, bize bundan böyle karada ölüm yok!.. Geçtiiii!.. Hiç ölüm yok!.. Vatanı milleti kurtardık, Allah’ıma şükür, işleri sağlam kazıklara bağladık. ‘’Her mahallede bir milyoner’’ lafı ne demeye gelmekteymiş meğerse… ‘’Her mahalleyi sağlamca kazıkladık!’’ demeye gelmekteymiş… Mahallesi demir kazıkla berkitilmiş bir memlekete Azrail peygamber nasıl uğrayabilir? Uğrasa da kazıkları çekip sökemeyince cıbıl takımını kırmış kaç para eder! Senden iyi olmasın, bir ahbap geldi pansiyona dünkü günün gecesi… ‘’Evde misin? İyi…’’ dedi. ‘’Hadi işine! Benim topçulukla alışverişim yok,’’ dedim. ‘’Top kulübü değil, yürü’’ dedi. Yalan mundar, kumar kulübü sandım bu kez, ‘’gene başladıysan, ben sana sorarım,’’ diyerek bizi sürdü.

Gittik ki bacanak, abovvvv! Osmanlı padişahının sarayı bir yana, ‘’Erler Kulübü’’ bir yana… Halılar merdivenden başlamakta… İçeri girdin mi, bir halıdan başka şeye, istesen de basamazsın’ Şapkayı biri kaptı, sırtımda sakoyu bir başkası sıyırıp aldı. ‘’Burdan efendilerimiz’’ dediler.

Çıktık ki ne çıkalım, Osmanlı Bankası’nın tüm altınını yaldızını eritmişler de, masaya iskemleye tavana duvara çalmışlar. Göz kamaşımından bakamazsın ki nerde olduğunu bilesin…

Ahbap oranın yabancısı değil!.. Hepsiyle tanış… ‘’Oooo!.. Geldin mi? Hoş geldin,’’ diye buyur ettiler. ‘’Nah size, dediğim Zübük Ağa’mız!’’ diye kimliğimizi bildirdi. Zübük olduğumu duyan koştu. Elimi sallayan hangisi, boynuma sarılıp ‘’Şükür dünya gözüyle kavuşturana…’’ diyen hangisi… Kelle kulak yerinde herifler ki kalıplı gölgeli bir herifler… Gözlüksüzü hiç yok… Göbeksizi, parmakları yüzüksüzü yok. Bir adamda gözlük, göbek, yüzük varsa zübük takımından olmadığını bileceksin de ona göre davranacaksın. Sağ olsunlar, konuk hatırı saydılar, bizi yukarı başa geçirdiler. Baktım, ortada bir masa… Masada su kabı, bardak… Neyin nesi? Hokkabaz mı oynayacak, göz bağcı mı gelecek, demeye kalmadı, bir el çırpmadır koptu. Biri girdi.

Eh, gözlüğü, göbeği kendine elverir. On parmağında on yüzük… Kafa kırdı. Göbekli oldun mu, bel kıramazsın! Masanın ardına dolandı.

Ahbaba ‘’Kim bu arkadaş?’’ dedim. Abovvv!.. Yedi sekiz şirket saydı ki her biri dünyayı tutmuş, beş on kumpanya saydı ki, bir tekine bizim oranın bütün variyetlileri toplansalar, güç yettiremezler. Hepsinin hem kurucusu hem de yüzde yüz sahibisi… Birkaç tane de bankası varmış. Gazetesi varmış, top kulübü varmış, partisi bile varmış. Belli bir şey… Bilgili adam… Ve de yiğit… Ve de dini bütün Müslüman… Ve de iyice vatansever… Çünkü parası milyonu aşmamış herifin vatanseverliğine ben hiç kulak asmam. Cıbıl takımının vatanı sevmesinden ne çıkar?

İki öksürdü mübarek, ‘’Sayın arkadaşlarım’’ dedi. ‘’Siz benden iyisini bilirsiniz… Piyasalarımız az biraz tatsız… Aksatalarımız az biraz kesat. Neden tatsız? Kesat olduğundan tatsız bir, bir de vergi üstüne, kontrol üstüne mide bulandıran laflar duyuyoruz! Geçen hafta beni Ankara’ya saldınız… Güven gösterdiniz. Sağ olun, var olun! Gittim, görülecekleri gördüm. Durum vaziyetlerimizi anlattım. Bu böyle gitmez ve de katiyen sökmez,’’ dedim. ‘’Siz bindiğiniz dalı kesmektesiniz, düzdeki arabanızı yokuşa sürmektesiniz,’’ dedim.

‘’Peki… Nasıl olsun?’’ dediler.

Dedim ki, ‘’Amerika’yı Amerika, İngiliz’i İngiliz yapan nedir bakalım?’’ dedim, ‘’Nedir?’’ dediler, ‘’Şudur ki orada, parası milyonu aşmışlara bakılır,’’ dedim. ‘’Parası milyonu aşana yargıç önünde tanıklık yemini bile yoktur,’’ dedim. ‘’Oralarda, parası milyonu aşanlar askerliğe canları çekerse giderler!’’ dedim. ‘’Çekmezse, ya da şu sıra işim sıkı derlerse, çavuşluk tezkereleri evlerine postayla gelir’’ dedim, ‘’vatan kurtarıcılara mahsus demir put nişanı da beraber…’’ dedim. ‘’Oralarda, bizim gibilerin vergi vermesi de keyiflerine bırakılmıştır,’’ dedim, ‘’Milyoner olacak kadar hesabını bilen herif ne kadar vergi vereceğini de elbette bilir, diyor herifler,’’ dedim. ‘’Oralarda, varlıklılar vatanın temel direkleri sayıldığından, cıbıl tahsildara, zibidi müfettişlere ezdirmiyorlar bunları,’’ dedim, ‘’Aslında, noterden tasdikli defter, kaça aldın faturası, etiket metiket de her şeyi varlıklı vatanseverlerin vicdanlarına bıraktıklarından görmedim oralarda ben,’’ dedim. ‘’Herifler ellerine püskürme erip işe sarılmaktalar ki sarıldıklarını Allah’ın izniyle koparmacasına,’’ dedim. ‘’Peki, bunun bize uygun yolu?’’ dediler.

(Not: Buradaki Allah, rahmet, cennet ve amin sözleri, derinden felsefi anlamları için kullanılmış olup laiklikle herhangi bir çelişme arayanlar, sapık ideolojilerin sapık çapkınları olup bize hiçbir surette zarar veremezler.)

Lafın burasında durdu, bardağa su koyup iki yudum içti. ‘’Ben başımızdakileri gayette akıllı, sezgili, iyi niyetli gördüm arkadaşlar!’’ dedi. ‘’Benim anladığım, işler yakında düzelecektir! Ağzımızın tadı yerine gelecektir,’’ dedi. ‘’Bize düşen vatan borcu, başımızdakileri bu sıra sıkılamayacağız,’’ dedi. ‘’Sıkılamayacağız dediğim, her rastladığımız yerde boğazlarına ham armut gibi tıkılmayacağız. Şunu bunu istemeyeceğiz. Tartaklamayacağız ki akılları karışmasın… Kredi verin diye bunaltıyoruz. Bilmezler mi onlar? Bilirler, hem de biliyorlar. Akıl salt bizde sanmayalım arkadaşlar, onların da akılları var yeterince… Krediyi çokça verin,’’ diyoruz. ‘’Varlığı milyonu aşmışlara verin!’’ diyoruz. ‘’Bilmezler mi şuncacık şeyi?.. Milletin alın terinden toplanmış paraları, kara gün dostlarımızın esirgemediği bunca dolar yardımını, çıkarıp cıbıl takımına dağıtırlar mı hiç!.. Kredisi çok olanlara verilecek elbette kredi… Vergi meselesinde de ileri geri laf etmeyelim arkadaşlar! Vergilerin kimlerden alınacağı da biliniyor! Eski yatırımlardan vergi alınamayacağını bilmezler mi? Adı üstünde, eski yatırım… Yeni yatırımlardan alınamayacağını bilmezler mi kendileri, adı üstünde yeni yatırım! Laf aramızda, varlıklılardan vergi alındığında işlerin nerelere vardığı katiyen unutulmamıştır arkadaşlar… Çünkü yağma yoktur ve de iki karpuz bir koltuğa sığmaz! Vergi alayım dersen seçimden vazgeçeceksin, seçimi alayım dersen vergiden… Bankalardan vergi alınmayacağını biliyorlar onlar… Çünkü bankalar kredi kaynağıdır, vergi dedin mi bakarsın kurumuş bu kaynak çarık gönü gibi… Fabrikalardan vergi alınamayacağını biliyorlar onlar; çünkü fabrika olmazsa şu kadar bin fukara aç kalır. Çünkü bizim fabrikaları aç doyurmak için kurduğumuz bilinmektedir. Şirketlerden vergi alınmayacağını biliyorlar onlar; çünkü şirket olmadı mı idare meclisi olmaz. Apartmanlardan vergi alınmayacağını biliyorlar; çünkü apartman kısmı vatanın imar durumuna bağlıdır ayrıca, evi yok parası var vatandaşların kutsal aile yuvasıdır. Otellerden vergi alınmayacağını senden benden iyi biliyorlar; çünkü milli iktisat kalkınmamızın başında turizm yazılı… Turist sana bana konuk inecek değil ya, otele gidecek ister istemez. Büyük çiftliklerden vergi alınamaz. Herifler Ziraat Bankası’na borçlu… Traktör kumpanyasına borçlu… Aldıkları kredinin birazını kalay işine, demir işine yatırmışlar, geri kalanını apartmana, arsaya kapatmışlar. Hazırda nakit parası olmayanın canını mı alacaksın? Tüccarımızdan alınamaz; çünkü Kur’an’da yeri bulunmuş. ‘Dokunmaya yiğit isterim! Tüccar kullarıma dokunanı cehennemimde yakarım haa’ diyormuş, kurban olduğum Allah… Müteahhit takımına katiyen el sürülemez; çünkü müteahhitlerimizin aracılığı olmayınca devlet makbuz bastıramaz ki, vergi toplamaya kalkışa…’’

Bunları hep biliyor da arkadaşlar, ‘’Peki bunun çıkarı?’’ diye debeleniyorlar. Dedim ki, ‘’Plan Dairesi kurdunuz, gavurun parmağını ağzında bırakan plan düzenlediniz,’’ dedim, ‘’Peki nedir plan dediğimizin temeli bakalım?’’ diye sordum. ‘’Nedir?’’ dediler. ‘’İş bölümü değil mi yahu?’’ dedim. ‘’Öyle ya, iş bölümü sahi!’’ dediler. ‘’İş bölümü ise… Kafanızı hiç bozmayın, vergi de iş bölümünün içindedir!’’ dedim. ‘’Biz bankalanmışlar, şirketlenmişler, fabrikalanmışlar ve de çiftliklenmişler, kaç kişiyiz şunun şurasında?’’ dedim, ‘’Diyelim ki, on bin kişiyiz… Diyelim ki on beş bin…’’ dedim. ‘’Ya milletin tutarı?’’ dedim. ‘’Yirmi dokuz milyon!’’ dediler. ‘’Bu hesapça variyetliler binde bir!’’ dedim, ‘’Öyle!’’ dediler. ‘’Binde birden aldığın vergi, senin hangi derdine derman olur?’’ dedim, ‘’Ustalık odur ki, binde dokuz yüz doksan dokuzu vergiye bağlayasın’’ dedim, ‘’Aslında madem demokrasidir bu… Demokrasi de çokluk işidir, vergiye gelince mi, azınlık işidir!’’ dedim, ‘’Binde dokuz yüz doksan dokuzu şurada dururken binde birle uğraşmak hem yiğitliğe yaraşmaz, hem de fayda sağlamaz!’’ dedim, ‘’Avrupa, Amerika neden ilerledi?’’ dedim, ‘’Plandan’’ dediler. ‘’Plan neye dayanır?’’ dedim, ‘’İş bölümüne…’’ dediler, ‘’Ya iş bölümü nedir?’’ dedim, ‘’Sen şuradaki işi tutarken, ben de berikine yapışacağım!’’ dediler, ‘’Peki, hangi iş daha verimli? Zengininki mi, cıbılınki mi?’’ dedim, ‘’Elbet zenginin yaptığı iş…’’ dediler, ‘’Öyleyse, verimli iş tutmuş vatandaşı, sen, tam işinin hızlı sırasında, boş yere tartaklarsın da, canından bezdirirsin?’’ dedim. ‘’Herifçioğlu vatanı zenginleştirmeye yumulmuş… Tere gark olmuş… Uğraşmakta… Cıbıl demek, çalışmaz demek değil mi? Çalışıp zengin olmayan herif, bir de vergi vermeyince neye yarar bakalım?’’ diye kükredim, ‘’Vergiyi çoğunlukla alacaksınız efendiler, hemi de bunları şimdikinden üç dört kat fazla çalıştıracaksınız!’’ dedim, ‘’Bir de, kazandıklarını bunlar har vurup harman savurmamalı,’’ dedim, ‘’Sıkı kanun isterim,’’ dedim, ‘’Ev kirası, yemek içmek, giyim miyim çıkmalı geri kalan vergiye yatmalı…’’ dedim. ‘’Bizim şu sıra, sinemaya, tiyatroya, top seyrine gidecek sıramız değildir efendiler,’’ dedim, ‘’Rakımızın, şarabımızın dışarıda isteyeni kıyamet gibi, verin bize kilosunu üç liradan, beşten yediden aktaralım Yunanistan’a… Memlekete vagon dolusu döviz gelsin! Müslümanlıkta içki yasak… İçmeyiversin cıbıl takımı… Sağlıkları kurtulsun, ahreti de cenneti de caba…’’ dedim, ‘’Allah’a şükür, daha seçimimize çok zaman var,’’ dedim. ‘’İki, iki buçuk yıl bu böyle gider, sonra fayrap ederiz, panganot fabrikasını. Millet o fabrikaya bunca para verdi, kurulmuş makineleri boş bekletmek günahtır efendiler! Bunun hesabı bizden sorulur bir gün…’’ dedim. ‘’Seçime altı ay kaldı mı, çıkarırız vergi borçlarına bir af… Bütçenin gerisini kapatırız bastığımız panganotlarla…’’ Bir alkış koptu ki, bacanak, yıldızlı tavan tepem yıkıldı sandım. Bir alkış ki… Abovvv…

Kemal Tahir – Göl İnsanları

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu İsimli Romanı Üzerine

Harry Haller; yolunu şaşırıp kendi habitatından ayrı düşmüş, kazârâ bir kente inip sürüye karıştığına inandığı ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir